İslamiyet ve Hürriyet (III)

Abdulkadir MENEK

Hürriyeti güzelleştiren ve ulvi anlamlar yükleyen İslamiyet’tir. Kâinatı yaratan ve insanları ‘’halife-i arz’’ olarak görevlendirip kendine muhatap olarak kabul eden Rabbimiz, bu şekilde biz insanları en ali bir mertebeye yükseltmiş ve başkaca bir taltif ve manevi makama muhtaç bırakmamıştır.

Günde beş vakit namazda defalarca okuduğumuz ve Kur’an’ın kalbi mesabesindeki Fatiha suresinde geçen ‘’iyyake na’budu ve iyyake nestein-yalnız sana ibadet eder ve yalnız senden yardım dileriz’’ ayeti, bu manayı en çarpıcı şekilde ifade eder. Bediüzzaman Hazretleri bu manayı anlatırken çok manidar ifadeler kullanmıştır:

‘’Zirâ, rabıta-i iman ile Sultan-ı Kâinata hizmetkâr olan adam, başkasına tezellül ile tenezzül etmeye ve başkasının tahakküm ve istibdadı altına girmeye o adamın izzet ve şehamet-i imaniyesi bırakmadığı gibi; başkasının hürriyet ve hukukuna tecavüz etmeyi dahi, o adamın şefkat-i imaniyesi bırakmaz. Evet, bir padişahın doğru bir hizmetkârı, bir çobanın tahakkümüne tezellül etmez. Bir biçareye tahakküme dahi o hizmetkâr tenezzül etmez. Demek iman ne kadar mükemmel olursa, o derece hürriyet parlar. İşte Asr-ı Saâdet... ’’ (1)

Allah’a gerçek anlamda iman eden ve kul olan bir insan, kendisi gibi yaratılmış, fenaya ve her türlü inkıraz ve tahribe hedef ve maruz olan başka bir insana kul olma zilletine asla düşmez, böyle bir halde bulunmaktansa ölmeyi tercih eder.

Hürriyetin; birlik, beraberlik, terakki, medenileşme ve kabiliyetlerin inkişaf etmesine vesile olması arzu edilir ve beklenir. Fikir, vicdan, ifade ve teşebbüs hürriyeti ile insanlar hem hak ve hakikat konusunda birbirlerine yardımcı ve destek olacak, hem de topyekûn toplumun kalkınması, ilerlemesi, gelişmesi ve medenileşmesine hizmet edeceklerdir.

‘’Hem de hürriyet-i şer’iye denilen yüksek bir hakikat-i içtimaiye, Sübhan ve Ağrı dağları gibi istikbalin cibâl-i şâhikasının tepesinde ayağa kalkmış ve esaret-i nefis altına girmeyi yasak etmiş ve gayra tecavüzü tecviz etmeyerek şeriata istinad etmiş olan sultan-ı hürriyet, yüksek sadâ ile sizin gibi mâzinin en derin derelerinde gafil ve müteferrik insanlara "Fen, san’at silâhıyla cehalet ve fakra hücum ediniz" emrini veriyor. ’’ (2)

İstibdat, zulüm ve tahakküm altında yaşamak zorunda kalan insanların, kendilerini ifade edebilmeleri, geliştirebilmeleri, kabiliyetlerini inkişaf ettirebilmeleri son derece müşkül ve sınırlıdır. Hür ve rahat bir ortamda insanlar, korkmadan ve çekinmeden kendilerini ifade edebilecek şekilde bazı teşebbüslerde bulunabilirler. Tarih boyunca ilim ve fen insanlarının maruz kaldığı baskı ve sınırlamalar, medeni ve bilimsel gelişmelerin önündeki en büyük engellerden birisi olmuştur:

“Hem de meşrutiyet-i meşrua denilen dünyada beşer saadetinin bir sebebi ve hâkimiyet-i milliyeyi temin ile makine-yi hayatın buharı olan hürriyetteki irade-i cüz’iyeyi istibdat ve tahakkümün belâsından kurtaran meşveret-i şer’iyenin mayasıyla mayalandıran meşrutiyet-i meşrua sizi herkes gibi imtihana davet ediyor ki, sinn-i rüşde bülûğunuzu ve vasîye adem-i ihtiyacınızı görmek istiyor. İmtihana hazırlanınız. Mevcudiyetinizi ittihadla gösteriniz. ’’ (3)

İnsanların hayatlarını devam ettirirken sahip olmaları gereken hürriyet, bu kapsamda çok önemli bir hediyedir. İnsanlar, hürriyetlerini en güzel ve en mükemmel bir şekilde kullanarak hayatlarını Yaratıcı’nın koyduğu sınırlar çerçevesinde devam ettirmek ve kendilerine verilen kabiliyetleri inkişaf ettirmek için sürekli olarak bir faaliyet içinde bulunurlar.

İnsanlar, kendilerini Zat-ı Akdes’ine en aziz bir muhatap olarak yaratan Rablerine nankörlük edip O’na teveccüh etmekten vaz geçerek, heva ve heveslerinin basit bir oyuncağı haline gelirlerse, elbette böyleleri için ‘’Nefsin Esaretine’’ duçar olmuş varlıklar tabirini kullanmak, abartıya kaçmayacaktır.

D-SONUÇ

Kâinatı ve insanları yaratan Rabbimiz, elbette insanların saadetlerinin yollarını en iyi şekilde bildiği için, bunu kendisine elçi olarak seçtiği Peygamberleri vasıtasıyla tebliğ eder. Nefsin sınırsız ve azgın istek ve emellerinin peşine takılan insanların, saadet ve huzura kavuşmaları mümkün değildir. ‘’Mademki yapan bilir, elbette bilen konuşur’’ hükmüne göre, insanların dünya ve ahiret saadetinin yolu, emir ve yasaklar dairesinde yaşamakla mümkün olacaktır.

Bu dairenin dışına çıkan insanların, gerçek anlamda huzur ve saadete kavuşmaları mümkün değildir. Zamanımızda hürriyeti, nefsin isteklerinin öncelenmesi olarak algılayan ve bu şekilde uygulayan toplumlarda yaşanan dramlar, acılar ve trajediler, bu iddiamızın en büyük delilidir.

BM Uyuşturucu ve Suç Ofisi (UNODC) tarafından açıklanan 2014 Dünya Uyuşturucu Raporu, yaşları 15 ile 64 arasında değişen uyuşturucu bağımlılarının 2012'de dünya nüfusunun yüzde 5'ni oluşturduğunu ortaya koydu.

Birleşmiş Milletler, dünya genelinde yaklaşık 243 milyon kişinin uyuşturucu kullandığına işaret ederek uyuşturucu kullanımının yaygın olduğu uyarısında bulundu. Uyuşturucu kullanan ve insanları esir alan alışkanlıkların eline düşen insanların düştüğü perişan durum, herkesin malumudur. Ulvi hislerden ve yüce düşüncelerden uzaklaşarak, süfli ve rezil hislerin ve alışkanlıkların esiri olan insanların, düştükleri bu halin, hem kendilerine ve hem de insanlığa zarar vermekten başkaca hiçbir anlam taşımadığı da bedihidir.

Dünya Sağlık Örgütü ile birlikte diğer bütün ülkelerin bu alışkanlarla mücadele için ayırdığı bütçe, çok büyük rakamlarla ifade edilmektedir. Oysa gerçek manada insani bir hayat yaşamanın adresi ve formülü gayet açıktır. Kâinat Sahibinin emir ve rızası dairesinde bir hayat yaşamak ile insanlar kemal mertebelerine yükselebilir, maddi ve manevi olarak terakki edebilirler.

İslamiyet’in kâmil manada uygulandığı dönemlerde ve toplumlarda ulaşılan beşeri ahlak seviyesi gösteriyor ki, nefsi esaret ve ruhi hastalıklarla mücadele eden insanlığın önünde çare olarak, İlahi emir ve yasaklar çerçevesinde bir hayat yaşamak bütün canlılığı ile durmaktadır.

Gerçek huzur ve saadetin adresi, Allah’a gerçek anlamda ‘’KUL’’ olmaktan geçer. Bunun dışındaki yollar, sadece esaret ve felaket getirir.

1-      Münazarat, 59

2-      Divan-ı Harbi Örfi, 58

3-      Divan-ı Harbi Örfi, 59

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.