eçtiğimiz Temmuz ayında Ali Bulaç ve Mümtaz'er Türköne arasında 'İslamcılığın bugüne ve geleceği' merkezli bir tartışma yaşanmıştı. Bu tartışma sadece İslamcı çevrelerde değil sol liberal aydınlar üzerinde de ilgi uyandırdı. Kısa sürede geniş katılımlı, canlı ve düzeyli bir tartışmaya dönüştü. 'İmam Hatip Okulları'nın misyonunu tamamladığını, Gülen cemaatinin açtığı okulların bu boşluğu doldurduğunu' iddia eden Türköne'nin görüşleri çok ses getirmese de İslamcılığın geleceği konusundaki tezleri entellektüel çevrelerde tartışmaya değer bulundu.
El çabukluğu ile hazırlanmış konjonktürel kitaplar vardır. Mümtaz'er Türköner'in geçtiğimiz günlerde Kapı Yayınları arasında çıkan 'Doğum ve ölüm arasında İslamcılık' kitabı da ilk başta böyle bir izlenimi verse de biraz incelendiğinde uzun yılların tecrübesinden süzülerek gelen önemli bilgileri içerdiğini söyleyebiliriz.
İktidar İslamcılığı öldürdü mü?
'İslamcı olmadım ama İslamcılarla aynı havayı tenefüs ettim' diyen yazar, konuya yabancı olan okurların meseleyi kolayca kavrayabilmeleri için kişisel bir dil kullanmış. Tartışmanın taraflarını harekete geçirmek için bu dil zaman zaman sertleşmiş. Kitapta, bir ideoloji olarak Türk Milliyetçiliğini benimsediği yıllardan, Zaman yazarlığına kadar uzanan serüvenini de anlatan Türköne'nin temel tezini bir cümle ile özetleyebiliriz: 'Hep muhalif bir ideoloji olarak hayat bulan İslamcılık, iktidar ile tanıştıktan sonra ölmüştür.'
İslam devleti kurmak için yola çıkan İslamcıların, iktidarda olmanın sorumluluğunu üzerine alması ile birlikte, devlet talebinden, dolayısıyla İslamcılık ideolojisinden geri adım attığını düşünüyor. Bu tezini güçlendirmek için, meseleyi AK Parti'nin iktidara geldiği 2002 yılından daha gerilere taşıyarak, Mısır'dan Türkiye'ye gelen İslamcılık ideolojisinin zaten güçsüz doğduğunu söylüyor. Dünyadaki birçok İslamcı akıma yön veren Seyyid Kutup çizgisinin Türkiye'deki etkisinin sınırlı olduğunun altını çiziyor ve iki isme dikkat çekiyor: 'Seyyid Kutup'un dünyası Türk İslamcıların dünyası kadar ümit var değildir. Bu yüzden Bediüzzaman'ın ve Erbakan'ın sesi ve çabaları Kutup'u bastırmış ve sönük bırakmıştır.'
'Pergelin sabit ucu' olarak gördüğü Bediüzzaman'ın ince bir siyasetle siyasetten uzak durarak haklı çıktığını söylerken, Erbakan'ın altına imza attığı 'Adil Düzen'in İslami bir proje olmadığını belirtiyor. Mümtaz'er Türköne, 'Doğum ve ölüm arasında İslamcılık' kitabında hala nefes alıp almadıklarını, yani yaşayıp yaşamadıklarını anlamak için İslamcıların yüzüne bir ayna tutuyor. Ne AK Parti'den ne de İslamcılık ideolojisinden vazgeçemeyen Müslüman aydınlar ise bu ani ölüme razı değiller. Çünkü, hala dünyaya söyleyecekleri sözlerinin bulunduğunu, bunun da referansının Kur'an olduğunu düşünüyor ve bu yüzden öyle sanıldığı kadar kolay bitirilebilecek bir duruş olmadığını ısrarla vurguluyorlar. Kitap, tüm bu tartışmayı derli toplu bir şekilde okuyucuya yansıtmış. Ancak okuyucuya bırakmayarak son sözü yine kendisi söylemiş: 'İslamcılık zaten bir iktidar talebiydi. İktidarı teslim aldı, görevini tamamladı; ve kendini şaşalı biçimde feda etti. Cenazesi ise devlet töreniyle kaldırıldı.'
Bu tartışmada, son sözünü söylediğini belirten Mümtaz'er Türköne açısından İslamcılık tartışması sona ermiş görünüyor. Ama Müslüman aydınlar açısından bu tartışmanın hala devam ettiğini ve devam etmesi gerektiğini düşünüyorum.
Doğum ve ölüm arasında İslamcılık
Mümtaz'er Türköne
Kapı Yayınları
Kasım 2012
190 sayfa
Yeni Şafak