Bundan 700 sene önce 1300’lü yıllarda meşhur İslam âlimi “İbn-i Teymiye”nin Mardin halkına verdiği ve Artuk Üniversitesi tarafından tartışılan fetva “Müslümanların Müslüman olmayan yönetimlerle savaşmaya çağırması” şeklinde algılanarak “El-Kâide” gibi marjinal ve radikal gruplar tarafından istismar edildiği doğrudur.
Radikal gruplar eylemlerine meşruiyet kazandırmak için bu fetvayı kullanmaktadırlar. Radikal grupların düzenli ve akademik bir eğitim aldıkların söylenemez. Genellikle sadece radikal ve eksik bir din eğitimi aldıklarını görürüz. Bu nedenle yorumları insaf ve genel kurallar dışında olduğu anlaşılmaktadır. Bu ise dinin “Rahmet dini ve rahmet peygamberi” prensibine aykırıdır.
İbn-i Teymiye doğru bir fetva vermiştir; ancak insanlar bu fetvadan yanlış sonuçlar çıkarmışlardır. İdareciler adaleti sağlamak durumundadır. Bu ise Müslim ve gayr-i Müslim ayırımı yapmadan herkesin canını, malını ve hakkını korumaya bağlıdır. Dolayısıyla fetva bu temel ölçüye göre yorumlanmalıdır. Bu durum dâr-ı İslam’da da Dâr-ı Harpte de değişmez. Bir ülkenin dâr-ı harp olması veya gayr-i Müslimler tarafından idare ediliyor olması Müslümanlara haksızlık ve zulüm yapma, haksız olarak kan dökme ve haksız kazanç elde etme hakkını vermez.
Bu arada Müslümanların istilacı müşriklere karşı direnme hakkının olmadığını söylemek de gerçeğe uygun olmaz. Cihadı ve savaşı emreden bir dinin müntesibi olan Müslümanların teslimiyetçi olması da düşünülemez. Bu durumda savaşla cihad, terör ile direniş, bağımsızlık ve hürriyet mücadelesinin şeklini, sınırlarını ve özelliklerini iyi tespit etmek gerekmektedir.
Burada sorun “Hürriyet ve Bağımsızlık Mücadelesinin” nasıl yapılıp yapılmayacağı hususunun tam olarak tespit edilemeyişidir. Silahlı mücadele dışında “pasif direniş, diplomasiyi kullanmak, uzlaşmak ve diyalog kurmak” gibi hususların dini yönlerini araştırma yönüne gitmenin yanlış tarafı olabilir mi?
Peygamberimiz (sav) Medine’ye hicret edip geldiği zaman Yahudi ve Müşriklerle “Sözleşme” yapması ve Hudeybiye’de Müslümanlar aleyhinde gibi görünen bir anlaşmayı müşriklerle imzalaması Müslümanlara savaş dışında da farklı mücadele alternatifleri sunmaktadır.
Kur’an-ı Kerimde cihat ve savaşı ifade eden üç farklı kelime vardır. Bunlar: Cihat, Kıtal ve Harb kelimeleridir. “Harb” kökünden gelen ve savaşmayı ifade eden altı kelime geçmektedir. Kıtal kelimesi doğrudan savaşmak ve öldürmek anlamında olup yüzden fazla ayette geçer. “Allah yolunda nefsi, canı ve malı ile mücadele etmek ” anlamındaki “C-H-D” kökünden gelen kelimeler türevleri ile beraber kırka yakın ayette geçmektedir. Allah yolunda her türlü gayret ve çabaya cihad adı verilmektedir. İlimde çok gayret gösteren kişiye “Müçtehit” denmesi bundan dolayıdır.
“Harb” kökünden gelen ayetleri ele alarak incelediğimiz zaman ikisinin münafıkların fitne amacı ile bir mescit inşa ederek müslümanlar ile savaşmayı amaçladıkları (Tevbe, 9:107) fitne ve fesat, anarşi ve terör amacı ile bir araya gelenlere yakalanınca verilecek cezayı belirleyen ayette (En’am, 5:33) geçmektedir. Ayrıca Allah’ın emirlerine uymayarak Allah’a ve resulüne isyan etmek, (Bakara, 2:279) Yahudilerin yeryüzünde fitne ve fesat ile anarşi ateşini körüklemeleri, (Mâide, 5:64) yine Yahudilerin müşrikler ile ittifak kurup müslümanlarla olan anlaşmalarını bozarak savaş alanından çekilip fitne ile Müslümanları perişan etmeyi amaçladıklarını ifade ettiklerini bildiren ayette (Enfal, 8:57) ve son olarak “harp aletleri” anlamında (Muhammed, 47:4) kullanılmıştır. Peygamberimizin (sav) “Harp hiledir” (Muhtasar Tecrid-i Sarih, 1984-İstanbul, İmam Zeynuddin Ahmet bin Abdullatif Zebidi, Kitabu’l-Cihat, 1298; Riyazu’s-Salihîn, İmam Nevevi, 1970-Kahire, s. 388) hadisini bu açıdan değerlendirmekte fayda vardır. Yani anarşi ve terörü önlemek amacı ile alınacak tedbirlerde hile metodunu da kullanmayı düşünmek gerekir.
İslam dininde “Fî-Sebilillah” yapılmayan hiçbir mücadele “Cihad” olmaz. Savaş anlamındaki “Kıtal” de yine “Fî-Sebilillah” olmak şartı ile cihad olarak isimlendirilebilir. Bu durumda cihad umumidir, savaş onun içinde hususi ve arızî bir durumdur. Barış içinde cihad esas, savaş ise geçici ve istenmeyen, ama mecbur kalınınca son çare olarak kendisine başvurulan bir durumdur. Bunun için cihad genel olup savaşı da kapsamı alanına almıştır. “Harb” kelimesi ayrıca cihad ve savaştan farklı olarak “Allah ve Resulüne” isyan etmek anlamında fitne, terör ve hareketlerini ifade etmek için de kullanılmıştır.
Kur’an-ı Kerimde öldürmeyi ve savaşı ifade eden “Kıtal” kelimesi 13 ayette geçmektedir. “KTL” kökünden türeyen kelimelerin geçtiği ayet sayısı ise 140 adettir. Bu kökten türeyen değişik fiiller, Kur’ân-ı Kerim’de farklı anlamlarda kullanılmıştır. Meselâ “katele” fiili, dünyevî ve uhrevî hükümler bağlamında kasten adam öldürme, yanlışlıkla adam öldürme, ihramlıyken bir av hayvanını öldürme gibi değişik anlamlarda kullanıldığı gibi, aynı kökten türeyen “ıktetele” fiili, “kavga etme” (Kasas, 28:15) “birbirini öldürme” (Bakara, 2:253) “savaşma” (Hucurat, 49:9) anlamında kullanılmıştır. Ayrıca “kâtele” fiili normalde “savaştı” anlamında kullanılmakla beraber, “kâtelehümüllah” tabiri, “Allah onları kahretsin” anlamında kullanılmıştır. Yine “kutile” kelimesi “öldürüldü” anlamında kullanılmakla beraber, nankör kimselerle ilgili olarak, “kutile’l-İnsan” tabiri, “kahrolası insan” anlamında kullanılmıştır. Aynı kökten türemekle beraber, Allah yolunda savaşma ve böyle bir savaş esnasında öldürme ve öldürülme anlamında kullanılmakla “cihad” kapsamına giren kelimelerin geçtiği ayet sayısı ise 50 ye ulaşmaktadır.
Kur’an-ı Kerimde “Kıtal” ile ilgili yüz küsur ayetin bulunması, savaşı esas aldığı için değil, fiili bir durum olan savaş istenmese de bunun ile ilgili hükümlerin çok olmasındandır. Çünkü savaş pek çok hukuk-u insaniye ile ilgilidir. Hak ve adaleti esas alan Kur’an elbette haksızlığı önlemek için pek çok ahkâmı bildirecektir. Çünkü Kur’ana göre “Bir insanı haksız yere öldürmek veya yeryüzünde fesat çıkarmak bütün insanları öldürmek gibi büyük bir günah ve vebaldir.” (Maide, 5:32) “Adalet-i Mahza”yı esas alan Kur’an-ı Kerimdeki adaleti en güzel şekilde ifade eden bu ayet ile Kur’an-ı Kerim buyuruyor ki: “Bir masumun hakkı, bütün halk için de olsa iptal edilemez. Cenab-ı Hakkın nazar-ı merhametinde hak haktır; küçüğüne büyüğüne bakılmaz. Küçük büyük için iptal edilemez. Bir cemaatin selameti için, bir ferdin, rızası bulunmadan, hayatı ve hakkı fedâ edilmez.” (Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, 1998-İst, s. 56)
Bu dünyaya mühim görevler için gönderilen insanın pek çok vazifeleri vardır. “Yaratıcısı olan Allah’a karşı iman ve ibadet, kendisini doğru yola davet eden peygamberin sünnetine uymak ve kendisine ahiret saadetini kazandıran dinini tebliğ ve onun başkalarına ulaştırmak için mücadele etmek” bu vazifelerinden bazılarıdır. Burada anlatılmak istenen cihad, dini başkalarına ulaştırmak için sabırla, gayretle, meşakkatlere katlanarak çalışmak anlamındadır. Yine cihad, dini tebliğ ve insanları irşat ile beraber, nefis ve şeytanla mücadele, toplumdaki kötülükleri ve zulmü ortadan kaldırmak için azami gayret sarf etmek anlamına gelmektedir. Cihad her Müslümanın her zaman yapması gerekli olan bir ibadet iken, Kur’anın “KITAL” dediği savaş ise harici tecavüze karşı devlet eliyle yapılır. Bunun için Kur’an-ı Kerimde içerisinde “CİHAD” ve “MÜCAHEDE” kelimelerinin geçtiği ayetler “manevi cihadı” yani kişinin nefsi, malı ve canı ile yapacağı cihadı anlatır. İçerisinde KITAL ve MUKATELE kelimelerinin geçtiği ayetler ancak maddi ve silahlı olan ve devlet başkanının liderliğindeki bir savaşı ifade etmektedir.
Ehli Sünnet ve’l-Cemaatin mezhep imamları ve müçtehitleri “Ey İman edenler! Allah’a, Resulüne ve sizden olan meşru “ulü’l-emre” itaat edin. Aranızda ihtilafa düşerseniz onu Allah’ın kitabına ve Resulünün sünnetine havale ediniz. Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız böylesi sizin için daha hayırlıdır ve neticesi daha güzeldir” (Nisa, 4:59) ayetine uyarak devlet eliyle olmayan bir savaş ve kıtali fitne sayarak dâhilde asayişin teminine önem vermişlerdir. Kur’an-ı Kerime ittibaen cihadı kıtalden ayırmışlardır. Cihadı daha çok manevi mücahede olarak anlayıp ilimle, “Emr-i bil-Ma’ruf ve Nehy-i Ani’l Münker” görevini en güzel şekilde yapmışlar ve halkı irşada önem vermişlerdir. Dâhili fitnelere alet olmamışlardır.