Allah fizik olarak kavimleri ayrı ayrı yaratmış ve bu kavimler arasında buluşma, telaki ve kaynaşma vesilesi olarak da ortak kimyalar ortaya koymuştur. Kur’an, ‘sizi kabile ve milletlere taksim ettik ta ki, bilinesiniz. Lakin Allah katında en makbulünüz en muttaki ve takva sahibi olanınızdır’ buyurmaktadır. İslâm’a göre isimlerin ve eşyanın tasnifi bilinmesi ve kavranması içindir. Ayrışması için değildir. Bu anlamda İslâm’da dini veya dünyevi ayrımı yoktur. Var olan ayrım bizatihi değil taarrüf yani bilinmek ve kavranmak içindir. Dolayısıyla bu ayrım menfi manada kullanılamaz. Bunun dışında farklılıkların kavuşumu için Allah ortaya ortak bir kimya koymuştur. Bu kimya fiziki aşan manevi değerler ve milletleri kaynaştıran ortak kimyadır. Dolayısıyla milletlerin birlikte yaşaması ancak ortak kimya ile mümkündür. Ortak kimya fiziki farklılıkları izale eder. Daha doğrusu fiziki farklılıklar bir ayrışma nedeni veya kimyevi bir hal değildir. Lakin dar milliyetçilik ve ırkçılık anlayışı ise bu ortak kimyanın yerini almakta ve kavimleri ve milletleri birbirine düşürmekte, yabancılaştırmakta ve ortak yaşam alanlarını dinamitlemektedir. Kadimden beri biz milliyetçilik veya ırkçılık ekseni üzerine gelişen yabancılaşmaya şuubiye akımları diyoruz. Tarihteki şuubi eksenli kitapların şahaserlerinden birisi Şehname’dir ve Fars kavmiyetçiliğini hortlatmış ve süreçte İran milletini Araplara yabancılaştırmıştır. Halbuki, bütün Müslüman milletler esasında İbrahim Milletinin parçalarıdır. Dolayısıyla ortak bağ İslâm milletidir. Müslümanları birbirine kaynaştıran ortak bağ ve kimya işte bu milliyetçilik anlayışıdır. Hasan el Benna, Risalelerinde bu milliyetçilik anlayışına temas eder ve bunu el kavmiyyetü’l İslâmiyye olarak adlandırır. Seyyid Kutup da bunu üst kimlik olarak görür ve Müslümanların ideolojisinin ittihad-ı İslâm anlamında İslâm milliyetçiliği olduğunu ifade eder.
¥¥¥
Şuubiliğin panzehiri budur ve Seyyid Kutup buna kavmiyyetü’l ulya/üst milliyetçilik demiştir. Bediüzzaman da çeşitli eserlerinde buna İslâmiyet milliyeti der: “Aynen öyle de, heyet-i içtimaiye-i İslâmiye büyük bir ordudur; kabâil ve tavâife inkısam edilmiş. Fakat bin bir bir birler adedince cihet-i vahdetleri var: Hâlıkları bir, Rezzakları bir, Peygamberleri bir, kıbleleri bir, kitapları bir, vatanları bir-bir, bir, bir, binler kadar bir, bir... İşte bu kadar bir birler uhuvveti, muhabbeti ve vahdeti iktiza ediyorlar. Demek, kabâil ve tavâife inkısam, şu âyetin ilân ettiği gibi, teârüf içindir, teâvün içindir; tenâkür için değil, tehâsum için değildir.
Üçüncü Mesele:
Fikr-i milliyet şu asırda çok ileri gitmiş. Hususan dessas Avrupa zalimleri, bunu İslâmlar içinde menfi bir surette uyandırıyorlar, tâ ki parçalayıp onları yutsunlar. Hem fikr-i milliyette bir zevk-i nefsanî var, gafletkârâne bir lezzet var, şeâmetli bir kuvvet var. Onun için, şu zamanda hayat-ı içtimaiye ile meşgul olanlara ‘Fikr-i milliyeti bırakınız’ denilmez. Fakat fikr-i milliyet iki kısımdır: Bir kısmı menfidir, şeâmetlidir, zararlıdır. Başkasını yutmakla beslenir, diğerlerine adâvetle devam eder, müteyakkız davranır. Şu ise, muhasamet ve keşmekeşe sebeptir. Onun içindir ki, hadis-i şerifte ferman etmiş: 'İslâm dini kendinden önceki bâtıl olan fiil, hareket, âdet ve inanışları keser, kaldırır. Ve Kur'ân da ferman etmiş: Kâfirler, kalblerine cahiliyet taassubundan ibaret olan o gayreti yerleştirdiklerinde, Allah, Resulünün ve mü'minlerin üzerine sükûnet ve emniyetini indirdi ve onlara takvâda ve sözlerine bağlılıkta sebat verdi. Zaten onlar buna lâyık ve ehil kimselerdi. Allah ise her şeyi hakkıyla bilir. (Fetih Sûresi: 48:26.) İşte şu hadis-i şerif, şu âyet-i kerime, kati bir surette menfi bir milliyeti ve fikr-i unsuriyeti kabul etmiyorlar. Çünkü müsbet ve mukaddes İslâmiyet milliyeti ona ihtiyaç bırakmıyor. Evet, acaba hangi unsur var ki, üç yüz elli milyon vardır? Ve o İslâmiyet yerine o unsuriyet fikri, fikir sahibine o kadar kardeşleri, hem ebedî kardeşleri kazandırsın?”
Evet, PKK gibi şuubi akımların Kur’an tarafından tanımı, cahiliyet gayreti ve hamiyetü’l cahiliyedir ve bunu da içimize Fransız Devrimi salmıştır. Bizim de gafletimiz bunda pay sahibidir.
¥¥¥
Tarih içinde Türk milleti kavramının kullanılışına gelince. Balkanlar’da ve Avrupa’da zaman zaman İslâmiyetle eş anlamlı ve müteradif olarak kullanılmıştır. Bazen de üst kimlik yerine kullanılmıştır. Aynen Kafkaslar’da Çerkez kavramının ifade ettiği etnisiteyi aşan anlamı gibi. Dolayısıyla bu durumda Türklerin üzerine düşen Türk milleti kavramının delalet ettiği manayı daraltarak tarihten iktisap edilen başka milletlerin hürmetini ve saygısını kırmamaktır. Fiziken Türk olmayan Müslüman milletlerin üzerine düşen de, Türk kavramının tarihi vetire içinde İslâmiyete hizmetten dolayı kazandığı hürmetkar manaya sadakat göstermektir. Bediüzzaman da Kürtler adına bunu yapmıştır.
Vakit