Yıllar boyu İslam dünyasıyla ilgili siyaset yorumu yapanlar, bu dünyanın ekonomik ve toplumsal gelişme sorunlarını tartışanlar, bütünüyle oryantalist bir bakış açısıyla meseleyi irdelemeye çalıştılar.
Oryantalizmin bu dünyaya yönelik peşin hükümlerinin başında, İslam'ın gelişmeye karşı olduğu fikri, ekonomik ve sosyal kalkınmadan demokratikleşmeye kadar birçok alanı kuşatacak şekilde ortaya konmuş ve bütünüyle mesele İslam'dan uzaklaşma hedefine yoğunlaşmıştı. Çünkü bütünüyle bu coğrafyanın kültürel dokusunun kurucu öğesinin din kurumu olduğu düşünülüyordu.
Oryantalizmin bu ön yargısının ciddi bir tarafı olmadığı tarih, sosyoloji, ekonomi gibi sosyal bilimlerin muhtelif sahalarında çalışan sadece Müslüman değil, Müslüman olmayan birçok bilim adamı tarafından ortaya konulup, eleştirilmiş olmasına rağmen, Türkiye'nin hâkim politik sisteminde neredeyse bu ön yargıların kabullenildiği bir anlayış uzun süre yürürlükte kalmıştır.
Zihni sömürgecilik
Batılılaşma ideolojisinin bütünüyle oryantalist tezler üzerine kurulu yapısı, yalnız İslam dinini değil, bu dinin yaşandığı topraklardaki yerli kültürleri de tasfiye etmeye dönük özellikler taşımaktadır. Başta Türkiye, Mısır, Tunus olmak üzere Ortadoğu, Kuzey Afrika'daki ve Asya'daki Müslüman ülkelerde bu anlayış resmi ideoloji haline getirilmiş, söz konusu ülkelerin eğitim programlarında pozitivist yaklaşımda temellenmiş uygulamalara yol açmıştır. Bu uygulamaların en somut ürünü, o ülkelerin kendi halklarından devşirilmiş yerli elitler ve aydınların oryantalist tezleri savunmalarıdır.
Türkiye dışındaki bu ülkelerin neredeyse tamamı sömürge ya da yarı sömürge yönetimleri altında kalmış, dolayısıyla sömürgeciliğin bizatihi uyguladığı politikalarla oryantalist tezleri benimseyen sömürge aydınları ve elitlerine sahip olurken, Türkiye farklı yollardan aynı sonuca ulaşmıştır. Türkiye'nin Batıcıları, sömürge aydını ve eliti olma konumunu, zihni sömürgecilik üzerinden edinmişlerdir.
Bugün değişen tablo, bütünüyle bu coğrafyanın kendi koordinatlarıyla düşünmesi sürecini başlatmıştır. Sömürge aydın-elit tipinin düşünsel hâkimiyetini yitirdiği bu aşamada, başta kalkınma, modernleşme ve demokratikleşme olmak üzere bütün bu kavramların yeniden tartışıldığı bir dönemin yaşandığını anlamak gerekir.
Artık birçok kimse, Müslüman ülkelerde demokrasinin bulunmayışını veya eksikliğini doğrudan İslam'la bağlantılı olarak açıklamak yerine, başka faktörlerle bu sorun arasındaki ilişkiyi tartışmayı tercih etmektedir.
Oryantalizmden sonra
Batıcılığın ya sömürgecilik eliyle ya da zihni sömürgeciliğin eseri olan devşirilmiş elitler eliyle uygulandığı İslam dünyasında, kaçınılmaz olarak despotik baskı rejimleri kurulmuştur. Yerli kültürleri tasfiye etmeye yönelik bir anlayışın ancak baskı ve zorbalıkla gerçekleşebileceği fikrinin yarattığı antidemokratik bu rejimlerin sonunun geldiği bir zamandan geçilmektedir.
Bu süreç sadece eski anlayış ve alışkanlıkların değil, devlet ve toplum arasındaki ilişkilerin de, devlet içerisindeki kurumsal yapıların da değişmesini zorunlu kılmaktadır. Bunun içindir ki, artık militarist anlayıştaki unsurların varlığı hoş görülemez. Bunun içindir ki, eski siyasal düzenin kadroları, kendi konumlarını sürdüremezler.
Bunun içindir ki, resmi ideolojinin kendi tarihine karşı düşmanlığı artık anlamsız hale gelmiştir. Müslüman toplumlar kendi kimliklerine sahip çıkacak bir yol olarak demokrasiyi benimserken sadece tarihleriyle barışmakla kalmayıp oryantalizmin ön görmediği bir geleceği kurmaya yönelmiş olmaktadırlar.
Arap Baharı'nı anlamayanların meseleye bir de bu açıdan bakmaları yararlı olabilir.
Bugün