İslamcılık ile hesaplaşma son dönemlerde bir alışkanlık haline geldi. Biri (Mustafa İslamoğlu) üç talakla İslamcılığı boşadığını söyledi, biri (Mücahit Bilici) İslamcılığın Müslümanların milliyetçiliği olduğunu söyledi, biri (Dücane Cündioğlu) bütün yazı hayatı boyunca İslamcılıkla/İslamcılarla alay etti ve bütün İslamcıları tek ayak üzerine durma cezası almış zavallı kişiler olarak gördü. İslamcılığın -gûya- hal-i pür melali karşısında ondan kaçan kaçana. Yazık ki İslamcılığın entelektüel müdafaasını cansiperane yapan tek sima hapiste.
“Her putperest eski putlarına karşı müsamahasızdır.” Cemil Meriç haklı ama bu kabil bir müsamahasızlık neyin nesi? Diyelim ki İslamcılık her türlü tekdiri hak eden bir eski zaman ucubesi, bir Müslüman milliyetçiliği, peki onu boşadıktan sonra kiminle izdivaç edeceğiz, onu bıraktıktan sonra hangi milliyetin giysisini giyeceğiz?
Hümanizm, modernlik, bireycilik mi veya mealizm, tarihselcilik, deizm elbisesini mi? İslam’ı/İslamcılığı bıraktıktan sonra teklif ettiğiniz libaslar Müslüman bünye için ne kadar uygun? “Libassız kalalım” diyebilirsiniz. Libassız, yani üryan kalmak hangi devirde mümkün olmuş ki günümüzde olsun! İslamcılık ile İslam’ı birbirinden ayırdık diyelim, soyut/çıplak halde kalan İslam’ın ruhuna tekrar bir beden gerekmiyor mu? Bu kadim ruh için önerebileceğiniz bir beden var mı, varsa bu bedenin adını söyler misiniz?
Mücahit Bilici “eskimiş, yıpranmış ve hatta yırtılmış bir elbiseyi bırakıp yerine yeni bir elbise giymemiz lazım” diyor. Demek elbisesiz olmuyor. Yeni giysinin adı, markası, modeli ne peki? Cevap yok. Ya da yuvarlık cevaplar: İnsanlık, medeniyet giysisi. Hangi insanlık, hangi medeniyet? Din’den istifa edelim fakat dinsiz kalamayacağımıza göre hangi dine iş başı yapalım?
Geleneği “ortodoks” diyerek küçümsediniz, yerine ikame edebileceğiniz bir “gelenek” var mı? Toplumlar geleneksiz yaşamaz çünkü. Geleneği en çok küçümseyen modernistlerin bir buçuk asırdır bir gelenek tesis edememesi veya geçmiş ulemayı usulsüzlük ile suçlayan mealistlerin bu kadar zamandan sonra bir usul tesis edememesi, en basit bir mesele karşısında her kafadan bir ses çıkması oldukça manidardır!
Kabul ediyoruz İslamcılık eleştirilerinin haklı yönleri hayli fazla ama bu haklı eleştiriler var diye İslam’dan/İslamcılıktan istifa etmek, yani siperi bırakmak akıl kârı mı? Bu tarz eleştirileri yapan eski İslamcıların en büyük sorunu -İhsan Fazlıoğlu’nun bir yerde temas ettiği gibi- “küresizlik”, “paradigmasızlık”, “nokta-i nazarsızlık” sorunudur. Bulunduğumuz “küre”yi eleştiren eski küre sakinlerinin bizlere teklif ettikleri küre: “küresizlik.” Baktığımız nokta-i nazarı eleştiren eski nokta sahiplerinin teklif ettikleri nokta-i nazar: “nokta-i nazarsızlık.”
Manzaramızı eleştirenler bize “nazarsızlığı” teklif ediyor ama unuttukları bir şey var: nazarsız manzara olmaz. Nitekim Mücahit Bilici’nin “her Müslüman birey kendi dininin müçtehididir” demesi bunun en tipik örneğidir. İslamlıktan çıkıp insanlığa terfi ettiklerini söyleyen bir parça mürekkep yalamış, mazinin ilmi birikiminden/müktesebatından habersiz bazı ergenlerin de en büyük sorunu yine bu. Sorunlarımızı çözmek için “yer”sizlik adresini “yer” diye gösteriyorlar bize. En büyük sorun ve hakikat krizi “yer”sizliktir oysa.
Bizleri davet ettikleri adreslere/kürelere bakar mısınız: Tarihselcilik, mealizm, deizm, hümanizm… İslamcılık karşıtı bazı eski İslamcıların sarıldığı putlar. Bunlar insanlığın hangi derdine derman olabilir? Bırakın insanlığın, düşünen hangi zekanın egzistansiyel (varoluşsal) problemlerine çare olabilir? Hangi akl-ı selim bu gibi yerlerde “yer” bulabilir, yer(le)şebilir?
Cemaatleri ihtilafa düşmek ile itham eden mealcilerin kendi derin ihtilaflarını ve ilmi komikliklerini görmemesi ne acıdır! Düşünmek, eleştirmek ve elemek mevcut yapıyı tahrip etmek için olmamalı, onun yerine hangi yapının inşa edileceğini de göstermeli/gösterebilmeli. Aksi halde fikri anarşizm mukadderdir. Modernist Müslüman düşünürlerin İslami düşüncelerinin “içtihad” olamamasının nedeni bu değil mi?
Müslümanların her devirde yaşadığı birçok kriz var ama bu krizleri atlatacak sahih kaynakları ve dinamik bir düşünce dünyaları da var. Aslında İslam’ın/İslamcılığın yaşadığı herhangi bir varoluşsal kriz yok fakat İslamcılıktan istifa eden, modernlik mağduru bazı zevatın derin bir hakikat krizi yaşadığı çok açık. Kendi krizlerini görmezlikten gelerek İslamcılığın/İslam’ın kriz geçirdiğini söylemek en büyük krizdir.