Helâket ve felâket asrının dehşet ve vahşetini yaşayan Muhammed Ümmetini (s.a.v), urvetü’l-vüska olan Kur’ân’dan koparmaya ve İslâm’ı tahrîb ve tahrîfe çalışan ‘ifsat komiteleri’ günümüzde de iş başındadırlar…
Kökü ecnebi diyarında bulunan bir ‘zındıka komitesi’, Kitab (Kur’ân) ve Sünnetin mufassal yerlerini, İcmâ-ı Ümmet ve Kıyâs-ı Fukahâyı mihenk (ölçü) yapmadan Kur’ân ve Hadis’in bazı mücmel yerlerine yanlış mânalar verip, onları tahrîfe çalıştıkları gibi; yine o ecnebi komite, o sağlam ipin sarsılmaz bir müdâfii ve imânî bir tefsiri olan ve âhir zamandaki her türlü inkâr, ifsad, dalâlet, bid’at ve irtidat hastalıklarına karşı Kur’ânî prensipler ve Nebevî reçeteler vâsıtasıyla Kur’ân’dan ve Sünnet’den asla tâviz vermeden Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat’in muhakkik âlimlerinin tesbit ettikleri düsturlar çerçevesinde bid’alara karşı isbat ilmini kullanarak en büyük müdafaalardan birini hakkıyla yerine getiren Üstad Bediüzzaman’ın (r.a) ilhâmen te’lîf ettiği Risale-i Nurlara karşı da aynı yöntem ve kampanya çerçevesinde saldırılarını eksik etmemişlerdir.
Ondaki ‘mücmel ifadeleri’; ‘tafsilî ifadeleri’ dikkate almadan, zaman ve zemin şartlarına dikkat etmeden değerlendirme yanılgısına düşmüş, sathî nazarla değerlendirmelerde bulunarak onu tenkîse cür’et ve yanlış anlaşılmasına sebep olmuşlardır.
O gizli komite, fâsid yorumlarla Müslümanlar arasına fitne sokmuş, hukûk-i İslâmiyye’yi bilmeyen bir kısım Müslümanların da zihinlerini karıştırmışlardır.
Evet, yaklaşık iki yüz elli yıldan beri bütün dünyada dinsizliği, darvinizmi, ilhad ve dalâleti öne çıkarmaya, eğitim kurumları başta olmak üzere kalb ve dimağın şekillendiği, terbiye edildiği aile ve diğer kurum ve kuruluşlarda, çeşitli araç-gereçleriyle işlemeğe devam etmişlerdir.
İslâm’ın nurunu âlemde söndürmek, yükselişini ve hâkimiyetini önlemek için her türlü fitne kaynaklarını seferber etmişlerdir.
Yetmiş yüzlü, yetmiş renkli, yetmiş katlı mahiyetleri ve değişken yapıları sebebiyle; pozisyonlarını, taktiklerini, gerçek yüzlerini ve emellerini gizleme ve el altından iş görme becerilerini göstermiş, yanıltmaya, saptırmaya, şaşırtmaya devam edegelmişlerdir.
2004 yılı içerisinde Orta Asya’ya, özellikle Türkiye’ye gelen ve Amerika hesabına teftişte bulunan bir ecnebî siyasinin, “Müslümanlara hâkim olmak için İslâmiyetsiz bir Müslümanlık ve Risale-i Nur’suz bir nurculuk ihdas etme” şeklinde özetlenebilecek içerikte verdiği rapor, bu iddiamızı destekler mahiyettedir.
Bu tahrîfin dört koldan gerçekleştirilebilmesi için:
1.Ulemâü’s-sû’
2.Ümerâü’s-sû’
3.Meşâyihi’s-sû’
4.Mütrafîn diye tabir edilen dört grup kullanılmaktadır.
Bugün televizyon ekranlarında boy gösteren ulemâü’s-sû’, ‘bize dinimizi yanlış öğretmişler. Müslümanlığı yeniden yorumlayacak, topluma yeni bir din anlayışı sunacağız. Hadisler uydurmadır. Kur’ân bize yeterlidir. Bir kısım fıkhî hükümler yeniden yorumlanmalıdır. Bazı hükümlerin zamanı geçmiştir, Tesettür emri Kur’ân’da yoktur…’ gibi yüzlerce ifsad edici iddia ve söylemleri, onların hangi amaçla görevlendirildiklerinin ve hedeflerinin mahiyetini açıkça ortaya koymaktadır.
Aşağıda numarasını vereceğimiz Maide sûresinde geçen “Ekkâlûne li’s-Suhti” cümlesiyle rüşvetle iş görür, dinin emirlerini tahrîf ederek anlatırlar. Rüşvetleri maddî olabilir, şöhret olabilir, makam/mevki, mansıp, koltuk olabilir… İlim öğrenmelerinin altında bu görevleri yerine getirmek de vardır.
Bugün piyasada bunlar tarafından yazılan ve yazdırılan pek çok dini içerikli kitaplar reklam edilerek satışları sağlanmaktadır. Hatta ve hatta, aslı yahûdî olan bir şahıs tarafından yazılan Kur’ân meâli, piyasada yerini almış bulunmaktadır.
Irkçılık, bölücülük, cehâlet ve ihtilâfın kol gezdiği ve uzun yıllara dayanan ‘Doğu gerçeği’ ve yaşanılan kaos ve çıkmazlar yumağına bakıldığında, müteşeyyihlerin nasıl bir rol üstlendikleri müdakkik nazarlardan kaçmıyor. Bu plânın formatı, onları da içine alacak tarzda paket olarak tasarlandığı için, çözümde gecikmeler ve aksamalar oluyor, bir türlü neticeye varılamıyor.
Burada söylemeye dilim varmıyor ama, helikopterlerle bu amaçla taşınan yeşil dolarlarda işin sırrı düğümlenip kalıyor.
Misyoner çalışmaları, bu amaçla belli mihraklarda ve dünya merkezlerinde sözde din adamlarına (ulemâ-i sû’) verilen kurslar ve uyum çalışmaları, bilinen gerçeklerden sadece bir kaçıdır.
“Kendisine verilen bol nimetlerle azıp şımaran ileri gelenler, zenginler” sınıfının (mutraflar) hangi rolü üstlendiği; medya guruplarına, yaptıkları yayınlara, programcılarına, uluslar arası arenadaki icraatlarına bakıldığında, misyonlarının ve üstlendikleri görevin anlaşılması hiç de zor olmayacaktır.
"Dünya nimetleri ve şehvânî şeyler hususunda çığırtkanlığa varacak geniş bir bolluğa ve nimete sahip kılınan" bu güruh, Kur'ân-ı Kerim'de "mutraf" kelimesi" ile ifade edilen ve ilâhî emirleri unutup şirke dalan, milletlere gönderilen peygamberleri inkâr edenlerin öncüleri ve Karun’un temsicileri olarak kullanılmaktadır. Bundan da anlaşıldığı gibi Mutraf, şirk toplumlarında dengesiz sermaye dağılımıyla ortaya çıkan, sermayenin büyük kısmını eline geçiren ve ‘müstaz’afları=zayıf, yoksul ve kimsesizleri, mazlumları’ ezen, kendilerini Allah'tan müstağnî görme hastalığına sürüklenmiş üstünlük psikolojisi içerisinde bulunan bir sınıftır. (Bkz.K.K,es-Sebe, 34/34-35; Hud, 11/116).
Kurtûbî’nin ifadesiyle "Beldenin zenginleri, idarecileri, zorbaları ve şerrin kumandanları” (Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kurân, Dımaşk 1374, XIV, 305) olarak tarih boyunca rollerini yerine getirmişlerdir.
Dünya ticaretini kaybetmemek ve sermaye tekelini ellerinde tutmak için, sözde eski bir papaz rolünü oynattıkları şahsa “Ergenekon”u deşifre ettirdiler ve hakkını vererek bir ülkeye gönderdiler
Mâide sûresi, 41,42,43,44. âyet-i kerimeleri ve diğerleri bu sınıfları deşifre etmekte, günümüze ve kıyâmete kadar uzanan ‘âm=umûmî, kuşatıcı ve câmi mânasıyla’ hitap etmektedir.
Tevrat ve İncil’i de tahrîf eden bu komitedir.
Bu komitenin propagandası ve güya ‘barışcıl’, ‘hümanist’ bir yaklaşımla, kendileri dünyayı kan gölüne çevirirken; “dinde cihadı, tesettürü, ukûbât v.b hükümleri kaldırırsak medeni (!) âlemde kendimize daha kolay yer bulur ve kabul ettirebiliriz” diye propaganda yapıyorlar.
Kur’ân’ın tedrîs ve tâliminin yüzelli yıldan beri tam ve mükemmel olarak yerine getirilmesine engel olunuyor. Dini okullardaki din eğitimi sulandırılıyor, İmam-Hatip okullarına bile tahammül gösterilmiyor. Din tahsili yapanlara ‘gerici, yobaz, örümcek kafalı’ yaftası vuruluyor, kamuoyu medya eliyle sürekli yönlendiriliyor.
Tinercilik, ayyaşlık, uyuşturucu tacirliği, sefih yaşantı, kumar, lüpcülük, lopçuluk, hippilik, popçuluk özendirilirken; ahlâk, fazîlet, ibâdet, mescid, cami aleyhtarlığı yapılarak, cumaya giden birkaç öğrencinin ve öğretmenin arkasından jurnalcılık, gammazlık sahneleri yaşanıyor bu İslâm ülkesinde…
Dünya ile dinin birbirinden ayrı olduğunu, dinin hayatın içinde yer alamayacağını, özelde kalmak kaydıyla sessiz, pasif, tebliğsiz, aksiyonsuz, Sünnetsiz, Hadis’siz, abdestsiz, ibadetsiz, hayata karışmayan bir Müslüman tipi oluşturma çabaları bu çevrelerce programlı bir tarzda sürdürülmektedir.
Yeni bir Milâdî yıla girmek üzere olduğumuz şu günlerde Noel baba ve yortu saçmalıklarıyla nesiller dejenere edilmekte, inançlarından koparılmak istenmektedir.
Bu boşluktan, ortaya yalancı şakirtlik, yalancı velilik, yalancı kutupluk, yalancı mehdîlik, yalancı şeyhlik, yalancı ilim adamlığı, yalancı amirlik, yalancı ağabeylik gibi defolu markalar yayılma istitadı göstermekte… İşte ‘Süfyâniyet’in kolları ve payandaları bunlardır.
Amaçları şeâiri (İslâm’ın sembollerini, alâmet ve belirtilerini) ortadan kaldırmaktır. Biliyorlar ki, bunlar ortadan kalkarsa, din adına bir şey kalmaz, yıkılır.
Ezân-ı Muhammedî şiardır ve bir sünnettir. Ama bir beldenin, milletin ve ülkenin temel nişânesi, inanç sembolü, İslâm’ın sesli bir dâvetidir. On sekiz yıl bu yüce çağrıdan bu milletin minarelerinden ve semasından mahrum bırakan işte bu ‘menhûs ruh’ tur.
Eğitimden dinin soyutlanması, kadının yuvasından, huzur ve mutluluğundan uzaklaştırılması bu habis el marifetiyle gerçekleştirilmiştir.
Üstad Bediüzzaman’ın uyarılarını aslâ unutmayalım: “Dikkat ediniz, küfr-i mulakı müdâfaa eden gizli komite, içinize parmak sokmasın.” (Şualar, 13.şua)
Kur’ân sağ elimizde, Hadis (sünnet-i seniyye) sol elimizde ve Risale-i Nurlar önümüzde bize ışık tutsun inşâallah…
Çalışmak… Durmadan ihlâs, şevk ve iştiyak ile Sünnet’in ihyâsı, Kur’ân’ın hâkimiyeti için hizmet ve cehd… Muvaffak kılmak Cenâb-ı Hakk’a aittir.
Ne mutlu zahmette Rahmeti arayanlara, Kur’ân caddesinde yürüyenlere, büyük müçtehidleri, muhakkik âlimleri tâkip edenlere ve ne mutlu mukaddes çilenin bahtiyar yolcularına!..