İslam laiklikle bağdaşmaz, laik islamî devlet olmaz, ama islâmî demokratik devlet olabilir.
Bugün krallıklarla, askeri dikta rejimleriyle, sömürgecilerle işbirliği yapmış reislerle idare edilen İslam ülkelerinin yapacakları şey "islâmî demokrat ülke" olmayı gerçekleştirmektir.
İslâmî demokrat ülkede yöneticiler seçimle işbaşına gelir, seçenler veya onların belirlediği temsilcileri tarafından denetlenir, ehliyet ve liyakatlerini kaybettikleri, yoldan saptıkları sabit olunca işten el çektirilir ve yenileri seçilir. Temel meşruiyet kaynağı İslam'dır. Müslüman olmayanlar buna zorlanmazlar, insan olmaya bağlı hak ve özgürlüklerden -Müslümanlar gibi- yararlanırlar. Müslümanlar kamuya açık alanlarda ayıp ve günah olan fiillerde bulunamazlar, özel mekanlarında ne yaptıkları -topluma zararlı olmadıkça- araştırılmaz.
İslam ülkelerinde islâmî demokratik sisteme geçiş nasıl olacaktır?
Önce amaca uygun bir eğitimle fertlerin bilgili ve şuurlu birer mümin olmaları sağlanmalıdır.
İslâmî gruplar aralarında yapacakları danışmalar ve görüşmelerle, bütün gurupların ortak oldukları bir İslam anlayışını referans almada ittifak edeceklerdir. Belli bir grubun İslam anlayışında ısrar etmesi kaosa sebep olur.
Müslüman olmayanların endişelerini gidermek için onlarla da samimi danışmalar yapılmalı, hak ve hürriyetleri konusunda güvence verilmelidir.
Ülkede güçlü bir muhalefet varsa, geçiş teşebbüsü ülkenin varlık, bağımsızlık ve birliğini tehlikeye düşürecekse önce -geçici bir aşama olarak- yumuşak laiklikle demokrasiye geçiş yapılabilir. Bu uygulama laikliğin islâmî olmasına değil, zarurete dayanmaktadır.
Laikliğin İslam'a aykırı olduğu ve Müslümanlara ait -laik ve liberalist olmayan- bir demokrasinin mümkün olduğu konularında iki görüşü aktarmayı yararlı görüyorum.
Kendisi modernist İslamcı olan Prof. Fazlurrahman birinci konuda şöyle der:
"Müslümanların çağdaş dünyada var olabilmeleri için iki yol vardır; ya bütünüyle laik Batı'ya entegre olmak, yahut da İslâm'ı ve temel kaynakları yeni bir ictihad metodu (sistematik, tarihsel yorum usulü) ile yorumlayarak yeniden hayatın bütün alanlarına sokmak, böylece çağdaş dünyaya/insanlığa, laik/seküler olmayan, fakat İslâmî geleneğe değil, Kur'an'ın ahlakî ve sosyal amaçlarına uygun yeni kurum ve kurallara dayanan bir alternatif model sunmak. Ona göre tutulması gereken yol bu ikincisidir. Gelenekçi ve muhafazakâr yaklaşım ve tutumlar ile bazı Müslüman modernistlerin "sükût, iki yüzlü idarecilik, geleneği kullanmak ve tedrîcî-seçmecilik" tavır ve yaklaşımlarının varacağı sonuç, İslâm dünyasında ve Müslüman hayatında giderek laisizmin ve sekülarizmin hakimiyet kurması olacaktır ("İslâmi Çağdaşlaşma", İslâmi Araştırmalar, s.314-320).
Fazlurrahman'ın yorum metoduna değil, laikliğin İslam'a zıt olduğu görüşüne katılıyorum.
S. P. Huntington, Türkçe'ye "Medeniyetler Çatışması" adıyla çevrilen kitabında (Ankara, 2001, s. 171,179) Türkiye'nin lider olma potansiyelinden, bunun için yenileşme modelini bir daha gözden geçirmesine ihtiyaç bulunduğundan söz ettikten sonra -ikinci konuda- şunları söylüyor:
"Türkiye, kültürel ve dini geleneklerini canlandırmanın ve İslam ve Osmanlı mirasının üzerine modern bir ekonominin ve demokratik bir siyasetin inşa edilebileceğini göstermenin zamanının geldiğini düşünebilir... İnanıyorum ki, Türkiye bu yüksek gayeye sahip çıkacaktır ve eğer İslamî bir anlayışla kalkınmayı ve demokrasiyi birleştiren bir model olabilirse bundan hem Türkiye hem de dünya faydalanacaktır... Bu onların Batılı liberal bir demokrasiyi kabul edecekleri anlamına gelmez. Onlar kendilerine has bir demokrasi şekline varacaklardır..."
Konuyu son bir yazı ile noktalayacağım.