Kapitalizm büyük ölçüde sömürgeciliğe dayanır. İktisat tarihçisi Werner Sombart şöyle diyor; “Biz zengin olduk çünkü ırklar ve milletler bizim için öldüler. Kıtalar bizim için ıssızlaştı.” Kapitalizm arkasında böyle felaketler bırakan bir sistemdir. Kapitalizmin bugün ulaştığı aşama tüketim toplumu haline gelmesidir. Tüketimde tıkanma olduğu zaman fabrikalar kapanır, bunun sonucunda kitlevi üretim azalır. Kitlevi üretimin sağlanması için kitlevi tüketimin sürekli olması gerekir. Bunun için tüketim toplumu gerekir.
Kapitalist düşüncenin temelinde sadece dünya hayatı vardır, bunun içinde kul hakkı önemli değildir. Tüketim toplumu her şeyden önce kul hakkının yenmesine dayalı bir sürecin sonunda ortaya çıkmıştır. İslami düşünceye gelince; varlık sebebi öbür dünya, bu dünya imtihan dünyası, bizler sınavdayız. Allah rızasını kazanma düşüncesini çıkardığımız zaman tüketim toplumu olmuş oluyoruz. O zaman herkes kendi menfaati için kazanacak ve başkasına vermeyecek. İslam’da esas olan almak değil, vermektir. Peygamberimiz “Veren el, alan elden üstündür” buyuruyor. Vermek için çabalamak, meslek sahibi olmak gerekiyor. İnsanın kendisi için ancak yaşayabileceği kadar, ibadetlerini yapabileceği kadar tüketmesi, kazancını aşırı tüketim ile heder etmeyip insanlara faydalı olmak için kullanması, toplumsal refahı sağlaması lazımdır. Bir Müslüman zenginliği arttığı için daha fazla yiyecek, daha fazla para harcayacak diye bir şey olamaz. Müslüman ihtiyacı varsa ise tüketir. İnsanın ölmeyecek kadar yemesi farzdır. Doyduktan sonra yemesi ise haramdır. Günümüz tüketim toplumları denilince; doyduktan sonra yemenin yaygın olduğu toplumlardır.
Allah diyor ki: “Eğer inanıyorsanız infak edeceksiniz.” İnfak etmek için çalışmanız gerekli. Hayatımız bu dünya ile sınırlıysa infak etmenin hiçbir anlamı kalmaz. Ahirete inanırsanız infak edebilirsiniz. İnfak etme (sadaka vermek) malın azalması değildir. İnfak eden insan daha fazla kazanır. İnfak etmeme olayı cimrilikten kaynaklanır. İnsanları fakirlikle korkutan şeytandır. Komşumuz aç iken, biz onların seviyesinden yüksek bir seviyede yaşayamayız. Kapitalist sistemde zengin olmanın hedefi “önemli adam” olmaktır. İslamiyet’te zengin olmanın hedefi ise daha çok infak etmek, fakirlere yardım etmektir. Bir Müslüman kazandığı şeyler hakkında “Bu mal bana emanettir, fakirin hakkı içindedir.” Diye düşünür. Bu anlayışı tüketim toplumlarında göremezsiniz. İnfak vermek anlamına geliyor. Her şeyi vermek. Siz kendiniz tüketmiyorsunuz, ama devamlı veriyorsunuz. Burada bir inanç var, ekonomik anlayış var. Bir şey elde edildiği zaman “Bu bana Allah’tan geldi ve bunu vermem lazım” deyip o anlayışla harcama yapmak. İslam tarihinde zekat veremeyen zenginler ortaya çıkmıştır. Mallarını devamlı dağıttıkları için, malın üzerinden bir sene geçmesi söz konusu olmamış. Sürekli infak halindeler. İnfak etmeyen insanlar sonunda zekata tabi tutuluyorlar. Ayrıca gerçek Müslüman vermek ile almak arasında fark görmez. Çünkü verdiğin zaman, Allah mallarına bereket verir, misliyle karşılığını alacağını bilir.
Kapitalist sistemde devamlı kar maksimizasyonu yükseltmek vardır. Daha fazla kazanmak için daha çok çalışmak, karı devamlı arttırmak esastır. Ancak Osmanlı toplumunda böyle bir olay yoktu. Bu günkü rızkını çıkaran esnaf “Ben siftahımı yaptım, öbür komşuya git, ondan alışveriş yap, o da siftahını yapsın.” diyordu. Bir rekabet yok, dayanışma var. Bu ancak kapitalist sistemin öğretilerini kafamızdan atıp, alışveriş ve ticaret dahil tüm yaşantımızda insani ölçüleri esas almak ile olur. Kapitalizmin doğurduğu aşırı tüketim, lüks yaşama özentisi, tüketim toplumu olmanın dezavantajları ile toplum olarak fark etmeden kısa bir zamanda çılgınca bir israfa yöneldik. Her olayın bir sebep-sonuç ilişkisi vardır. Tüm dünya insanlarının tüketim çılgınlığı içerisinde olmasının arka perdesi nedir?
Medyatik çevreler, üretimden yüksek karlar elde eden büyük firmalar bu konuda seneler öncesinden ciddi çalışmalar yapmıştır. İnsanlığı çılgınca tüketim tuzağına düşürmek için şu planlar uygulanmıştır; Genç nesli ahlak dışı telkinlerle ifsat etmek. Ahlaken çöküş yaşayan toplumların bu tür gösteriş tüketimi tuzaklarına çabuk yenileceği kaçınılmazdır. O sıcak sevgi ve dayanışma yumağı bozulmadan, karşılıklı isyan duyguları yerleşmeden, o toplum istenildiği gibi yönlendirilemez. Büyük-küçük, yaşlı-genç kuşak çatışmaları, iletişimsizlik, birbirinin derdini anlayamama, karı-koca çatışmaları, herkesin kendi için yaşaması (bireysellik) gibi duygular mutlu aile yuvalarını temelinden sarsmıştır. Kapitalizmin bize verdiği şey, hudutsuz bir lüks, baş döndürücü modaları ve çılgınca israfları teşvik etmek, makul basit şeylerden zevk alma özelliğini derece derece kaldırmak. Biz bu duyguları oldukça yoğun yaşıyoruz. Sahip olduğumuz bir şeyin daha üstünü gördüğümüz zaman mutluluğumuz kayboluyor. Tüm isteğimiz ona da sahip olmak.
Bu konu hakkında, Bediüzzaman Said Nursi, İktisat Risalesinde şunları söyler;” Halık-ı Rahim, nev-i beşere verdiği nimetlerin mukabilinde ŞÜKÜR istiyor. İsraf ise; şükre zıttır, nimete karşı hasaretli bir istihfaftır. İktisat ise nimete karşı ticaretli bir ihtiramdır. Evet, iktisat, hem bir şükr-ü manevi, hem nimetlerdeki RAHMET-İ İLAHİYEYE karşı bir hürmet, hem kat’i bir surette sebeb-i bereket, hem bedene perhiz gibi bir medar-ı sıhhat, hem manevi dilencilik zilletinden kurtaracak bir sebeb-i izzet, hem nimet içindeki lezzeti hissetmesine ve zahiren lezzetsiz görünen nimetlerdeki lezzeti tatmasına kuvvetli bir sebeptir. İsraf ise mezkur hikmetlere muhalif olduğundan, vahim neticeleri vardır.”
Dördüncü Nüktede ise şöyle buyurmuştur; “İktisat eden maişetçe aile belası çekmez” mealindeki Hadis-i Şerifi sırrıyla; İktisat eden maişetçe aile zahmet ve meşakkatini çok çekmez. Evet iktisat, kat’i bir sebeb-i bereket ve medar-ı hüsn-ü maişet olduğuna o kadar kat’i deliller var ki, had ve hesaba gelmez.
Ezcümle: Ben kendi şahsımda gördüğüm ve bana hizmet ve arkadaşlık eden zatların şehadetleriyle diyorum ki: İktisat vasıtasıyla bazen bire on bereket gördüm ve arkadaşlarım gördüler. Hatta dokuz sene-şimdi otuz sene- evvel benimle beraber Burdur’a nefyedilen reislerden bir kısmı, parasızlıktan zillet ve sefalete düşmemekliğim için, zekatlarını bana kabul ettirmeye çok çalıştılar. O zengin reislere dedim: “Gerçi param pek azdır; fakat iktisadım var; kanaata alışmışım. Ben sizden daha zenginim.” Mükerrer ve musırrane tekliflerini reddetim. Cay-ı dikkattir ki: İki sene sonra bana zekatlarını teklif edenlerin bir kısmı iktisadsızlık yüzünden borçlandılar. Lillah-il-hamd onlardan yedi sene sonra, o az para iktisad bereketiyle bana kafi geldi; benim yüzsuyumu döktürmedi, beni halklara arz-ı hacete mecbur etmedi. Hayatımın bir düsturu olan “nasdan istiğna” mesleğimi bozmadı. Evet iktisat etmeyen, zillete ve manen dilenciliğe ve sefalete düşmeye namzettir. Bu zamanda israfata medar olacak para çok pahalıdır. Mukabilinde bazen haysiyet, namus, rüşvet alınıyor. Bazen mukaddesat-ı diniyye mukabil alınıyor, sonra menhus bir para veriliyor.