3 Ocak 2021 tarihinde vefat eden Bediüzzaman’ın doktor talebesi Dr. Mehmet Akay da, 1972 yılında birlikte aynı özel muayenehanede çalışmayı ona teklif ve onu razı ettiği babam Dr. Sadullah Nutku gibi, sadece “mütehassıs bir tıp doktoru” değil; aynı zamanda iyi bir Müslüman ve Risale-i Nur talebesiydi.
Onun bu vasfı üzerinde düşünürken, içinde bulunduğumuz iletişim çağında şahsen bu mevzuda da e-posta grubumdakilere iyi bir iletişim yapabilmek maksadıyla, Bediüzzaman’ın ilk doktor talebelerinden Ali Kemal Durakoğlu’na yazdığı ve Barla Lâhikasında bulunan mektubundan bazı cümlelerle, aşağıdaki mesajımı yıllarca önce e-posta grubumdakilere gönderdiğimi hatırladım.
* * *
O e-posta mesajım şöyleydi:
“Birçok gencin kendileri ile ilgili ve birçoklarının ebeveynlerinin de çocuklarıyla ilgili istek ve ideallerinde doktorluk mesleği vardır. Çok küçük yaşlardan itibaren de bu ideali gerçekleştirmek için çalışılır. Yapılan anketlere göre bu idealin temelinde, doktorluk mesleğinin cemiyet içinde en itibarlı meslek oluşunun ve yüksek maddî gelir imkânının rolü olabilirse de, bu mesleğin kazanılması hem zordur ve hem de doğrudan insan hayatıyla ilgili olması sebebiyle mesuliyeti büyüktür.
Aslında sadece doktor (tabib) olmak -birçok insanın bu konudaki düşüncesinin aksine- çok önemli değildir; ‘Mü'min bir doktor olmak’ çok önemlidir. Çünkü bütün varlık âlemi içinde en kıymetli olan, hayattır. Bütün varlıkların içinde en kıymetlisi de, insandır. Doktorluk (hekimlik, tabiblik, tıp mesleği), insanların hayatlarıyla doğrudan ilgili, onların hastalıklarını önlemek, iyileştirmek veya hafifletmek maksadıyla kullanılan ilim, sanat ve teknik uygulamalar çalışmalarını ifade ettiği için, bu meslekle insanların hem dünya hayatlarına ve hem de -bununla birlikte yapılabilirse- âhiret hayatlarına hizmet etmek, çok önemlidir.
Çünkü insanların hayatları, onların sadece bu dünyadaki fanî hayatlarından ibaret değildir. İnsanların hayatlarına hizmetlerin en kıymetlisi de; bu dünyadaki fanî hayatlarının erken veya geç, mukadder ve kaçınılamaz olarak sona ermesiyle başlayacak olan ‘ebedî hayatları’ için çalışmaktır. İnsanların bu dünyadaki fanî hayatlarının bütün kıymeti ve ehemmiyeti, onların dünyadaki ölümlerinin sonrasında başlayacak olan ebedî hayatlarına çekirdek, başlangıç ve kaynak olması bakımındandır. Bir Hadis-i Şerifte "Dünya âhiretin tarlasıdır"; bir atasözümüzde de "Ne ekersen, onu biçersin" denilmektedir. İnsanların, ebedî hayatlarını zehirleyecek ve bozacak şekilde sadece dünya hayatlarını düşünmeleri, “anî bir şimşeği ebedî bir güneşe tercih etmeleri” gibi bir deliliktir!..
وَإِذَامَرِضْتُ فَهُوَيَشْفِ
“Hastalandığım vakit de bana O şifa verir” mealindeki (Şuarâ Sûresi 26:80.) âyetle dikkat çekildiği gibi, hastalığı da onun şifasını da veren Allah'tır; doktorlar, aslında hastalığı veren Allah'ın o hastada Şâfî (şifa veren) ismini tecelli ettirerek şifayı vermesine ancak sebeb olurlar. Hastalığının şifa bulması için doktora müracaat etmek, Allah'ın Şâfî isminin kendisinde tecelli etmesi için ‘fiilî duada bulunmak’ manâsında olmalıdır. Ve bu fiilî duanın, sözlü duayla birlikte yapılması, hastalar ve onların yakınları tarafından ihmal edilmemelidir. Bunun aksine, doktorların kendilerinin veya hastaların ve hasta yakınlarının doktorları ‘şifa verici’ olarak görmelerinde, en büyük günah olan ‘şirk’ (Allah'a ortak koşmak) kokusu bulunur. Maalesef bu mühim gerçeğe cehaletle veya inançsızlıkla aykırı davranarak bazı doktorlar kendilerini, bazı hastalar ve hasta yakınları da doktorları ‘hakikî şifa verici’ (!) olarak görmek gaflet ve dalaleti içine girerler.
Doktorlar, Allah'ın en mükemmel olarak yarattığı varlık olan insanın anatomisini, fizyolojisini diğer meslektekilere göre çok daha iyi öğrenmeleri ve bilmeleri sebebiyle, Allah'a imanlarının diğer meslekteki insanlara nisbeten çok daha fazla olması gerekirken, bunun tam aksinin örneğini veren bazı doktorların da bulunması, ‘asıl hakikat’ karşısında herkesten çok, bu neviden ‘maddiyatçı ve gafil’ doktorların ‘hasta’ olduklarını gösterir. Böyleleri, Kur'an'ın kudsî eczanesinden İslâm imanına ait ilaçları alabilseler, hem kendi hastalıklarını ve hem de insanların -maddî hastalıklarının yanında onların- manevî hastalıklarını da tedavi edebilirler.
“İnsanların asıl ihtiyacı olan doktorlar’; böyle mü'min doktorlardır. Kendisi doktor olmak isteyenler, doktorluk mesleğinde kendilerine böyle bir hedef seçmelidirler; çocuklarının doktor olmasını isteyenler de, çocuklarını doktorlukla ilgili böyle bir hedefe göre yetiştirmelidirler.”
* * *
Yukarıda naklettiğim e-posta mesajımı gönderdiklerimden bana gelen cevaplardan birinde, Almanya’nın en eski eczanesinin üstündeki, bütün eczanelerin üstüne yazılması gereken çok mühim bir yazıdan şöyle bahsediliyordu:
“Almanca lisanımı takviye için, 1974 yılında Hamburg’a yakın; o zamana göre ‘1000 yıllık şehir’ diye anılan Luneburg’daki ‘Goethe Enstitüsü’ne gitmiştim. Hafta sonları rehber refakatinde tarihî şehri bize tanıtıyorlardı. Bize bu konuda rehberlik eden kişi, bir binanın önünde durmuştu ve bize şöyle demişti:
“Bu binaya iyi bakın; bu bina, Almanya’nın en eski eczanesi olup, hâlen de eczanedir. En üstündeki yazıyı okuyun.’
O yazı Latinceydi. Rehberin bize dediğine göre, eczanenin üstünde, o zaman kullandıkları lisan olan Latince ile şu yazıyormuş:
“Bütün ilaçlar birer vesiledir. Hakikî şifayı Allah verir.”
* * *
Gönderdiğim o e-posta mesajıma cevaben bahsedilen bu hâtıra tıp, doktorluk, hastalıklar, tedavi, ilaçlar mevzuuyla ilgiliydi ve çok mühimdi.
Göndermiş olduğum aynı e-postaya cevap olarak, bir tıp profesörünün cep telefonuma gönderdiği geri dönüş mesajı ise şöyleydi:
“Çok güzel. Bediüzzaman’ın ilk doktor talebesi Dr. Ali Kemal Durakoğlu’na 1926-1934 yılları arasında Barla hayatı esnasında yazdığı ve Barla Lahikası’nda bulunan mektubu hatırlatıyor. Hem hastaları, hem yakınlarını, hem de doktorları gafletten uyandırıyor. Allah razı olsun.”
Ben de aslında, Risale-i Nur Külliyâtı Barla Lâhikası’nda yer alan o mektuptan aldığım derslerle, bahsettiğim o e-posta mesajımı yazmıştım.
Bediüzzaman’ın Dr. Yusuf Kemal Durakoğlu’na yazmış olduğu ve Barla Lâhikası’nda bulunan o mektubu, başta tıp doktorları ve tüm sağlık personeli olmak üzere, tüm insanlara mühim bir ders niteliği taşıyordu. Hattâ vefat eden bir kişinin yakınlarının evine taziye için gittiğimizde, o eve davet edilmiş olan yakındaki bir caminin imamı Kur’an okuduktan sonra, cebinden küçük boy bir “Hastalar Risalesi” kitabı çıkartmış ve o risalenin son sayfalarında bulunan o mektubu da okumuştu. Bu sebeple ben, onun çerçeve içine alınarak evlerde, bilhassa özel muayenehane ve sağlık sektörü ile ilgili yerlerde duvara da asılması için hediye etmek maksadıyla, ekte görüldüğü gibi tamamını bir sayfa içine yerleştirip A3 ebadlı halde çoğaltarak, uygun gördüğüm kişilere hediye etmeyi de düşünmüştüm.
Allah bundan da ders alabilmeyi nasip etsin. Âmin.