Bugün İslam ümmeti, tarihte benzerine çok az rastlanan problemlerle karşı karşıdır. Ta 20. asrın başında bu problemleri İhtilaf, cehalet, fakirlik olarak tanımlayan Bediüzzaman Hazretleri, bunların reçetesini de sunmuştur. Ne var ki bu problemleri daha da çıkılmaz hale getiren iman kardeşliğine dayanan İttihad-ı İslam gibi bir unsurun olmamasıdır. Zira, İttihad-ı İslam, kuvvetli bir iman kardeşliğine muhtaçtır. Bu kardeşlik ise, adı üstünde ancak kuvvetli ve samimi imana bağlı olarak tahakkuk edebilir.
Bugün maalesef, İslam âleminin başında bulunanların çoğu bu imanın samimiyet testinden geçemeyecek durumdadır. Bu sebeple genel olarak çeşitli hile-hurda ile İslam ülkelerinin başına geçmiş bu ehliyetsiz kişiler, “Müminler sadece kardeştirler. O halde ihtilaf eden kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki O’nun merhametine nail olasınız” (Hucurat:10) mealindeki ayetin emrini yerine getirmekten fersah fersah uzak bir halet-i ruhiye içindedirler.
Onların yegâne maksatları kendi egolarını tatmin etmek, kaptıkları saltanatı –ellerinden gelse- kıyamete kadar elden ele çocukları, torunlarına devretmektir. Bu koltuk düşkünlüğü, onları İslam medeniyetinin unsurları arasında önemli bir yere sahip olan faziletten mahrum bırakmış ve bunun yerine inanılmaz bir şekilde menfaatperestlik tuzağına düşürmüştür.
Ümmet olarak bizim bu tuzaktan kurtulmamızın yegâne kurtuluş reçetesi, Allah’a samimi olarak iman etmek, yeniden diriliş manasına gelen ikinci bir dünyanın varlığına ve dolayısıyla da bir hesap günün gittikçe yaklaşmakta olduğuna gönülden inanmaktır.
Zira, iki dünyaya sahip olanlar, tek dünyalı olanlara karşı daha vakur, daha âdil, daha insanca davranırlar. Onların bu dünyaları yok olsa da fazla gam yemezler; çünkü onların başka bir dünyaları vardır. Bu inanç sadece müslümanlar için değil, bütün din mensupları için geçerlidir. Ahirete inandığını söyleyenler, gerçekten bu iddialarında samimi iseler, koltuğa yapışmazlar, menfaatperestlik etmezler, korkmazlar, zulüm etmezler. Çünkü Allah gibi bir istinat noktasına ve ahret gibi bir istimdat noktasına dayanan kimsenin korkusu fazla olmaz. Be anlamda cesur olanlar zulmetmezler. Çünkü zulüm aşağılık ve korkak insanların işidir.
İslam, kendi mensuplarına Allah’a ve ahret gününe iman etmekten kaynaklanan bir şecaat ve cesaret verdiği için, aşağıda mealini verdiğimiz ayette düşmanlarına karşı bile çok âdil davranmalarını istemiştir: “Ey iman edenler! Haktan yana olup var gücünüzle ve bütün işlerinizde adaleti gerçekleştirin ve adalet numunesi şahitler olun. Bir topluluğa karşı, içinizde beslediğiniz kin ve öfke, sizi adaletsizliğe sürüklemesin. Âdil davranın, takvaya en uygun hareket budur. Allah’a karşı gelmekten sakının. Çünkü Allah yaptığınız her şeyden haberdardır”(Maide:8).
Çünkü “iman hem nurdur, hem kuvvettir. Hakiki imanı elde eden adam, dünya bomba olsa patlasa ihtimaldir ki onu korkutmaz.” Zira “ her hakikî hasenat gibi cesaretin dahi menbaı, imandır, ubudiyettir. Her seyyiat gibi cebanetin dahi menbaı, dalalettir.”
Üstadın da işaret ettiği gibi, bu günkü mevcut zındıklık, dinsizlik ve her türlü tahribatçı ve anarşist cereyanlara karşı ancak İttihad-ı İslam dayanabilir. İttihad-ı İslam yalnız İslam âlemini değil, bütün beşeriyeti bu tehlikeden kurtarabilecek bir hakikattir.
Evet, “Marîz bir asrın, hasta bir unsurun, alîl bir uzvun reçetesi; ittibâ-ı Kur'andır. Keza, azametli bahtsız bir kıtanın, şanlı talisiz bir devletin, değerli sahipsiz bir kavmin reçetesi, ittihad-ı İslâmdır.” Hülasa, İslam âleminin kurtuluş reçetesi, İttihad-ı İslamdır.
Demek ki, insanlığın, özellikle İslam âleminin bu günkü tahribatçı ve anarşiyi netice veren dinsizlik cereyanlarına karşı bir duvar örmek için, Allah’a ve ahrete iman eden bütün dindar kesimlerin el ele vermeleri gerekir. Bu dindar çevrelerin başında elbette Müslüman dindarlar gelir. Zira İslam dini diğer semavi dinleri de içinde barındırmaktadır. Ve hiçbir dinde olmayan bir kuvvet ve açıklık içinde Allah’a ve ahirete iman hakikatini ders vermektedir. Bu sebeple, her şeyden önce İslam kimliğini taşıyan ve samimi olarak Kur’an’a iman eden kimselerin, Kur’an’a yeniden biat etmeleri, onu yeniden okumaları, onu yeniden gönüllerine nakşetmeleri gerekmektedir. Çünkü İttihad-ı İslam ancak böyle bir imanın olduğu yerde tahakkuk eder. Ve bu ittihad, mazlumlar için bir sığınak olduğu gibi, zalimlere karşı da caydırıcı bir kuvvettir.
Bu noktada hemen şunu belirtmeliyiz ki, bazı müslümanların anarşiye karışmalarının sebebi asla İslam dini değildir. Bilakis, İslam’ı bilmeyen, kendi heva ve heveslerini İslam yerine koyan bazı cahil zavallılar yanında, gaddar zalimler tarafından nefes almalarına imkân verilmeyen bir kısım mazlum insanların, kendi haklarına kavuşmak için maşru yollarının tamamen kapatılmasının bir sonucu olarak böyle istenmeyen bir yola girmeleri söz konusudur. İttihad-ı İslam bu kapalı kapıları da açacağından bu gibi insanların anarşiye girmelerine de fırsat vermeyecektir.
Bu sebeple, aklı başında yabancı ülkeler de bu İttihad-ı İslama tarftar olacaktır ve olmalıdır.
Bediüzzaman hazretlerinin ifade ettiği üzere, “Eski zamanda İngiliz, Fransız, Amerika siyasetleri ve menfaatleri buna(İttihad-ı İslama) muarız olmakla mani olurdular. Şimdi menfaatleri ve siyasetleri buna muarız değil; belki muhtaçtırlar. Çünki komünistlik, masonluk, zındıklık, dinsizlik; doğrudan doğruya anarşistliği intac ediyor. Ve bu dehşetli tahrib edicilere karşı, ancak ve ancak hakikat-ı Kur'aniye etrafında ittihad-ı İslâm dayanabilir.”(Emirdağ Lahikası-2/24 ).
Şu kadar var ki, onların vicdanlarında hissettikleri bu taraftarlığın ne kadar önemli ve menfaatlerine olduğunu onlara bildirmek ve onları bu konuya ikna etmek için samimi dindar, Allah korkusunu taşıyan, İslam ümmetinin menfaatini düşünen, bütün insanlığın bu dünyada huzur ve barış içinde yaşamlarına taraftar olan akl-ı selim sahibi müminlere ihtiyaç vardır. O ülkelerde, hem kal hem hal diliyle onlara güven verecek bir tutum içinde olmalan İslam’ın gerçekten bir silm ve barış dini olduğuna gönülden inanların oluşturduğu müslüman lobilerin çalışması büyük önem arz etmektedir.
İçinde bulunduğumuz şu ahir zaman fitnesinin baş oyuncuları -hadis-i şeriflerde- Süfyan, ve Deccal gibi unvanlarla ifade edildiğini ve bunların hem İslam âlemini, hem de bütün insanlık âleminin hırsından ve ihtilaflarından istifade ederek az bir kuvvetle insanlık camiasını herc-u merce/katl-u kitale sürükleyeceklerini ve İslam âlemini de esaret altına alacaklarını belirten Bediüzzaman hazretleri, Müslümanlara şöyle sesleniyor:
“Ey ehl-i iman! Zillet içinde esaret altına girmemek isterseniz, aklınızı başınıza alınız! İhtilafınızdan istifade eden zalimlere karşı “Müminler sadece kardeştirler” mealindeki ayetin kal'a-i kudsiyesi içine giriniz; tahassun ediniz. Yoksa ne hayatınızı muhafaza ve ne de hukukunuzu müdafaa edebilirsiniz. Malûmdur ki; iki kahraman birbiriyle boğuşurken; bir çocuk, ikisini de döğebilir. Bir mizanda iki dağ birbirine karşı müvazenede bulunsa; bir küçük taş, müvazenelerini bozup onlarla oynayabilir; birini yukarı, birini aşağı indirir. İşte ey ehl-i iman! İhtiraslarınızdan ve husumetkârane tarafgirliklerinizden kuvvetiniz hiçe iner, az bir kuvvetle ezilebilirsiniz...”(Hizmet Rehberi, 86 )
Rabbim bizi kelime-i tevhit etrafında ittihat ettirsin inşaallahurrahman!