Yazdığı konuyu hakkıyla bilenlerin yanında bilmeyenlerin de bulunması yüzünden okuyanların kafaları karışıyor, yanlış yönlere gidiyorlar ve gereksiz/faydasız tartışmalar oluyor. Son günlerde uzmanı olmadığı "şeriat" konusunda bir akademisyenin köşe yazısını okudum. Yazar, "İslam'ın temel kaynaklarında devlet düzeni ile ilgili olarak 'meşveret: danışma' dışında tek bir kelimenin olmadığını" ifade ediyordu.
Önce bu konudaki yanlışı düzeltmek üzere daha önce yaptığım bir sohbeti nakledeceğim, sonra da yazarın asıl varmak istediği "şeriat tehlikesi" konusundaki görüşünü ele alacağım.
Kur'an-ı Kerim'de siyaseti ve devlet düzenini kavram ve kurum olarak belirleyen ve çerçevesini bize veren (en azından dokuz) anahtar kelime vardır. Bu kelimeler, tevhid, itaat, hilâfet, bey'at, şûra, emir bi'l-maruf nehiy ani'l-münker, velâyet, mülk ve hükümdür. Bu dokuz kavramın açılımı yapıldığında hemen hemen İslâm'ın siyaset teorisi ortaya çıkarılmış olur.
Kur'an-ı Kerim'de, bir kavram veya kurumun yahut da bir talimatın yer almasında hacim pek önemli değildir. Yani, Kur'an-ı Kerim'de bir emrin bir kez dahi yer alması yeterlidir. Bizim için o emrin bağlayıcılığı önemlidir. Şöyle de söyleyebiliriz: Bir emir 10 kere yer alır; ama ibaha için olur, tavsiye için olur, haberdar etmek için olur. Fakat bir kere geçen bir emir de vücûb için olursa her surette inananlar için bağlayıcıdır. Ve onlar bu emir ya da emirlere itaat etmek zorunda olurlar. Dolayısıyla kemmiyet önemli değildir.
Kelimelerin açılımına gelelim:
Tevhid: Allah'ın yaratıcı, ma'bûd, kâinata hâkim (kayyûm), hüküm koyucu ve hükmedici olarak bir, tek, eşsiz, ortaksız, benzersiz olduğu gerçeğidir. Diğer ilkeler bu tevhid ilkesinin açılımı sayılabilir.
Objektif bilgi ile Allah'ın verdiği sabit olan izin ve selâhiyet bulunmadıkça veya kullar meşru yollardan, sözleşmelerle razı olmadıkça hiçbir kimsenin diğeri üzerinde "hakimlik, sahiplik, üstünlük, yöneticilik" hakkı ve selâhiyeti yoktur. Bütün insanlar aynı unsurdan yaratılmışlardır, kulluk ve itâat yalnız Allah'adır.
İtâat: Allah'a, Hz. Muhammed (s.a.)'e ve ülü'l-emre itaat edilmesi gerektiğine dair emirler Kur'an'da sıkça geçmektedir. Bu sıralama, aynı zamanda bir hiyerarşik sıralamadır. Aşağıdan yukarıya doğru bu hiyerarşiyi açmamız gerekirse: "Mahlûk kim olursa olsun Hâlik'a isyan noktasında ona itaat edilemez." Ya da Yaratan ile yaratılanın emirleri yan yana geldiğinde, tercih mutlak olarak Yaratan'ın emirleri doğrultusunda yapılmalıdır. Bu noktadan değerlendirdiğimizde, ülü'l-emre itaatın şartı, onların emirlerinin Allah'ın emirleriyle mutabık olmasıdır. Resul'e itaat için de aynı şey geçerlidir. Fakat burada ayrı bir özellik vardır. Resul kavramının zımnında emri ve buyruklarının, tabii olarak Allah'ın emir ve buyruklarıyla mutabık ve muvafik olması zarureti vardır. Bu vasfın zımnen bulunmuş olması hasebiyle, ayrıca üzerinde durmamıza gerek kalmıyor. Çünkü dünya hayatında Peygamberin hataya düşmesi ve günah işlemesi –davranışları ümmete örnek olacağı için- Allah tarafından engellenir. Bu itaat kavramı bize İslâm'ın siyaset teorisinde, siyasetin aşkın referansını veriyor; İslâm'da siyasetin, siyaset mekanizmasında geçen din-devlet, din-toplum, devlet-toplum ve fert-toplum ilişkisi ve devlet kavramı içerisinde yer alan yasama, denetleme, yürütme gibi bütün ilişki ve fonksiyonların bir ilâhî referansa bağlı olduğunu ve Allah'a itâtat mükellefiyeti içerisinde cereyan edeceğini gösteriyor. İtâat kavramı ile aşağıda açıklanacak hüküm ve mülk kavramları arasında bir içiçelik ilişkisi bulunduğuna da burada işaret etmek gerekir.
Hilafet: Bunun da Kur'an-ı Kerim'de defalarca geçtiğini görüyoruz. İnsan, Cenab-ı Hakk'ın yarattığı yeryüzünün halifesi sıfatına sahiptir. Burada hilafet dendiği zaman "birinin yerini alma, birinin yerine geçme ve onun namına tasarruf etme selâhiyetine sahip olmayı" anlıyoruz. Dolayısıyla ister Allah'ın halîfesi olalım, ister Allah Teala'nın bize bu sıfatı uygun gördüğünü düşünerek yeryüzünün halifesi olalım durum aynıdır; ikincisinin üstten bağımsız olmadığı ortadadır. Yani, insanın yeryüzündeki tasarrufu, tayine istinat eder ve kayıtlıdır. Hilafetin en üst kamu yöneticisine sonradan ünvan olarak verildiğini biliyoruz. Ama Kur'an terminolojisine göre her insanda, bilkuvve özellikle de her sâlih müminde bilfiil bu vasıf vardır, olmalıdır. Bunun yüklediği misyon, ilahî iradeyi yeryüzünde pratiğe aktarma misyonudur. Şimdi bu sıfatla bir fert, hayatında Allah iradesini tatbik etmekle yükümlüdür. Kamu alanında bu iradeyi tatbik etmek nasıl bir mekanizmayı gerektiriyorsa, onu kurmak da yine fertlerin ve onların oluşturduğu toplumun vazifesidir. İşte buradan devletin mekanizması, makamları, o makamlara uygun olan insanlar ve vasıfları... ortaya çıkar.
Devam edeceğim.
Yeni Şafak