İslam'ın heykelleri

Caner KUTLU

Her şey, aslında, bir sanat eseridir; ayrıca insan elinde birer sanat eserine de dönüştürülebilir. Sanat şey’e evrensel bir ruh (anlam) üflemektir; bu da şey’in üzerindeki ülfet tozlarının alınmasından ibarettir.

Sanatçı her sûrete istediği (kendiyle asıl arasındaki ilişkiden doğan) anlamı yükleyecektir; ancak bunun için sûrete değil içeriğe bakmalıdır. İslam’daki soyut zorunluluğun temeli, sûrete kendini  yüklemek ve ona can verecek olmaktan kaçınmadır.

Sanatçı tabiata şakirtlik etmeli, yani her şeye layığını vermeli, benliğini yüklemekten kaçınmalı; ondan almalı, taklid aslı bozmamalı, tabiatını aşmamalıdır.

Bediüzzaman'a göre İslam’ın heykelleri camiler, okullar, hastaneler, yollar, köprülerdir; işlevsel olmakla beraber birer estetik ürünüdür. Taşın tabiatını bozmaz, ona erişilmezlik, kullanılamazlık, dokunulmazlık değil, her şey gibi bir görev yükler.

Heykelde sorun, sanatçının (ya da temsil ettiği benliğin) eserin içine girme zorunluluğudur. Oradan bir ruh verme gerekliliğidir. Heykel, taşın içindeki ruhu çıkarma çabası olarak görülse de, bunun her bir taşın içindeki sanatçıyla ilişkili ruhu değil, çoğu kez sanatçının içindeki taşın (ene) mücessem bir halinden öteye geçememektedir. Hâlbuki taşın ruhu, yanyana omuz vermektir; İslam sanatındaki küresel anlatım bunu soyut bir atıf olarak sonsuza yükseltgemek biçimine sokar ki taşın asli ruhu kazanması söz konusu şekilde olur.

Taşın, Peygamberin (a.s.m.) elinde zikretmesi onun bir ruhu ve dili olduğunu (her şey gibi) zaten gösterir. Ancak ona bir sûret giydirmek ve ruhunu bir insan, hayvan ya da başka bir yaratığa taşıtmak durumunda yeniden bir ruh vermek gerektir ki, insan varolandan başka bir şey vermekten (yeniden yaratmaktan) acizdir. Allah bu insanlardan yaptıkları taşa gerçek bir ruh ve hareket vermelerini isteyecek, aksi durumda onları lanetleyecektir. Dolayısıyla, İslam’ın hücumu bu heykelleredir. Nazik ve nazenin köklere yol açan (esnek), suların yoluna serinlik veren taşların kuru ve sert bir benliğe dönüşmesi, ruhsuz, işlevsiz, tartışmalı bir yaratığa indirgenmesi ne acıdır.

Aynı şekilde putperestliğin bir şubesi olan suretperestlik ve uslûbperestlik de sûrete (insan, söz, kelime, cam, taş, demir) kendi tabiatı dışında sanatçının girmesi, şey’in görüntüde hapsolması, asıl ruhun öldürülüp yerine benliğin konulması (tanrıcılık oyunu) da reddedilmiştir. Bediüzzaman’ın 'hurafat ve hayal gûl gibi samie hayretten başka bir faide vermez' (postmodern sanata bir eleştiridir aynı zamanda) dediği durumdan kaçınmak gerekir. Her şeyin hakikatine tabi olmalı, makamı elverdiği oranda yer verilmeli (adalet), şekil verilmelidir.

İslam sanatında kullanılan figürasyonlar hep şeklin ötesine atıf, sonsuz ruha yönelişe bir sebep olmak kaygısı gütmüştür; mesela kubbe, duaya açılan sonsuzluğu, mihrap tahiyyatın kapısı hissini verir (secde, yüzünü, gözünü kapatıp bu görüşme kapısından elsiz, ayaksız girişi sembolize eder gibidir); her mümin oradan (kubbe) yükselir, oraya (mihrap) açılır ve Rabbiyle mukalemesinde bulunur. Her an kapılar açıktır.

Endülüs eserleri, Selçuklu ve Osmanlı cami (ve minareler), hastah
ȃne, yol (ve kervansaraylar); özellikle köprüleri (suyun azizliği, taşın tevazuuyla birleşmesi) bu fikrin şaheserleridir.

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.