İslam birliği, inanç birliğidir ve iman kardeşliğidir. İman kardeşliğin gereğinin yapılmasıdır. Mü’minler kardeştir, kardeşliğin gereği ne ise o yapılmalıdır. Mü’minler kardeştir. Gönül birliği, fikir birliği ve ideal birliğidir. Bu da hürriyet içinde olur. Hürriyetin olmadığı yerde fikir birliği de gönül birliği de kardeşlik de olmaz. İslam birliği yardımlaşma ve dayanışmadır. Siyasi, ekonomik ve kültürel birlikteliktir. İlimde ve teknikte yardımlaşmadır. Yer altı ve yer üstü kaynakları paylaşmadır.
İslam birliği hedef ve ideal birliği, ilim ve kültür birliği, aksiyon ve faaliyet birliği ve siyasi ve ekonomik birlikteliktir. Hedef ve amaç birliği aynı hedefe kilitlenmeyi netice verir. İlim ve kültür birliği ortak düşünceyi doğurur. Faaliyet birliği bir arada bulunmayı sağlar. Siyasi ve ekonomik birlik ise güç birliği demektir.
İslam birliği Kur’an ve sünnetin emridir. Yüce Allah “Hepiniz Allah’ın ipine sarılın. Bölünüp parçalanmayın” (Âl-i İmran, 3:103) fermanı ile bu birliği emretmiştir. Peygamberimiz (sav) ise bu konuda yüzlerce tavsiyesi vardır.
İslam birliği ortak inanç, tefekkür ve ilim birliği demektir. “Tevhid-i imani elbette tevhid-i kulübü ister. Vahdet-i itikat dahi vahdet-i içtimaiyeyi iktiza eder.” (Mektubat, 2006, s.444)
İslam birliği din birliğinin gereğidir. Dinin gereğidir. Peygamberimizin (sav) emrinin hayata geçmesi ve iman kardeşliğinin tesisidir. Peygamberimiz (sav) inananlara şu tavsiyelerde bulunmuştur:
“Nefsim yed-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe gerçekten iman etmiş olmazsınız. Yaptığınız zaman birbirinizi seveceğiniz şeyi haber vereyim mi? Aranızda selamı yaygınlaştırın!” (Müslim, İman, 93; Ebu Davud, Edeb, 142; Tirmizi, İsti’zan, 1)
“Birbirinizi sevmede, birbirinize merhamet etmede, birbirinize şefkatte mü’minlerin misali bir bedenin misali gibidir. Bedenin bir uzvu rahatsız olursa diğer uzuvlar onun ızdırabına ortak olurlar, uykusuzluk ve acı çekerler.” (Buhari, Edeb, 27; Müslim, Birr, 66)
“Sakın zanna yer vermeyin; zira zan sözlerin en yalanıdır. Birbirinizin kusurlarını araştırmayın. Birbirinizle rekabete girmeyin, hasetleşmeyin, birbirinize düşmanlık yapmayınız. Birbirinize sırt çevirmeyiniz. Ey Allah'ın kulları kardeş olun.”
“Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez ve ona ihanet etmez, onu mahrum bırakmaz ve ona hakaret etmez. Kişiye günah olarak Müslüman kardeşine hakaret etmesi yeterlidir. Müslümanın kanı, malı ve namusu diğer bir müslümana haramdır, korumakla mükelleftir, onlara dokunamaz.”
“Bir müslümanın kardeşine üç günden fazla küsmesi helal olmaz. Allah sizin suretlerinize ve kalıbınıza bakmaz, kalplerinize bakar. Takva, Allah korkusudur ve kalptedir. Arabın aceme üstünlüğü yoktur. Üstünlük takvadadır. Allah katında en şerefli olanınız Allah’tan en çok korkanınızdır.” (Buhari, Nikâh, 45, Edeb, 57, 58, Feraiz, 2; Müslim, Birr, 28-34; Ebu Davud, Edeb, 40, 56; Tirmizi, Birr, 18)
“Ma’ruftan, iyilikten hiçbir şeyi, -velev kardeşini güler yüzle karşılamak dahi olsa- hakir görme! Bir şey aldığın zaman bir avuç da olsa muhtaç olan komşuna vermeyi unutma!” (Tirmizi, Et’ime, 30)
İslam birliği ekonomik yardımlaşmadır. Ekonomik yer altı ve yer üstü kaynakların kullanımıdır ve paylaşımıdır. İslam birliği siyasi birliktir. Siyasi birliği peygamberimiz (sav) Medine’de “Medine Sözleşmesi” ile sağlamıştı. Asr-ı Saadet bir model olarak pek çok siyasi oluşuma örnek olmuştur. Tarih boyunca Müslümanlara ilham kaynağı olmuştur. Bu elbette İslam ülkelerinin ilham kaynağı olmaya devam edecektir.
Tarihte “İttihad-ı İslam” idealinin hayata geçmesi de kolay olmamıştır. Celalettin Harzemşah’ın ve Memlükler’in Cengiz ve Hülagu ile mücadelesi, Selahaddin-i Eyyubi’nin, Kılıçarslan’ın haçlılarla mücadelesinden sonra bu ideal Müslümanların ilim ve fikir dünyasına hakim olmuş ve büyük bir ihtiyaç halini almıştı. Nihayet İslam birliği ideali pek çok İslam milletlerini Osmanlı etrafında birleşmeyi sağlamıştır. İstanbul’un fethinden sonra pek çok Tevaif-i Mülûk devletinin Osmanlı’ya bağlanmasını sağlamıştır. Çünkü Müslümanların birliğin Osmanlı etrafında sağlanacağına ait inancı “İstanbul’u fetheden komutana ve askere peygamberin övgüsünü” kazandırmış, bu da Müslümanların Osmanlıya olan güvenini sağlamıştır. Bundan dolayı İslam birliğine gönül verenler “Devletimde bey olacağıma Osmanlı’ya er olurum daha iyi” demişlerdir. Yavuz Sultan Selim’in “İttihad-ı İslam İdeali”ni hayata geçirmesi Kürtlerin, Arapların ve Farslıların Osmanlı’ya bağlılığını sağlamıştı. Daha sonra Afrika Fatihi Barboros Hayrettin Paşa’nın Osmanlı’ya bağlılığını da bu ideal sağlamıştır. İttihad-ı İslam kuru bir davanın ve boş bir iddianın ürünü değildir.
İttihad-ı İslama giden yolda hiçbir şey yapılmamıştır demek doğru değildir. Osmanlıdan sonra Müslüman ülkeler ilk olarak 8 Temmuz 1937’de Tahran’da Sadabad Sarayı’nda Türkiye, İran, Irak ve Afganistan dörtlüsü “Sadabad Paktı” imzalayarak bir araya gelmişlerdir. Bu pakt 1979’da İran’daki rejim değişikliğinden sonra feshedilmiştir. 22 Mart 1942 tarihinde Arap Birliği kurulmuştur. Ancak bu ırka dayanan bir birliktelik olduğu için güçlü ve etkili olmamaktadır.
24 Şubat 1955 yılında Türkiye ile Irak arasında Bağdat Paktı kuruldu. 23 Eylül 1955’de Pakistan, 3 Kasım 1955’de İran da bu pakta üye oldu. İngiltere ve Amerika’da bu pakta güç verdiler. Amaç Rusya’nın yayılmacı politikalarını engellemekti. 14 Temmuz 1958'de Irak’ta ihtilal oldu. 24 Mart 1959'da da Irak, Bağdat Paktı'ndan çekildiğini resmen açıkladı. 18 Ağustos 1959’da da Bağdat Paktı'nın adı “Merkezi Antlaşma Örgütü" yani CENTO olarak değiştirildi. 27 Mayıs 1960 yılında Türkiye’de ihtilal oldu. 20 yıl devam eden bu örgüt, 12 Mart 1979'da Pakistan'ın ve İran'ın ayrılması ile fiilen sona ermiş oldu.
21 Ağustos 1969 tarihinde Mescid-i Aksa’nın kundaklaması ile Müslüman ülkelerin Eylül 1969 yılında Fas’ın başşehri Rabat’ta 50 İslam Ülkesinin bir araya gelmesi ile İslam Konferans Örgütü (İKÖ) kuruldu. Türkiye bu ülkeye 1976 yılında İstanbul zirvesinde tam üye oldu. Günümüzde bu örgüte 57 İslam Ülkesi üye olmuştur. Ama ne var ki İslam âleminin en büyük organizasyonu olmakla beraber etkin bir güç hâline gelememiş ve uluslar arası önemli bir varlık gösterememiştir.
1991 yılında Rusya’nın yıkılmasından sonra Azerbaycan, Özbekistan, Türkmenistan, Kırgızistan bağımsızlıklarına kavuştular. Türkiye Cumhuriyeti bu duruma hazırlıksız yakalandı. Dolayısıyla ağabeylik yapamadı. Beraber bir birliktelik sağlayamadı.
15 Haziran 1997’de İstanbul’da Türkiye, İran, Pakistan, Bangladeş, Malezya, Endonezya, Mısır ve Nijerya’nın hükümet başkanlarının bir araya gelmesi ile yeni bir ekonomik birliktelik kuruldu. Türkiye Başbakanı Necmettin Erbakan’ın liderliğinde dünyanın en zengin 7 ülkesi olan G-7’nin (ABD, Kanada, İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, Japonya) alternatifi gibi anlaşılan ve D-8 olarak isimlendirilen bu örgüt günümüzde pek etkin gözükmemektedir.
Müslümanların birliği ve beraberliği dinin emri ve bütün Müslümanların hayali ve ideali olduğu için her zaman Müslümanların gönlünde devam edecektir. Bu gün olmazsa yarın bu birliktelik mutlaka sağlanacaktır. Ancak bu birliktelik bir ihtiyaçtan ve samimi olarak bütün insanlığa hizmet etme felsefesinden kaynaklanmalıdır ki Allah'ın rızasına ve “dinin/kur’anın bütün insanlığa rahmet olmasına” uygun olsun. Bu nedenle rekabetten ve menfaat paylaşımından ve iktidar kavgasından uzak bir hizmet yarışının sonucu olacaktır. Garazlardan, menfaat paylaşımından ve intikam duygularından uzak olması gereken bir husustur. Bu nedenle İttihad-ı İslam idealinin her türlü menfaat ve siyasi çekişmelere alet ve tabi olmaması gerekir. Yoksa akim kalır.
Günümüzde İslam ülkelerinin en büyük organizasyonu 1969 yılından itibaren kurulmuş olan 57 İslam ülkesinin üye olduğu İKÖ (İslam Konferans Örgütü) dür. Böyle olmakla beraber dünyada etkin bir politika izleyememesinin sebebi BM’nin en etkin üyeleri olan ABD, İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin gibi dev ülkelerin “Müslümanların Birliğine” fırsat ve imkân vermek istememeleridir. Ayrıca İKÖ’nün politikalarını belirleyen güçlü bir lider ülkenin olmaması, BM gibi güvenlik konseyi ve etkin bir askeri gücünün olmaması, ayrıca G-7 gibi ekonomisi güçlü olmamasıdır. En önemli nedeni ise yukarıda özellikle belirtmiş olduğum siyasi ve ekonomik menfaat ve çekişmelere alet olmayacak şekilde “ilmî ve fikri temellere” oturmuş olmamasıdır.
İslam birliği bir din ve kardeşlik birliği olduğu için Türk Birliği, Arap Birliği ve Avrupa Birliği gibi birlikteliklere NATO ve BM gibi birlikteliklere engel değildir. Ayrıca 1992’de kurulan Karadeniz Ekonomik İşbirliği Asamblesi gibi birlikteliklere de engel değildir.
Günümüzde İslam dünyası Moğol İstilası ve Haçlıların saldırıları dönemine benzer bir dönemden geçmektedir. Bu dönemin sonu İslam Birliğinin başlangıcı olacaktır. Çünkü “zaman bir hatt-ı müstakim üzere hareket etmez” ve bu nedenle “tarih tekerrürden ibarettir.” Cengiz ve Hülagü fitnesi Harzemşahları ortadan kaldırmış, Bağdatı yakıp yıkmıştır; ama Hasan Sabbah’ın ortaya çıkardığı “Haşhaşî/İsmâilî Terör Örgütünü” de ortadan kaldırmıştır. Günümüzde de ABD’nin Irakı işgali benzer siyasi sonuçları netice vermesi olasıdır. Bir taraftan PKK ve öbür taraftan PEJAK gibi örgütler bu şekilde ortadan kalkması mümkün olabilir.
İslam birliği “Meşveret ve Şura”dır. Yüce Allah'ın “Mü’minlerin dünyaya ait işleri meşveret ve şura iledir” (Şûra, 42:38) buyurur. Bu âyet-i kerime şûrayı esas olarak emrediyor. Bediüzzaman Müslümanların şuralarla hareket etmesini “hayat-ı içtimaiye-i islamiyedeki saadetlerinin anahtarı” olarak görür. (ESDE, 2009, Hutbe-i Şâmiye, s. 354-356) Nasıl insanlık “telahuk-u efkar” ile asırlarla, tarih vasıtası ile meşveret ederek güzel fikirleri alır ve sahip çıkarak uygulayarak bu medeniyeti oluşturmuş ise, meşveret ve şuralar ile ortak akıl ile hareket ederek “İslam Medeniyetini” oluşturacaktır. Bunun için “Asyanın bahtının miftahı meşveret ve şuradır.” “Asya kıtasının ve istikbalinin keşşafı, meşveret ve şuradır.” Fertler birbirleri ile meşveret yaptıkları gibi, taifeler, milletler ve kıtalar dahi bu meşvereti yapmaları gerekir. Günümüzde bir buçuk milyar müslümanın ayakbağlarını çözecek olan en önemli çıkış noktası “meşveret-i şer’iye ile şehamet ve şefkat-i imaniyeden tevellüt eden hürriyet-i şer’iyedir.” (ESDE, Hutbe-i Şamiye, 6 355)
İslam birliğinin esası ve temeli olan meşveret-i meşruanın en önemli iki üyesi “hakiki milliyetimizin esası ve ruhu olan İslamiyete gönül vermiş, asırlarca İslama hizmet etmiş olan Arap ve Türk hakiki iki kardeşlerdir. İslamiyet bu iki milleti birtek aşiret hükmüne getirir. Birbirlerine manen ve maddeten yardım ederek diğer milletlere hüsn-ü misal olmalıdırlar. (ESDE, Hutbe-i Şamiye, s. 350)
Sonuç olarak, İslam birliği devletlerin birleşmesi, sınırların birleştirilmesi değildir. Tek bir devlet hayali de değildir. İslam birliği din ve inanç, amaç ve ideal birliğidir. Fikir birliği ve ideal birliğidir. İslam birliği siyasal bir oluşum değil, siyasi bir yaklaşım da değildir. İslam birliği, “Mü’minler kardeştir; Müslüman olmayanlar ise insanlıkta eşittir” prensibinin hayata geçmesidir.