Bismillahirrahmanirrahim
Asya'nın bahtını, İslâmiyetin taliini açacak yalnız meşrûtiyet ve hürriyettir. Fakat, Şeriat-ı Garranın terbiyesinde kalmak şartıyla.
Tenbih : Mehasin-i medeniyet denilen emirler, Şeriatın başka şekle çevrilmiş birer meselesidir. (Muhakemat)
Sual: Yahudi ve Nasara ile muhabbetten Kur'ân'da nehiy vardır. "Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin." (Mâide Sûresi: 5:51.) Bununla beraber nasıl dost olunuz dersiniz?
Cevap: Evvelâ: Delil kat'iyyü'l-metîn olduğu gibi, kat'iyyü'd-delâlet olmak gerektir. Halbuki tevil ve ihtimalin mecâli vardır. Zira, nehy-i Kur'ânî âmm değildir, mutlaktır. Mutlak ise, takyid olunabilir. Zaman bir büyük müfessirdir; kaydını izhar etse, itiraz olunmaz. Hem de hüküm müştak üzerine olsa, me'haz-ı iştikakı, illet-i hüküm gösterir.
Demek bu nehiy, Yahudi ve Nasara ile Yahudiyet ve Nasraniyet olan aynaları hasebiyledir.
Hem de bir adam zâtı için sevilmez. Belki muhabbet, sıfat veya san'atı içindir. Öyleyse herbir Müslümanın herbir sıfatı Müslüman olması lâzım olmadığı gibi, herbir kâfirin dahi bütün sıfat ve san'atları kâfir olmak lâzım gelmez. Binaenaleyh, Müslüman olan bir sıfatı veya bir san'atı, istihsan etmekle iktibas etmek neden câiz olmasın? Ehl-i kitaptan bir haremin olsa elbette seveceksin!
Saniyen: Zaman-ı Saadette bir inkılâb-ı azîm-i dinî vücuda geldi. Bütün ezhânı nokta-i dine çevirdiğinden, bütün muhabbet ve adaveti o noktada toplayıp muhabbet ve adavet ederlerdi. Onun için, gayr-ı müslimlere olan muhabbetten nifak kokusu geliyordu. Lâkin, şimdi âlemdeki bir inkılâb-ı acîb-i medenî ve dünyevîdir. Bütün ezhânı zapt ve bütün ukulü meşgul eden nokta-i medeniyet, terakki ve dünyadır.
Zaten onların ekserisi, dinlerine o kadar mukayyed değildirler. Binaenaleyh, onlarla dost olmamız, medeniyet ve terakkilerini istihsan ile iktibas etmektir. Ve her saadet-i dünyeviyenin esası olan âsâyişi muhafazadır. İşte bu dostluk, kat'iyen nehy-i Kur'ânîde dahil değildir. (Münazarat)
Bediüzzaman Said Nursi
SÖZLÜK:
ADÂVET : Düşmanlık, kin.
ÂMM : Genel, umumî.
BAHT : kader, kısmet.
BİNÂENALEYH : Bunun üzerine, bundan dolayı.
CÂİZ : Geçerli,kabul edilir.
EZHÂN : Zihinler.
HAREM : Âile, eş.
İKTİBAS : İstifâde sûretiyle alma. Alıntı.
İLLET-İ HÜKÜM : Hükmün sebebi.
İNKILÂB-I ACİBİ MEDENİYET : Medeniyetin acip ve garip değişimi.
İNKILÂB-I AZÎM-İ İSLÂMÎ : İslâmın büyük inkılâbı; meydana getirdiği değişiklik.
İSTİHSAN : Beğenme, güzel bulma.
İŞTİKAK : Türeme.
İZHÂR : Ortaya koymak, açığa çıkarmak, göstermek.
KAT'İYYÜ'D-DELÂLET : Bir ibârenin, ifâde ettiği mânâya ve hükme işaretinin kesin olması.
KAT'İYYÜ'L-METİN : Metnin, ibârenin kesin, şüphesiz oluşu.
KAYD : Bağlamak. Sınırlamak.
MECALÎ : (Meclâ. C.) Aynalar.
MEHÂSİN-İ MEDENİYET : Medeniyetin nîmetleri, güzellikleri.
ME'HAZ : Menba'. Bir şeyin alındığı, çıkarıldığı yer.
MEŞRÛTİYET : Bir hükümdarın başkanlığı altındaki millet meclisi ile idâre edilen devlet sistemi.
MUHABBET : Sevgi, sevmek.
MUHABBET : Sevgi, sevmek.
MUKAYYED : Bağlı, kayıtlı, sınırlı.
MUTLAK : Salıverilmiş, serbest bırakılmış. Katî, şüphesiz, asla bir şarta bağlı olmayan, yalnız, tek, sınırı ve sonu olmayan.
MÜFESSİR : Tefsir eden, izâh eden, anlayabildiği mânâyı söyleyen
MÜŞTAK : Arzulu, fazla istekli, iştiyak gösteren.
NASARÂ : Hıristiyanlar. Hz. İsâ'ya (a.s.) inananlar.
NASRÂNİYET : Hıristiyanlık. İsevîlik.
NEHİY : Yasak etmek. Menetmek.
NEHY-İ KUR’ANİ :Kur’an'ın yasaklaması.
NİFAK : Dıştan Müslüman göründüğü halde inanmamak, ikiyüzlülük, dinde riyâ.
ŞERİAT : Doğru yol, hak din yolu; İslâm dini, İslâm'ın bütün hükümleri.
ŞERİAT-I GARRÂ : Parlak din; İslâmiyet.
TAKYİD : Kayıt ve şarta bağlama.
TÂLİ' : Baht, kısmet, kader.
TENBİH : İkaz. Nasihat.
TERAKKÎ : Yükselme, ilerleme.
TEVİL : Bir fikir veya sözden bir başka mânâ çıkarmak; anlaşılması zor olan âyet ve hadîslerde ne kast edildiğini ve ince mânâları bildirme.
UKÛL : Akıllar.
ZAMAN-I SAADET : Asr-ı Saadet; Hz. Peygamber (a.s.m.) ve Sahabî devri.
ZAPT : Tutma.