Bediüzzaman Hazretleri İstanbula yaptığı ilk seyahatten döndükten sonra Şarka gider. 1910 yılının son aylarında, doğu vilayetlerindeki köyleri ve aşiretleri dolaşarak onlara meşrutiyeti anlatır. Şarklıların sorduğu suallere, onların içinden çıkan biri olarak ve onların anlayacağı bir dille cevaplar verir ve onları ikna eder. Maalesef bu hürriyet ve meşrutiyet uygulamaları Şarka ulaşmadan önce yoldaki canavarlar tarafından parçalanır ve büyük bir şans kaybedilir. O şansın bugün hala kullanılabildiğini söyleyebilir miyiz?
Yüz senedir köşe başlarını tutan dehşetli canavarlar ve ifsad komiteleri, meşrutiyetin ve dolayısıyla demokrasinin cemalini tam olarak görmemizi engellemek için çok dessasane bir şekilde çalışmalarına devam etmektedirler. Ülkemiz ve özellikle Doğu illeri, o gün ifade edilen fikirlerin uygulanmasına bugün çok daha fazla muhtaçtır ve bu ihtiyaç her geçen gün şiddetini artırmaktadır.
Bu Şark sohbetlerinden sonra Şanlıurfa, Birecik, Kilis ve Halep yoluyla Şama gider. İslamın kültür merkezlerinden, Hilafete merkezlik yapmış bu tarihi ve kadim şehirde altı ay kadar kalır. Şam-ı Şerif, ahir zamandan haber veren hadislerde de önemle zikredildiği için, İslam Âleminin de nazarları altındadır. O zamanlar bu şehir, âlimlerin hararetli sohbetlerine ve münazaralarına ev sahipliği yapmaktadır. Osmanlının durumu, kaybedilen topraklar, Batılıların İslam Âlemi içinde uyandırdığı dessas fitneler ve bunlardan çıkış yolları, bu hararetli tartışmaların ana konusunu oluşturmaktadır. Bediüzzaman böyle bir ortamda, bu tartışma meclislerine katılır. Fasih Arapçasıyla bu sohbet meclislerinin en çok dinlenen âlimlerinden biri olur. İlim, belagat ve hitabetleriyle meşhur Şam âlimlerinin büyük bir takdirini kazanır.
İslam Âleminin durumu ve kurtuluş çareleriyle ilgili bir hutbe vermesini talep ederler. Önceleri bu fikre karşı çıkar. Sonra ısrarlar üzerine Şamın en meşhur ve en eski camisi olan Emeviyyede, içinde yüz kadar âlim bulunan on bin kişilik bir muhteşem cemaate karşı hazırladığı hutbeyi irad eder. Bu hutbe büyük bir takdirle karşılanır. Hutbe, bir hafta gibi kısa bir süre içerisinde iki sefer basılır ve dağıtılır. Bu hutbe büyük bir heyecana sebep olur. Ümitlerin tükenmeye doğru gittiği bir noktada, ümitlerin yeniden yeşermesine vesile olur. O, İslam Âlemini kurtaracak bir reçete gözüyle baktığı Medreset-üz Zehra ideali peşinde olduğu için, bütün ısrarlara rağmen Şamda daha fazla durmayarak Beyruttan vapur ile İstanbula gider.
Daha sonraları talebelerinin isteği üzerine 1950den sonra Hutbe-i Şamiyeyi yeniden gözden geçirerek Türkçeye tercüme eder ve bastırır. Bu eserinde İslam Âleminin altı tane önemli hastalığını sıralar ve Kuran eczanesinden çıkardığı devaları anlatır. Bu hastalıklar maalesef bugün de etkilerini sürdürmektedirler.
Ümitsizlik, istibdat, adavete muhabbet, şahsi menfaatleri öne çıkarmak, doğruluğun sosyal ve siyasi hayatımızda ölmesi ile müminleri birbirine bağlayan manevi bağları bilmemek, İslam Âleminin en büyük problemleri olarak bugün de bütün olumsuzlukları ile karşımızda durmaya devam etmektedir. Bu hastalıkların İslam âleminde yaygın bir şekilde etkisini göstermesi, dıştan gelen müdahaleleri kolaylaştırmakta ve onlara zemin hazırlamaktadır. Kuran eczanesinden alınan bu hastalıkların ilaçlarını kullanmadığımız sürece, bu hastalık, esaret ve istilalardan kurtulma şansımız yoktur.
Doksan sekiz yıl önce okunan bu hutbenin aynı mekânda yeniden okunması için üç sene önce bir teşebbüste bulunuldu. Fakat maalesef bu hayırlı teşebbüs o zamanlar engellendi. Hutbenin okunmasının önlenmesi için sarf edilen gayretler, Risale- Nurun etkisinin ne kadar büyük olduğunu göstermektedir. Belki biz farkında değiliz ama bu hutbenin okunmasını engelleyenler bunun farkındadır.
İslam âleminin bugün içinde bulunduğu perişan halden kurtulmanın reçeteleri Hutbe-i Şamiyededir. Belki öncelikle Türkiyenin yakasını dehşetli komitelerin elinden kurtarması gerekir. Filistin, Irak, Afganistan ve diğer İslam ülkelerinin önce hürriyetlerine ve ardından halklarının refah ve saadetine kavuşmalarının yolu bu devaların uygulanmasından geçmektedir. Bu Kurani devalar, elbette zamanı gelince uygulanacak ve Âlem-i İslamı esir alan hastalıklar tedavi edilecektir. Üç sene önce bu hutbenin aynı mekânda okunmasını engelleyenler, temenni ederiz k, bu hutbenin okunuşunu 100. yıldönümü olan 2011 yılında aynı kudreti bulamayacaklardır.