Bu doğal bir olgudur. Çünkü Budizm, Hristiyanlık ve Müslümanlık gibi büyük dinler toplumlara yeni dünya görüşleri, yaşama biçimleri getirmiş önemli olaylardır. Yeni oluşan toplumsal yapı bireylerin görüş, düşünüş ve zevklerini de değiştirir, yönlendirir. Sanatçıyı da yeni amaçlar doğrultusunda, değişik formlar ve güzellikler arayıp bulmaya, oluşturmaya sürükler.
Mimari formların ve yapı planlarının değişmesinde insanların yaşayış biçimi kadar, ibadet tarzları da rol oynamıştır. Ev planları toplum ve aile yaşantısının gereklerine nasıl uydurulmuşsa, ibadete ayrılan yapılar da dinin gereklerine öylesine uydurulmak zorunda kalınmıştır. Eski Yunan tapınaklarında ibadet, tapınağın içinde değil, önünde yapıldığı için dış mimariye daha çok önem verilmişti. Hristiyanlıkta kilisenin doğu-batı doğrultusunda yapılması, ibadet sırasında doğuya yönelmek gereğine dayanıyordu. Ayrıca, kilisede halkın ruhban sınıfından daha geri safta durması gereği yapıların genişliğine değil, derinliğine bir plan formu almasına neden olmuştur. Bu örnekler çoğaltılabilir.
İslam dininin sanata getirdiği en büyük yenilik cami mimarisidir. İslam'da her sınıf halkın ayrım gözetilmeden ön saflarda namaz kılabilmesi, safların geniş tutulması istediği uyandırmış, bu nedenle kiliselerin aksine camilerde enine mekan tercih edilmiştir.
Şu husus bilinen bir gerçektir ki, kişi ve toplumların inancı, ahlakı değer verdiği, kendisini bağlayıcı kabul ettiği ve bu doğrultudaki yaşantısı onların, düşüncesine, söz ve işine, sanat ve mesleğine, yapacağı her türlü seçime etki eder.Ondan dolayıdır ki inancı, yaşantısı, değerleri farklı toplumların meydana getirdiği sanat, edebiyat, mimarî eserler, kültür ve medeniyetler de çok tabii olarak farklılıklar arzetmektedir.
Ayrıca, aynı inancı, aynı değerleri paylaşan, aynı ortamda yaşayan, aynı kültür ve medeniyete sahip kişilerin zevk, anlayış, kavrayışları ruh yapıları ve kabiliyetleri farklı farklı olduğundan meydana getirdikleri sanat, edebiyat ve benzeri eserler genelde aynı özelliklere sahip olmakla beraber, özelde bir kısım farklılıklar oluşturmaktadır ki, bu husus da o toplumun, o medeniyetin zenginliklerindendir.
Mesela, Müslümanların insan resim ve heykelinin yapılması hususuna bakış açısını bilmeden, İslam sanatı hakkında en azından bu sanat kolu hakkında yapılacak bir inceleme, bir değerlendirme asla sağlıklı olamaz. Müslümanlar insan resim ve heykelinin yapılmasına pek olumlu bakmamış, uygun görmemiştir. Dolayısıyla Müslümanlar arasında bu konuda yetişmiş fazla bir sanatkar ve sanat eserleri yoktur. Bu duruma bakarak, bu kolda istediği sanatkâr ve sanat eserleri bulamamak Müslümanların sanata, sanatkâra önem vermediği kanaatına götürmemelidir.
İslam’da insan resmine ve heykele olumsuz bakış insanımızı ağaç oymacılığı, taş oymacılığı, çini sanatı, yazı sanatına yönlendirmiş ve bu hususta benzerine başka medeniyetlerde pek rastlanamayan şaheserler meydana getirilmiştir. Meselâ; “Kur’an Mekke’de nâzil oldu. Kahire’de okundu. İstanbul’da yazıldı.” sözü meşhur olmuştur. Bilhassa Osmanlılar zamanında hat sanatı zirveye ulaşmış, misilsiz eserler yazılmış, tablolar yapılmıştır. Meşhur hattatların yazdığı el yazması Kur’an-ı Kerim’ler, kitaplar, levhalar, bütün görkemiyle zamanımıza kadar ulaşmış paha biçilmez hat sanatlarıdır.
Müslümanlar çini üzerinde de kayda değer çalışmalar yapmış özellikle camiler, kısmen türbe, medrese, saray ve konaklar, üzerinde çeşit çeşit, rengarenk çiçek, gül, lale ve benzeri motiflerin işlendiği çinilerle süslenmiş, sanki bahar cümbüşü dört mevsimde bu mekanlara taşınmıştır.
Keza taş ve ağaç oymacılığı da bize has, bizim ruhumuzudan yansımalar taşıyan, bizimle bütünleşmiş, bizim medeniyetimizin simgelerinden olmuştur. Taş ve ağaç oymacılığı bilhassa Selçuklular zamanında çok ileri bir seviyeye yükselmiş, benzersiz eserler meydana getirilmiştir. Selçuklu mimarisinde cami, medrese, kervansaray ve benzeri sosyal hizmetler için yapılan eserlerin giriş kapıları çok yüksek ve görkemli olur ve bu kapılar taş oymacılığının bütün maharetleri kullanılarak, muhteşem bir eser meydana getirilirdi. Sonra camilerin giriş kapıları gibi mihrapları da aynı maharetle işlenir, çiçek motifleri, ayet-i kerimelerle tezyin edilirdi. Keza kervansarayların, saray ve köşklerin avlu kapıları, saraya, kervansaraya giriş kapıları da aynı şekilde oymacılık sanatının birer şaheserleriydi.
Türbelerin giriş kapıları çok mütevazı yapılmakla beraber, dış duvarları çeşitli motiflerle işlenir, ruha huzur veren bir manzara arzeder. Ağaç oymacılığı daha ziyade, cami minberlerinde, cami, medrese, türbe ve benzeri binaların ahşap kapılarında kendini göstermektedir.
Halk şairlerinin hece vezniyle meydana getirdikleri, türküler, ağıtlar, deyişler bir toplumun acı, tatlı, neşeli, üzüntülü günlerini, asırlar boyunca yaşadıkları serüvenleri dillendirir. Daha üstte, divan edebiyatı şairleri, başka bir tarzda, başka açılardan bir medeniyetin edebî coğrafyasını gergef gibi işlerler. Ayrı ayrı dallarda, ayrı ayrı tarzlarda ve fakat İslam’ın genel çerçevesi içinde bir inancın, bir medeniyetin, bir kültürün yansımaları sanat eserlerinde tezahür etmektedir.
Göklere yükselen o zarif minareler, kubbeler, bir ömür boyu ayetleri, hadisleri levhalaştıran, kitaplaştıran kubbeleri, mihrapları, duvarları çeşit çeşit motiflerle tezyin eden hattatlar.
Tekbirleri, salat u selamları ruhun derinliklerinde seslendiren, na’tlar, kasideler, ilahilerle yüksek seciyeleri, üstün kişileri gönlümüzün sultanlarını vasfeden, inancımızı, dini hassasiyetlerimizi seslendiren Itrîler ve benzerleri İslam sanatının kıyamete kadar zirvedeki temsilcileridir.
Yüksek sanat eserleri, yüksek medeniyetler meydana getirmek, güçlü, sağlam bir iman, yüksek bir seciye, azim, sabır, aşkı ve muhabbet, kabiliyet, ince bir ruh yapısı, estetik zevk ister. İşte bizim ecdadımız, İslam’ın, hakkın insanları bu vasıflara sahip yüksek seciyeli insanlardı. Meydana getirdikleri sanat eserleri de onların yüksek şahsiyetlerinin bir belgesi, bir delilidir.
Günümüzdeki sanatçılar da eserlerinde insanın dini ve kültürel değerlerini dikkate alan eserler sunması gerekir.
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet