Başbakanlık Başdanışmanı İbrahim Kalın'ın yazısı
Avrupa yaşadığı kimlik krizini İslam’a çıkartmaya devam eder, İslamofobya’nın da nefret suçları kapsamında değerlendirmek için acele etmezse, önümüzdeki süreçte Norveç benzeri katliamlar yaşanabilir.
“Bütün bunları Avrupa’yı İslam’dan korumak için yaptım”. Norveç katliamının sorumlusu Anders Behrig Breivik’in çıkartıldığı mahkemede müdafasını bu sözlerle yapması, karşı karşıya olduğumuz tehlikenin boyutları hakkında bir fikir veriyor. Avrupa ve Amerika’da yükselişe geçen İslam nefreti ve Müslüman karşıtlığı, Norveç katliamıyla trajik bir dönüm noktasına ulaştı. Bu hazin hadise, “İslamofobya şiddet içermiyor; bu bir ifade özgürlüğü ve eleştiri hakkıdır” diyenlerin tezini temelden çürütmüş oldu. Yıllardır İslamofobya tehlikesine karşı yapılan çağrıları hiçe sayanlar, şimdi bütün olup biteni yeniden mütalaa etmek zorundalar. Başbakan Erdoğan’ın bu konuyu uluslararası platformlarda sürekli gündeme getirmesi de, Norveç hadisesinden sonra yeni bir anlam kazandı. Batılı liderler bu çağrıya kulak verecek mi? İKÖ’nün İslamofobiyayla ilgili Avrupa ve BM nezdinde yürüttüğü hukuki girişimler artık muhatap bulacak mı?
Çarpık bir tarihle hesaplaşmak
Tıpkı anti-Semitizm gibi, tıpkı ırkçılık ve ayrımcılık gibi, İslam korkusunu ve Müslüman karşıtlığını ifade eden İslamofobya da şiddet üretme potansiyeline sahip bir insanlık suçudur. 11 Eylül hadiselerinden sonra Amerikan Müslüman topluluğuna karşı yürütülen suçlama, sindirme ve korkutma politikaları kitlesel düzeyde ölümlere yol açmadı. Fakat geçtiğimiz on yıl içerisinde yaşanan irili ufaklı yüzlerce hadise, Avrupa’da aşırı sağın yükselişi ve son olarak Amerika’da “Çay Partileri” adı altında örgütlenen kesimlerin “İslam felaketi geliyor” tellallığına soyunması, bir trendi işaret ediyor. Bu kesim arasında ABD Başkanı Obama’nın “gizli Müslüman” olduğuna inanılması, Müslüman olmayı adeta bir suç yahut utanılacak bir durum haline getiriyor.
Böylece Müslüman kimliğine yönelik fiziki ve sembolik şiddet, sistemik hale gelme imkanına kavuşuyor. 11 Eylül saldırılarının akabinde Batılılara yönelik her terör olayının Müslümanlarla ilişkilendirilmesi, bunun bir sonucu. Aynı sembolik-medyatik şiddet, Norveç saldırısının olduğu gün de yaşandı. Onlarca yorumcu ve “terör uzmanı”, bunun bir el-Kaide saldırısı olduğunu “tespit etti”. İngiltere’nin en çok satan tabloyt gazetesi The Sun’ın, Cumartesi günkü manşeti “el-Kaide Katliamı: Norveç’in 11 Eylülü” idi. Norveç polisi zanlının İskandinav eşgalli biri olduğunu açıklayınca Amerikalı bir yorumcu “el-Kaide Avrupa’da taktik değiştirdi; artık Avrupalı yerlileri örgüt üyesi yapıyorlar” diyecek kadar ileri gitti.
Breivik ile ilgili ortaya çıkan yeni detaylar, karşımızda fanatik ve cani bir İskandinavyalının münferit eyleminden daha büyük bir sorunun olduğunu gösteriyor. Breivik’in kaleme aldığı “2083: Avrupa’nın Bağımsızlık Bildirgesi” adlı metin, İslamofobik zihniyetin bir hülasasını sunuyor: Avrupa’nın geçmişindeki İslamla hesaplaşmak isteyen, mevcut durumundan Müslümanları sorumlu tutan ve geleceğinde İslam ve Müslümanlığı görmek istemeyen bir zihniyet. “2083” tarihi, 1683 ikinci Viyana kuşatmasının dörtyüzüncü yıl dönümüne tekabül ediyor. Böylece Breivik, Osmanlı ile de hesaplaşmış oluyor. Breivik’in kaynak olarak kullandığı “Viyana’nın Kapıları” websayfası, sanal dünyadaki en radikal İslamofobik sayfalardan biri ve İslam karşıtı yüzlerce referansla dolu. Onun da temel hedefi, “İslam yayılmacılığını” önlemek!
Breivik’in kaynakları arasında Amerika’nın meşhur İslamofobları da var. İslam ve Müslüman karşıtı yayınlar yapan, Amerikan neo-konlarıyla yakın temasları olan ve Amerikan devletini eyleme davet eden bir grubun başındaki Robert Spencer, Breivik’in temel bilgi kaynaklarından biri. Spencer’in grubunda Daniel Pipes, Steve Kraemer, Bat Ye’or ve David Horowitz gibi, Amerikalıları “yaklaşmakta olan İslam tehlikesine karşı” uyaran, üniversite kampüslerinde kampanyalar yürüten ve ırkçı-sağcı ve İsrail yanlısı çevrelerin duayeni olan “çıplak uyarıcılar” var. Tarihi çarpıtarak nefret aşılayan, mevcut durumu abartarak paranoya yaratan İslamofobik yayınlar, yakın bir zamanda Amerikan Kongresinde “ABD’de Şeriat tehlikesine karşı tedbirli olmalıyız” mealinde traji-komik bir oturuma dahi vardırdı işi.
Breivik’in zihin dünyasında bu iş daha da ileri götürülmüş. “Slavik kardeşlerim!” diyerek Bosna savaşında Sırplara arka çıkan Breivik, Avrupa tarihindeki Osmanlı ve İslam lekesini temizlemeye çalıştığı için Radovan Karadziç’e methiyeler düzebiliyor. Hollanda’da sadece Müslümanları kışkırtmak için Kur’an hakkında provokatif bir film hazırlayan ve Müslüman göçmenlerin önlenmesi için kanun teklifleri veren Geert Wilders, Breivik’in kahramanlar listesinde yer alan bir diğer isim. Wilders, geçtiğimiz ay bir mahkeme tarafından suçsuz bulundu ve İslamofobik eylem ve saldırılarının “ifade özgürlüğüne ve eleştiri hakkına” girdiğine hükmedildi. Bu kararın Wilders ve Breivik gibilerini nasıl cesaretlendirdiğini tahmin etmek zor değil.
Çoğulculuğun sınırlarına mı gelindi
Avrupada çoğulculuğun iflas ettiğini ilan eden Merkel, Sarkozy ve Cameron gibi liderler, İslamofobyayı ve Müslüman karşıtlığını bir kimlik haline getiren yer altı akımlarının ne kadar farkındalar? Avrupa’da çoğulculuk tartışmasının giderek bir İslam-Müslüman tartışması haline geldiği artık bir sır değil. Çoğulculuk politikalarının sınırlarını, İslama ve Müslüman topluluklara karşı geliştirilen tutum ve davranışlar belirliyor. Avrupa’nın kimlik krizini İslam karşıtlığı üzerinden çözmek isteyen çevreler, popülist siyasetin de ötesine geçerek mayınlı alanlara kapı aralıyorlar.
Avrupa’da sağcı ve ırkçı yer altı akımları güçlenmeye devam eder ve ana akım siyasette daha fazla yer bulursa, Avrupa çoğulculuğu bundan sonra İslamı ve Müslümanları tamamen teğet geçecektir. Son yıllarda yaşanan hadiseler, Avrupa’daki yabancı düşmanı popülist politikaların ve söylemlerin giderek işlevsel hale geldiğini ve siyaseten karlı bir işe dönüştüğünü gösteriyor. Hollanda, Almanya, Avrusturya ve Fransa’da açıktan yapılan yabancı düşmanlığı, ekseriyetle Türk ve Müslüman düşmanlığına dönüşmüş durumda. Avrupa liberalizminin ideal-devleti kabul edilen İsviçre’de bile minare yasağıyla gündeme gelen sorun, meselenin ne kadar derinlere gittiğini gösteriyor. Norveç katliamı, bir sonraki yıkıcı dalganın nereden geleceğine dair korku verici belirsizliği ortaya koyuyor. Hayret verici olan, Avrupalı liderlerin, kanaat önderlerinin, din adamlarının, medya mensuplarının bunun farkında değilmiş gibi hareket etmesi. Kimbilir belki de gerçekten farkında değildirler.
Yeni Breivik’ler türeyebilir
Avrupa’nın kimlik krizinin faturasını İslam’a çıkartmak kısa vadede popülist siyasetin elverişli araçlarından biri olabilir. Fakat bu, İslamofobyanın diğer nefret suçları gibi şiddet unsuru içeren bir ideolojiye dönüştüğü gerçeğini ortadan kaldırmıyor. Avrupa ve Amerika bu konuda kısa sürede bir adım atmazsa, yeni Norveç katliamlarının yaşanması ihtimal dışı olmayacaktır. (Daha detaylı analiz için John Esposito ile beraber edit ettiğim İslamofobya ve 21’inci Yüzyılda Çoğulculuğun Meydan Okuması adlı kitaba bakılabilir.)
Bütün resimlerde İslam düşmanlığı
Irkçı saldırgan Breivik bir sosyal paylaşım sitesinde paylaştığı resimlerin neredeyse tamamı İslam düşmanlığı üzerine kurgulanmış durumda. Breivik’in paylaştığı resimler İslam ve Müslümanlar barbar, cani kadına şiddet uygulayan ve Avrupa’yı işgal eden tiplemeler olarak tanımlanıyor.
Star