İslam öncesi devirlerde kadın bir insan bile sayılmıyordu. İslam dini, kadını olması gereken konuma yükseltmiştir. Özgürlük kişinin, nefsinin ve şeytanın istediği gibi yaşaması değildir. Aksine onu yaratanın istediği gibi yaşamasıdır. Çünkü, Allah'ın isteğine uymayan kişi, nefsinin veya şeytanın isteğine uymuştur.
Kadının genel haklarını kısaca açıklamaya çalışalım:
"Birisine bir kız çocuğu müjdelenirse, üzüntüsünden yüzü simsiyah kesilir..." (Nahl, 16/58 )
Bu âyette Allah (c.c.) cahiliyet insanının kadına bakışını anlatır ve bu anlayışı çirkin bulur. Halbuki,
"Allah diledigine kız, dilediğine erkek, dilediğine ikisini birden verir, dilediğini de kısır yapar." (Şûrâ, 42/49)
Kadın da tıpkı erkek gibi doğar, erkek gibi insan yavrusudur. Şefkatte ve hediyede aralarını ayırırlarsa, anne baba sorumlu olurlar. Peygamberimizin (asm) vasiyetini gözetmemiş olarak şefaatten mahrumiyeti hak ederler. Cahiliyet duygularının insanlarda zaman zaman depreşeceğini bildiği için, Efendimiz (asm) kız çocuklarının, eğitimini özellikle vurgular ve
"Üç, iki, hattâ bir kız çocuğunu, haklarını koruyarak yetiştiren babanın, Cennette kendisiyle beraber olacağını." (Ibn Mâce, edep 3)
duyurur. Çocuğun kız doğmasında da erkekte olduğu gibi, "Şükür" olarak "akîka" kurbanı kesilir. İsmi güzel verilir, zorunlu eğitimi yaptırılır. Gerekli cinsel bilgileri anneden alır. Kur'ân'da ve Sünnette ilme teşvik eden hiç bir nas, kadınları bundan ayırmaz. Tersine, ihmale uğrayacaklarını bildiği için, Peygamberimiz (asm) özellikle kadın eğitimini tavsiye etmiş, haklarının korunmasını emretmiştir. Onun devrinde "müctehid" olan kadınlar yetişmiştir. (Meselâ Resûlüllah'ın (asm) zevceleri Âişe validemiz bunlardan biridir.)
Kadın hiçbir konuda erkekten ayrı tutulmadan büyütülmüş ve yetiştirilmiş, sıra evlenmesine gelmiştir. Damat adayını görmesi bir hakkı ve aynı zamanda bir sünnettir. Beğenmezse reddeder, velîlerin ve damat adayının ısrarı hiçbir şeyi değiştirmez.
Evlenirken ağırlığını koyar, damat adayından istediği kadar "mihir" alır. Mihir onun Allah tarafından belirlenmiş en tabii hakkı ve hayat garantisidir. Harcama sahası, meşru çerçevede tamamen kendi iradesine bağlıdır. Mihrini, ya da varsa diğer mal varlığını, hayır yolunda harcayabileceği gibi ticarî işletmelerde kullanabilir, şirketler kurar, şirketlere hisse senetleriyle ortak olur, kazanır ve kazandığını da istediği yerde harcar. Çünkü kendi sosyal güvenliği, kocaya varmakla garanti altına alınmıştır. Ev için ve kendisi için gerekli bütün zarûri harcamalar erkeğin sırtınadır. Erkek, elbiseni ya da süs malzemeni kendi kazancınla al, diyemez. Kendi varlığı ölçüsünde kadının nafakasını sağlamak zorundadır. Sağlayamayacaksa evlenemez. Evlendikten sonra sağlamazsa kadının boşanma talebi olumlu sonuçlanır.
Kocası onu tahkir edemez, onun hayat arkadaşı olduğunu unutmamak zorundadır, darılıp evinde yalnız bırakamaz.
"Erkeğin en hayırlısı, kadına en iyi davranandır." (bk. Buhâri, nikâh 43; Müslim, fedâil 68)
Evde hanımıyla şakalaşmak, eğlenmek ve onu eğlendirmek kocanın görevlerindendir.
Kadının hak-hukuk tanımayıp isyan etmesi dışında, sudan bahanelerle erkek karısını dövemez, [Karının dövülmesi konusunda (Nisâ, 4//34) âyeti ve tefsirlerine bakılabilir. (Örnek olarak bk. Ibn Kesîr IV/257; Kurtubî VI/170,172,173; Elmalı IV/1351; Ebû Dâvûd, menâsik 56; Ibn Mâce, menâsik 84; Müslim hac 147; Tirmizi, Rada'11; Ebû Dâvûd, menâsik 56; Halebî Sağîr s. 395; Halebî Kebîrs. 621; Canan, Terbiyesi, s. 391] Kıskançlığından hastalığından kaynaklanan şüphesinden ötürü karısını anî baskınlarla rahatsız edemez.
Peygamberimiz (asm) bir hadîslerinde ailesinden uzun zaman ayrı kalan birisinin, haber vermeden gece ansızın eve gelmesini yasaklamıştır. Bunda ayrıca koltuk altı, etek tıraşı ve süslenip taranmayla kocasına hazırlık yapabilme imkânı bulması da, sebep olarak zikredilmiştir. Bu konuda bir hadîs-i şerîfin meâli şöyledir:
"(Uzaklardan) geceleyin geldiğinde hanımının yanına girme ki, bıçak kullanıp tıraş olsun, dağınıksa tarasın. (gelişine hazırlansın)." (Buhârî, nikâli 121,122; Müslim, radâ' 58, imâret 181,182; Dârimî, nikâh 32, cihâd 163)
Hadîs şerhleri buna sebep olarak bir de, eve geceleyin aniden girmesinin, hanımının ihanetinden şüphelendiği anlamına gelebileceği ihtimalini gösterirler.
- Kocanın karısını cinsel yönden tatmin görevi de vardır. Peygamberimiz (asm), karısını düşünmeden, işini bitirerek hemen inen insanları horoza, yani hayvana benzetmiş ve sevişip okşama olmadan cinsel ilişkiye geçilmemesini tavsiye etmiştir. [Deylemî'den, Gazâlî, Ihyâ IV/52. Ayrıca bk. Suyutî, el Camiu's-Sağîr (Fethu'I-Kadîr ile) VI/323)] Çünkü erkek bakmakla hemen tahrik olabilir, ama kadın cinsel ilişkiye ancak uzun bir okşama döneminden sonra hazır hale gelir. İyi bir erkek, karısını bu işe hazırlamayı başarabilen ve kendi doyduğu gibi onu da doyurabilen erkektir. Cinsel ilişkide sadece kendisini düşünen erkekler, karşısındakine zulmettiklerini ve işkence ederek zevk aldıklarını unutmamalıdırlar.
- Evlendikten sonra bir yıl içerisinde hiç cinsel ilişki yapamayan erkekten kadının ayrılma hakkı vardır.
Kadın "peşin mihrini" almadan kendisini erkeğe teslim etmeyebilir.
- Kadının nafakası gibi, tedavisi ve ilâç harcamaları da kocaya aittir. Kadın ekmek yapamayan birisi ise, erkek hazır ekmek almak zorundadır. Süslenmesini istiyorsa, süs malzemeleri ve koku masrafi erkeğe aittir. Yılda yazlık ve kışlık olmak üzere iki takım elbise erkeğe aittir. Anlaşmazlık söz konusu olursa elbisenin nitelikleri mahalli idarelerce tesbit edilir. Kadın, kocası sefere çıkarken, gelmediği günler için nafakasına, ondan kefil alabilir. Âdetli günlerinde kocasından ayrı yatmak isterse, ayrı bir yatak istemek hakkıdır.
- Durumuna göre kadın kocasından hizmetçi isteyebilir. Hizmetçinin ücreti kocasına aittir. Örfe göre kadınların yapmaması ayıplanan ev işleri dışında kadın, hiçbir iş yapmak zorunda değildir.
İhtiyaç duyarsa kocasıyla aylık nafaka miktarında anlaşırlar. Yetmediğini anlarsa artırmasını ister, koca kabul etmezse mahkemeye başvurabilir.
- Kadın kocanın yakınlarını istemediği takdirde, kocası onu müstakil bir evde oturtmak zorundadır. Buna sebep olarak, kocasıyla oynaşmak ve yararlanmak arzusuna, onların bulunmasının engel olacağı gösterilmiştir. Hattâ cinsel ilişkiyi bilmeyecek kadar küçük olan çocuğu dışındakiler için de aynı sebeble ayrı odalar istemek, kadının hakkıdır.
- Kadının, haftada bir kez anne-babasını ziyaret hakkı vardır, erkek buna engel olamaz.
Erkeğin haklarına bir zarar vermeyen meşru işlerde; kadının meşru çerçevede çalışmak hakkıdır.
Âdet ve lohusalıktan ötürü hamama gitmek istediği takdirde, hamam parasını erkek verir, ancak hamamda avret yerlerinin açılmamasına riayet edilmediği biliniyorsa, kadın hamama gönderilmez.
"Ric'î" (dönülebilir) ya da "bâin" talakla boşanan karısının her türlü nafakasını, iddeti içerisinde erkek verir.
Bu söylediklerimiz bütün fıkıh kitaplarında, kadının erkek üzerindeki hakları sayılırken açıklanan konulardan sadece birkaç örnektir. Sonra bunlar birer tavsiye niteliğinde değil, yaptırımı olan kanûni haklardır. Karadeniz'de, Anadolu'da. şurada-buradâ kadınlar çalıştırılıyor ve ancak erkeğin yapabileceği zor işler altında eziliyorlarsa, bunun suçu İslam'ın değil, Islâmı onların hayatından uzaklaştıranların olsa gerektir.,
- Bir seçim söz konusu olduğunda, kadının seçme hakkının bulunduğunu çoğu Islâm bilginleri söylemişlerdir. Çünkü onların böyle bir hakkının olmadığına dair hiçbir delil yoktur. Kaldı ki seçme, "bey"at"tan ibarettir. Halbuki, Peygamberimiz (asm) kadınlardan da bey'at almıştır. (bk. Mümtahine, 60/12 âyeti ve tefsirleri.) Hz. Ömer (ra)'den sonra seçilecek halife için, evlenmemiş genç kızlar dahil, herkesten fikir alınmıştır.[bk. Muhammed Hamîdullah, Islâm Müesseselerine Giriş Ist.1981, s. 112 (Ibn Kesîr'den nakil)]
- Nihayet kadın öldüğünde kefeni de kocasına aittir.
(Özet olarak sunduğumuz bu maddelerin daha geniş bir açıklaması için bk. Ibn Âbidîn, Reddü'l-muhtâr, Mısır 1380 / 1960. Ayrıca bütün fıkıh kitaplarının nafaka bölümleri ve özellikle Serahsî, Mebsût V/180 vd.)
Görüldüğü gibi kadın geçim konusunda hiçbir derdi ve endişesi olmayan, yani alabildiğine sosyal güvenliği bulunan bir insandır. Ve bütün bunlar bir anlaşmazlık söz konusu olduğunda mahkeme kararı ile belirlenecek olan kanunî haklardır. Yoksa Islâm'da karı-koca birbirinden devamlı hak koparmak için çekişip duran iki düşman kutup değildirler. Birbirlerini tamamlayan, birbirlerine yardım eden, destek olan, huzur ve moral kaynağı oluşturan, bir bütünün iki yarım parçasıdırlar. Tıpkı Peygamberimizin (asm) ev işlerine yardım etmesi, Hz. Ali (ra) ile eşi Fatıma (ra) arasında iş bölümü yapması gibi.
AİLEDE KADIN:
İslâm, yaratılış itibariyle kadın ve erkeğin eşit olarak yaratıldığını bildirir:
"Ey insanlar; doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık..." (Hucurat, 49/13).
Yine İslâm dini kadın ve erkek arasında bir ayrımın söz konusu olmadığını, doğum, ölüm ve daha sonraki hayatlarında bu iki cinsin birbirinden üstün bir tarafı olmadığını beyan eder. Çünkü insan Allah huzuruna yardımcısız, tek başına çıkarak, hesabını kendisi verecektir (Meryem, 19/93). İman sahibi, salih amel işleyerek Allah yolundan ayrılmayan kadınların durumu Kur'an'da "ahirette ebedî bir hayat sürüp Cennete gidecek kişiler" arasında zikredilir (Nahl, 16/97).
Kadınla erkek arasındaki farklılık uzviyetten ileri gelmekte ve kadınların zayıf, hassas varlıklar olduğu belirtilmektedir. Bunun için fert ve toplum hayatında bu iki cinsin fonksiyonlarında farklılıklar görülmekte ve bunda da kadının korunduğu ortaya çıkmaktadır. İslâm dini cahiliyyet hayatı inançlarında olduğu gibi kadını ne aşağılara itmiş ne de maderşahi (ailede kadının hâkimiyetinin geçerliliği) bir modelle aile yaşantısının sürdürmüştür. O, öyle bir aile modeli çizmiştir ki, bu ailede bütün aile fertlerinin ayrı ayrı görevleri bulunmakta ve bu görevlerinde kesinlikle biribirlerine karşı haksızlık görülmemektedir. İslâm düzeni aile hayatına getirdiği yenilikle adalette çığır açacak nitelikte bir modeli benimseyerek erkeğe ve kadına aile içerisinde baskı unsuru olabilecek ailenin zararına tüm davranışları ortadan kaldırmıştır.
İslâm aile reisi olarak bu görevi erkeğe vermiştir.
"Erkekler kadınlar üzerinde hâkimdirler (ailenin reisidirler). Bu sebepledir ki Allah bazılarını (erkekleri) bazılarınızdan (kadınlardan) üstün kılmıştır. Bir de (erkekler onlara) mallarından infak etmektedirler..." (Nisâ, 4/34).
Yine Allah Teâla başka bir âyette
"...(Erkeklerin kadınlar) üzerindeki (hakları) gibi kadınların da erkeklerin) ma'ruf şekilde lehlerine de (hakları) vardır. Erkeklerin ise kadınların üzerinde bir dereceleri vardır. Allah, aziz (mutlak galib)dir, hakîm (gerçek hüküm ve hikmet sahibi)dir." (Bakara, 2/28)
buyurarak, aile reisliği görevini erkeğe vermiştir. Erkeğin aile reisliğinde, ailenin ihtiyaçlarını karşılamak ve aileyi her türlü dış tesirlerden koruma görevi de söz konusu olduğu için ona büyük sorumluluk düşer. Buna karşılık erkek aile içerisinde kadının şahsi malına karışamadığı gibi ona bazı yükümlülükler yükleyemez. Hatta kadın çocuğa bakmak istemezse kocasından bir bakıcı bile isteyebilir ve ev işlerini yapmayabilir. Ama buna rağmen bu tür ev ile ilgili iş ve sorumluluklar kadının takvasının göstergesi olduğundan Peygamberimiz (asm) tarafından teşvik edilmiştir. Kadın erkeğin meşru dairedeki emirlerine itaat etmekle mükellef tutulmuştur (Ebu Davud, Nikâh, 40).İslâm aile hayatının devamı karşılıklı hakların korunmasıyla mümkündür.
"Sizin kadınlar üzerinde haklarınız, kadınlarınızın da sizin üzerinizde hakları vardır." (Tirmizi, Radâ', 11).
Karşılıklı haklarda kadının teslimiyeti ve itaatinden maksat ise kocasına karşı vazifelerini meşru dairelerde yerine getirmesidir.
KADININ KOCASI ÜZERİNDEKİ HAKLARI:
Erkek ailenin geçimini sağlamakla görevli olduğu için kadının maddi ihtiyaçlarını karşılamak ve bunu da İslâm dairesi içerisinde gerçekleştirmek zorundadır (Nisa, 4/34). Erkek kadınla iyi geçinmek ve onun haklarını korumakla yükümlüdür:
"...Onlarla (zevcelerinizle) iyi geçinin. Şayet onlardan hoşlanmadınızsa (sabredin). Olur ki bir şey hoşunuza gitmez de Allah (ü Teâlâ) onda birçok hayır takdir etmiş bulunur. (Olur ki Allah size onlardan hayırlı evlâd ihsan eder, yahud, aranızda muhabbet oluverir)." (Nisâ, 4/19).
İslâm, her şeyden önce erkeğe verilmiş olan "aileyi yönetmek ve reislik yetkisini" kötüye kullanmayı yasaklar. Bundaki amaç aile düzeninin korunmasıdır. Bu bakımdan erkeğin bu şekilde bir imtiyazı kadın üzerinde zulümkâr bir şekilde kullanması caiz değildir. Ancak böyle bir ilişki sonucu kadın ve erkek arasındaki ilişkiler normal seyrinde gidebilir.
İslâm, kadının sosyal ilişkiler yönünden yeteneklerini ve yeterliliğini, mümkün olan azami düzeyde meşru daireler içerisinde kullanmasına izin verir. Yine bu sosyal çerçevede en güzel şekilde Müslümanlara yardımcı olması için çalışma ve faaliyetleri yerine getirme, ilim öğrenme özgürlüğünü verir (Buhârî, İlim, 36;İbrahim Cemal, Müslüman Kadının Fıkıh Kitabı, terc. Beşir Eryarsoy, İstanbul 1987, s. 483 vd.).
"Kadın eğe kemiği gibidir. Eğer onu doğrultmaya kalkarsan kırılır. Mutlu olmak istersen o eğrilikle birlikte kabul et." (Buhârî, Nikâh, 79).
"Sizin en hayırlınız hanımına karşı en iyi olandır." (Tirmizi, Radâ, 11; İbn Mace, Nikâh, 50).
Bu hadislerden Peygamberimizin (asm) kadınlar konusunda Müslümanları sürekli uyardığı ve onlarla iyi geçinmeyi tavsiye ettiğini öğreniyoruz. Kadın dövülmez, nasihat edilir. Yalnız kadın âsî olur erkeğini İslâmî ölçülerde dinlemezse ve mahrem olmayan kimselerle oturup kalkar ve erkeğin malını savurganlıkla harcar, aile sırlarını dışarı çıkarırsa önce uyarıda bulunulur, bunun şiddeti biraz arttırılır ancak yine fayda sağlamıyorsa duruma göre korkutmak için biraz dövülebilir (Nisa, 4/34). Ancak bu da fayda vermiyorsa dövülmemelidir.
KOCANIN KADIN ÜZERİNDEKİ HAKLARI:
"Erkekler kadınlar üzerinde yönetici (kavvâm) dırlar. Çünkü Allah kimini kiminden üstün kılmıştır ve çünkü erkekler (kadınlara) mallarından harcamaktadırlar.İyi kadınlar; gönülden boyun eğenler ve Allah'ın korunmasını emrettiğini kocasının bulunmadığı zamanlarda koruyanlardır... " (Nisa, 4/34).
Kadınlar kocalarına karşı itaatli ve saygılı olmalıdırlar ki, koca da aile içerisinde gereği gibi vazifelerini yapabilsin. Kadın meşru şartlarda kocasına itaat etmekle mükelleftir. Ayrıca yaptığı ev işleri ve çocuk yetiştirme ise kadının takvasını artıran hususlardır. Çünkü İslâm böyle bir sorumluluğu kadına şart koşmamış, teşvik ederek Allah'ın rızasını kazanacaklarını bildirmiştir.
Erkekler kadınlardan, kadınlarda bulunmayan bazı doğal nitelik ve güçlere sahip oldukları için üstündürler. Yoksa bu onların şeref ve fazîlet bakımından üstün oldukları anlamına gelmez (Mevdûdî, Tefhimu'l Kur'an, I, İstanbul 1986, s. 317, 318).
"Kadın beş vakit namazını kılar, yılda bir ay orucunu tutar, ırzını korur ve kocasına itaat ederse, cennet kapıları ona açıktır." (Buhârî, Miskat, II/202).
Yalnız buradaki itaat Allah'ın emirleri çerçevesinde olacağından, kocanın bunu hiçe sayması durumunda kadının kocasına karşı itaatı gerekmez. Çünkü Allah'a itaat, kocaya itaatten önce gelir.
Ailede karı-koca arasında karşılıklı tatmin gerekli olan bir ihtiyaç olduğundan her iki tarafın bunu gözardı etmesi doğru değildir. Normal hallerde kadın kocasının bu durumunu bilmeli ve ona karşı saygılı olmalıdır. İslâm yaradılış bakımından kadın ve erkeğin eşit olduğunu savunur. Erkek-kadın eşitliğinde dünyaya ait cezalarda da fark bulunmaz. Kadına karşı işlenen suçlarla, erkeğe karşı işlenen suçların cezası aynıdır. Mirasta kadının erkeğin yarısı kadar hisse alması kadını küçültücü bir hareket olmadığı gibi eşitsizlik de değildir. İslâm'ın kadına bakışı ve erkeğin onun işlerini çekip çevirmekle yükümlü oluşu, evliliğinden önce gerekli harcamaları yapma görevini kadının velisine vermiş olması, evliliğinden sonra ise bu harcamaları kocasına yüklemiş olduğu hususu bilindiğinde, Allah'ın bu konuda ne gibi bir hikmet murad ettiği açıkça anlaşılır.
Kadın, almış olduğu mirastan erkeğe sadece gönül rızası ile olanın dışında hiç bir şey harcamamakta serbesttir. Buna karşılık erkek, her durumda harcamak görevi ile yükümlüdür. Böylelikle kadın miras almakla birlikte ona el de sürmeyebilmektedir (İbrahim Cemal, a.g.e. s. 485).
Allah Teâlâ kadını evin sahibesi olarak yaratmıştır. Erkek ailenin geçimini sağlamak, mal kazanmakla görevli olduğu gibi, kadın da bu malları evin işlerini gereken şekilde yürütmek üzere harcamakla yükümlüdür. Çünkü kadın, kocasının evinin çobanıdır. Bunun dışında İslâm, evin dışında kalan görevlerin hiçbirinde kadını yükümlü tutmaz. Kur'an,
"Ve evlerinizde oturunuz..." (Ahzâb, 33/33)
âyetiyle kadını evinde oturmaya teşvik etmiştir. Ancak bazı hallerde kadının evin dışına çıkması gerekebilir. Meselâ; kadının işlerini görüp gözetecek erkeğin bulunmaması, yahut ailenin içinde bulunduğu sıkıntılar dolayısıyla evin dışında çalışmak zorunda kalması, erkeğin geçim sıkıntısı içerisinde bulunması, hasta olması, geçimi sağlamaktan âciz olması bu türden şart ve durumlarla karşı karşıya kalınması halinde İslâm hukukunda bir genişlik ve bir çıkar yol söz konusudur.
"Allah, siz kadınlara ihtiyaçlarınız için dışarı çıkmanıza izin vermiştir." (Buhârî-Müslim).
Ancak bütün bunlara karşın içinde bulunduğumuz koşullarda ne kadar İslâmî ölçülere uyarsa uysun Müslüman bir kadın çarşıda, sokakta, iş hayatında kötülerin gözünden kendini koruyamamaktadır. O bakımdan geçimi zor şartlar içerisinde olsa da kadınlar sokaklardan uzak olmalıdır.
İslâm kadına evinde görev vererek, çalışma problemini ortadan kaldırmaktadır. İslâm, harem ve selâmda ihanete uğrayan insan ruhunu aynı anda kurtaracaktır.
Kaynaklar:
- Seyyid Kutub, İslâm Kapitalizm Çatışması, İstanbul 1988, s. 129;
- Said Havva, İslâm, terc. Said Şimşek, Ankara ts., s. 197 vd;
- Mustafa Sibai, Kadının Yeri, İstanbul 1988, s. 57 vd.;
- Abdullah Nasuh Ulvan, İslâmda Aile Eğitimi, I, s. 221 vd.;
- Ömer Ferruh, İslâm Aile Hukuku terc. Yusuf Ziya Kavakcı, İstanbul 1976, s. 228 vd;
- Hz. Peygamber ve Aile Hayatı, Komisyon, İstanbul 1989, s. 171 vd.;
- M. Ali Haşimi, Kur'an ve Sünnette Müslüman Şahsiyeti, terc. Resul Tosun, İstanbul 1988, s. 63 vd.
(Şamil İslam Ans., Kadın Md.)
Sorularla İslamiyet