İslamofobinin Uzun Tarihinin Kısa Bir Özeti
Yedi milyar insanın 191 ülke çatısı altında barındığı yer kürede kendini “Müslüman ülke” olarak tanımlayan 57 ülke ve ortalama 1. 5 milyar Müslüman yaşamaktadır. Toplam dünya nüfusu içinde her beş kişiden biri Müslüman’dır. Her bir Hindu'ya iki, her bir Budist'e iki, her bir Yahudi'ye karşılık 100 Müslüman bulunmaktadır.
Dünya nüfusunun beşte birini oluşturan bu ülkeler, İslamiyet’in doğduğu Ortadoğu’da, genişleyip büyüdüğü ön Asya ve Afrika’da, yayıldığı uzak doğuda ve Avrupa içlerine kadar geniş bir coğrafyada yer almaktadır. İslam ülkelerinin bulunduğu coğrafyayı Güney Asya, Afrika, Orta Asya, Orta Doğu, Avrupa kategorileri olarak isimlendirmek mümkündür.
Kitlesel olarak İslam dünyasına, bireysel olarak Müslümanlara ilişkin dünya kamuoyunda genel önyargılar olduğu bilinen bir gerçektir. Bu önyargıların ekonomik, sosyal ve siyasal boyutlarına ilişkin olanları, 19. Yüzyılın sonunda; Osmanlı Devleti’nin zayıflayıp onu oluşturan ulusların bağımsızlık için kıpırdanma dönemlerinden başlayıp, 20. Yüzyılın başından itibaren Osmanlı Devleti’nin mirası üzerinden ivme kazanarak devam etmiştir.
Önyargılar, 1948’de dünyanın hâkim güçleri olan ABD ve İngiltere’nin Ortadoğu’nun göbeğine, Filistin topraklarına konuşlandırdığı İsrail devletinin kuruluşuyla yön değiştirmiştir. İsrail işgalciliğine karşı diplomatik yoldan mücadele etmenin imkânsızlığına inanan bir kısım Arap Müslümanların, kapitalizm sömürgeciliği karşısında bir özgürlük olarak değer gören komünist ve sosyalist hareketlerin de etkisinde kalıp SSCB’nin desteğini de alarak İsrail’e karşı silahlı eylem başlatması, önyargıların konusunu fakirlik ve cahillik nitelemelerinden “Terörist” nitelemesine dönüştürmüştür. Bu niteleme 21. Yüzyılın hemen başında 11 Eylül 2001 tarihinde gerçekleşen El-Kaide terör örgütünün ABD-New York saldırısıyla zirveye ulaşmış; hatta İslamofobiye dönüştürülmüştür.[1]
Yaklaşık 20 yıldan bu yana İslamofobi çerçevesinde İslam ve Müslümanlara karşı yürütülen sistematik yıpratma kampanyalarına rağmen bugünün dünyasında yükselen değer yine de İslamiyet’tir. İslam alemi tüm olumsuz yıpratma kampanyalarına rağmen hala güçlüdür.
“İslamofobi ile Mücadele: Tolerans ve Anlayış Eğitimi”
7 Aralık 2004’te Birleşmiş Milletler (BM) düzenlediği “İslamofobi ile Mücadele: Tolerans ve Anlayış Eğitimi” başlıklı konferansta konuşan BM Genel Sekreteri Kofi Annan şunları söylemişti: “İslamofobya ile mücadele edecek strateji, temelde eğitim üzerine bina edilmelidir. Bu eğitim sadece İslâm hakkında değil, bütün din ve gelenekler hakkında olmalıdır ki mitler ve yalanlar gerçeklerden ayırt edilebilsin. Medya ve internetin nefret çığırtkanlığında kullanılmasına engel olmalı; fakat düşünce ve ifade özgürlüğünü de korumalıyız. Kamusal otoriteler sadece İslamofobya’yı kınamakla kalmamalı, ayrımcılık yapılmayacağı yönündeki vaatlerini yasal ve gerekli diğer uygulamaları garanti altına alarak desteklemeli.”
Annan’ın bu temennisinden 8 yıl sonra özellikle demokratikleşme ve daha fazla insan haklarının yerleşmesi konusunda Arap dünyasında adımlar atılmasına rağmen 11 Eylül saldırılarından sonra yükselen İslam korkusu ve İslam nefreti ateşi henüz sönmüş değildir.
9 Aralık 2007 yılında İslam Dünyası Sivil Toplum Kuruluşları Birliği (İDSB) tarafından İstanbul’da düzenlenen “Uluslar arası islamofobya konferası”nın sonuç bildirgesinde ise, “İslamofobya'nın, Antisemitizm gibi suç sayılması, İslamofobyaya karşı ulusal ve uluslararası hukuk mekanizmalarında yasalar çıkartılması ve kararlar alınması” ifadelerine yer verilmiştir. Aynı bildirgede, dünyanın, bilinçli ve kasıtlı olarak, korkuların hakim olduğu, güvenlik bunalımının yaşandığı, bir arada yaşama kültürünün törpülendiği bir yer haline getirilmek istendiği belirtilerek, İslamofobya'nın, çok kültürlülüğe, çoğulculuğa, bir arada yaşama anlayışına en çok ihtiyaç olduğu günümüzde, dünya barışına karşı yapılabilecek en büyük ihanet olduğu kaydedilerek, “İslamofobya ile mücadele etmek için multimedya ürünleri daha etkin kullanılmalı, bunun için yeterli fonlar ayrılmalı, en uygun projeler hayata geçirilmelidir. Reaksiyoner değil aksiyoner, pasif değil proaktif eylem ve ifadelerle İslam'la ve Müslümanlar'la ilgili yanlış anlama ve algılamaların giderilmesi için, içe ve dışa dönük olmak üzere çift taraflı eğitim faaliyetleri planlanmalı ve faaliyete geçirilmelidir.” Denilmektedir.
İslamofobyada öne çıkan temel argümanlar nelerdir?
İslam dünyası ve Müslümanlara karşı dünya kamuoyunda şu ana değin oluşan veya oluşturulan[2] önyargılar, gerçekler ve özeleştiri anlamında ortaya çıkan ana konular şunlardır:
- Terörizm. Her Müslüman potansiyel bir teröristtir, önyargısı. [3]
- Diktatörlük ve baskıcı rejimler. İslamiyet’i demokratik sistemle bağdaştıramayan veya işine öyle gelen ülkelerde kişi veya aile diktatörlükleri hüküm sürmektedir. Müslümanların özgürlük talepleri yoktur.[4]
- Eğitime; bilgiye ve bilimsel çalışmalara kapalılık; doğmacı eğitim sistemlerinden kaynaklanan ezbercilik ve taklitçiliğin hüküm sürmesi; bilgi tüketiciliği; İslam’ın akılcı bilimle bağdaşmaması düşüncesi.
- Fukaralık, ekonomik geri kalmışlık… Nerede Müslüman varsa fakir ve sefildir. Zenginlik Müslüman olmayanların malıdır. Müslüman toplumlar tüketim toplumu olduğu için zengin üretici ülkelere bağımlıdırlar. [5]
Bu nedenler yanında düşünsel düzeyde yerli ve yabancı İslamofobinin temelleri içinde psikolojik algı önemli bir yer tutmaktadır. O da şudur:
İslamiyet bizi dünya hayatındaki zevk ve eğlencelerimizden mahrum bırakacak! Oysa biz hayatımızın keyfini çıkarmak istiyoruz. Hatta hayvan gibi gamsız tasasız, duyarsız yaşamak istiyoruz. Oysa Şeriat öcüdür; istibdat getirir, özgürlüklerimiz kısıtlanır.
Bu düşüncelere karşı Risale-i Nur “Hayatın manası, meşru lezzetin insanı mutlu ettiğini ve doyurucu olduğunun izahı, Hayvan gibi yaşamanın insani özelliklerimiz, gelecek ve geçmiş arasında sıkışmış insan ruhunu tatmin etmeyeceğinin anlaşılması ve İslamiyet’in tam tersine bir özgürlük dini olduğunu, hakiki imanı elde eden adamın kainata meydan okuyabilecek kadar özgür olabileceğinin açıklanması…” gibi başlıklar altında bu dünya hayatında mutluluğun, mutlu yaşamanın sırlarını sunmuştur.
Nasıl yorumlarsak yorumlayalım islamofobi çağın bir gerçeğidir. İslamofobiye neden olmak kadar, islamofobiden beslenen kesimlerin de farkında olmak gerekmektedir. İğneyi başkasına batırırken, çuvaldızı kendimize batırmayı ihmal etmeden özeleştiri yapmak ve özgüven oluşturmak gerekmektedir. Bediüzzaman Said Nursi doğru İslam’ı ve İslamiyet’e layık doğruluğu yaşamamız durumunda özgüven sahibi olacağımızı vurgulamaktadır. Bunu yaparken, onun deyimiyle “sadık-ı ahmak” pozisyonuna düşmeden, kaş yapayım derken göz çıkarmadan hizmet metotlarımızı yeniden gözden geçirmeliyiz.
ÖNERİLER
İslamofobiye karşı alınabilecek önlemler şunlardır:
- Müfredatları Risale-i Nur’un bakış açısına göre hazırlanmış İslam derslerinin eğitim ve sosyal alandaki STK’lar tarafından Avrupa ve Kuzey Amerika’daki okullarda okunmasına yönelik girişimler yapılması.
- Müslümanların kendi toplumları tarafından iyi denetlenmesi ve menfi hareketlerden kaçınılması, müsbet hareket edilmesi; doğru islamiyeti ve islamiyete layık doğruluğun sunulması (Tebliğ)
- Başta Avrupa ve Kuzey Amerika olmak üzere azınlık durumda olan Müslümanların soyutlanma yerine bilinçli ve dirençli entegrasyonla sempatizan çevreler oluşturulması
- Müslüman ülkelerdeki eğitim sistemleri ahlak-ı İslamiyeyi yaşayan, temsil gücü yüksek kişilik, nitelik ve eğitim düzeyi yüksek kuşaklar yetiştirmeli.
- İslam’ı dar siyasi kalıplar içinde sunma eğiliminden vazgeçmeli ve İslam medeniyetine giden yolun önü açılmalıdır. Bu bağlamda siyasal İslam algısı, iktidar gücü elde etme, dünyevileşme ve maddileşme gibi tarafları korkutucu ve kaçırıcı yöntemlerden kaçınılmalıdır. Özellikle, sath-ı mail oluşturan ve terörizm gibi menfi hareketlere kapı açan sözde islami düşünce ve eğilimlerin sosyal ve uluslararası sahneden çekilmesi kaçınılmaz olmalıdır.
- İslam’ın modern dünyadan dışlanmasına sebep olan “ehak” konusu bağlamında kültürel İslami anlayışlar alimlerin fetvasıyla yeniden düzenlenmelidir. Avrupa’da özellikle burka gibi giysilerin İslam’ın özüyle veya mezheplerle ilgisinin olmadığı halde devletlerin güvenlik nedeniyle karşı çıkmasına karşı şiddet eğilimleri ve İslamı tartışma konusu yapmanın bir anlamı yoktur.
- İnsanların özgürlüklerini yanlış kullanmalarından kaynaklanan kişisel veya kitlesel günahlara karşı düsturumuz şu olmalıdır: Düşmanlarımızın seyyiatı -tecavüz olmamak şartıyla-adavetinizi celp etmesin.
- Muhabbete en layık şey muhabbettir ve husumete en layık sıfat husumettir. Yani hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeyi temin eden ve saadete sevk eden muhabbet ve sevmek sıfatı, en ziyade sevilmeye ve muhabbete layıktır. Ve hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeyi zirüzeber eden düşmanlık ve adavet, her şeyden ziyade nefrete ve adavete ve ondan çekilmeye müstahak ve çirkin ve muzır bir sıfattır.”
- Son bir önerimiz de başta Vatikan olmak üzere Hıristiyan dünya için; İslamiyet, İsevilik ve Musevilik İbrahimi dinlerdir. İnsanlığın geldiği bu tarihte dinlerin, terör ve terörü besleyen her türlü sapkın düşüncelere, şiddet ve kavgalara, aile değerlerini yok eden bozguncu ahlaksızlara karşı birbirlerini desteklemeleri de kaçınılmazdır. Yeni Zellanda’da yaşanan bu menfur katliama karşı en gür seda dinlerin müntesiplerinden çıkmalıdır. Almanya’da veya başka bir yerde de ortak mitingler düzenlenebilir.
Başta Avrupa olmak üzere insanlar fıtratlarının sesini dinleyecekler ve dini hakkı bulacaklardır.
TARAFLARIN İSLAMİYET’TEN KORKMAK YERİNE ONU SEVMEK İÇİN SORUNLAR-ÇÖZÜMLER
[1] 2010 yılında yapılan bir araştırmada Amerikalıların, Müslümanlara karşı Hıristiyanlar, Yahudiler ya da Budistlere karşı olduklarından iki kat fazla önyargılı oldukları ortaya çıktı. Gallup Dünya Dini Araştırması çerçevesinde elde edilen sonuçlar, Amerikalıların üçte ikisinin, İslam hakkında çok az bilgi sahibi olduğunu ya da hiç bilgi sahibi olmadığını gösterdi. 2010’da telefonla aranan binden fazla yetişkinin katılımıyla yapılan araştırmada, Amerikalıların yüzde 43'ünün Müslümanlara karşı az da olsa önyargıları olduğunu kabul ederken, Amerikalılar arasında Hıristiyanlara karşı duyulan önyargının yüzde 18, Yahudilere karşı yüzde 15 ve Budistlere karşı da yüzde 14 oranında olduğu görüldü. Araştırmaya katılanların yüzde 63'ünün İslam hakkında "çok az" bilgi sahibi olduğunu ya da "neredeyse hiç" bilgi sahibi olmadığını gösteren araştırma, Amerikalıların büyük bölümünün, çoğu Müslüman'ın barış istediğine inandığını, ancak yine de yüzde 53'ünün, İslam'ı, "çok uygun" veya "neredeyse hiç uygun" bulmadığını ortaya koydu. Kaynak: www.gallup.com.
İslam ve Müslümanlara ilişkin önyargılara dair bir raporda ise şu değerlendirmelere yer verilmiştir:
- İslam ülkeleri monolitik bir blok, statik ve değişime tepkisiz olarak görülür.
- It is seen as separate and "other."Ötekini ayrıştırır. İslam, diğer kültürlerle ortak değerlere sahip değildir, onlar tarafından etkilenen de değildir ve onları da etkileyemez.
- It is seen as inferior to the West.İrrasyonel, ilkel, barbar ve cinsiyetçi olarak görülür.
- It is seen as violent, aggressive, threatening, supportive of terrorism , and engaged in a clash of civilizations .Şiddet ve saldırganlık, tehdit edici ve terörizmin destekleyicisi olarak görülür.
- It is seen as a political ideology , used for political or military advantage.Politik ya da askeri avantaj sağlamak için kullanılan bir siyasi ideoloji olarak görülür. .
- Criticisms made of "the West" by Muslims are rejected out of hand.Batının Müslümanlara yaptığı eleştiriler reddedilir.
- Hostility towards Islam is used to justify discriminatory practices towards Muslims and exclusion of Muslims from mainstream society.İslam'a düşmanlık, Müslümanlar ve Müslümanların dışlanması topluma yönelik ayrımcı uygulamaları haklı çıkarmak için kullanılır.
- Anti-Muslim hostility is seen as natural and normal. [ 20 ]Anti-Müslüman düşmanlığı, doğal ve normal olarak görülür.
(((Islamophobia: A Challenge for Us All" Runnymede Trust, 1997.)
[2] “Oluşturulan” kelimesi burada kasten kullanılmıştır. Çünkü dünya derin devletinin İslam’ın yükselmesinden ve Müslümanların eğitim ve sosyal hayatta gelişmesinden ve zenginleşmesinden kaynaklanan bir korkusu vardır ve geçmişten bu güne bu korku derin yapılanmaların medya üflemesiyle anlaşılmaktadır. Bununla ilgili bir örnek olarak TAVAK Başkanı Prof. Faruk Şen, “2012'de Avrupa'da İslam karşıtlığının ve yabancı düşmanlığının artacağını öne sürüyor” başlığı altında verilen haberdir. Kaynak: https://www.euractiv.com.tr/politika-000110/analyze/prof-faruk-en-2012de-islamofobi-ve-rklk-artacak-023465
[3] “Avrupa, Müslümanlar ve İslamofobi”, https://www.dusuncegundem.com/content/view/553/29/ Ayrıca Avrupa Polis Teşkilatı Europol'un istatistiklerine 2009 yılı verilerine göre, Avusturya, Fransa, Yunanistan, Macaristan, İtalya, İspanya'da toplam 294 terör içerikli eylemin kayıtlara geçtiğini, ancak bunlardan sadece birinin İslamcı terör olduğu, 2010 yılında ise 249 terör eyleminden üçünün İslamcı terör olarak nitelendirildiği halde İslamofobinin gündemde tutulması anlamlıdır (https://www.europol.europa.eu).
[4] Her yıl “Politik Haklar” ve “Sivil Haklar” alanlarında dünya ülkelerini inceleyen Freddomhouse.org’un 2011 verilerine göre, 9 İslam ülkesinde seçimli demokrasi var. 57 İslam ülkesinden 3’ü (Guyana, Endenozya, Mali) tam özgür. 15 ülke (Türkiye buraya dahil) yarı özgür, gerideki 39 İslam ülkesi ise ne politik haklarda ve ne de sivil haklarda özgür değil. (Kaynak: freedomhouse.org)
Buraya tarihi bir not düşmekte yarar vardır: Bediüzzaman Said Nursi’nin 20 yüzyılın hemen başında, henüz İslam ülkeleri tam oluşmamışken “Meşrutiyet-I Meşrua”dan, şimdiki deyimle “İslami demokrasi”den söz etmesi acaba bir tesadüf müdür, yoksa 20. Yüzyıl değişiminin ve 21. Yüzyılda da ortaya çıkacak yargı ve önyargıların başlangıcında gösterdiği bir rejim formülü müdür?
[5] En az gelişmiş 48 ülke'nin 22'si İslam ülkesi: İslam Kalkınma Bankası-TOBB işbirliği kapsamında, 2011 yılında gerçekleştirilen projeler ve 2012 yılı için iş planının ele alındığı toplantıda konuşan TOBB Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu, ''48 en az gelişmiş ülke arasında 22 İslam ülkesinin bulunmasından ve en zengin İslam ülkesi ile en fakir İslam ülkesi arasındaki gelir farkının 220 kat olmasından rahatsızlık duyuyorum. TOBB-İslam Kalkınma Bankası İşbirliği Anlaşması bu olumsuz tablonun düzeltilmesi açısından önemli bir işlevi yerine getirecek'' dedi. (https://www.t24.com.tr/haberdetay/175316.aspx)
İslam ülkelerinin gelişmişliğine ilişkin bir ilginç değerlendirme ise şöyledir: Bütün İslam coğrafyası, ekonomik olarak Fransa'dan küçüktür. Zengin Arap ülkeleri var, ama onlar ekonomik anlamda değil, bir mala (petrole) sahip olma anlamında zengin. Tabloya neresinden bakarsak bakalım, İslam coğrafyası Batı'ya nispetle çok fakir. Ancak sorun bundan ibaret değil. Dünyadaki ekonomik trendlerde gelecek 20 yılda bir değişiklik olmazsa İslam dünyası, Çin ve Hindistan'ın da gerisine düşecektir ( https://www.hurfikirler.org Atilla Yayla 23 Ekim 2009). Burada Bediüzzaman Hazretlerinin bir yargısını ekleyelim: “Âyâ (acaba), zanneder misin bu milletin fakr u hali dinden gelen bir zühd ve terk-i dünyadan gelen bir tembellikten neşet ediyor? Bu zanda hata ediyorsun. Acaba görmüyor musun ki, Çin ve Hind’deki Mecusî ve Berahime (Brahmanizm dinine inananlar) ve Afrika’daki zenciler gibi, Avrupa’nın tasallutu altına giren milletler bizden daha fakirdirler. Hem görmüyor musun ki, zaruri kuttan (az bir gıda) ziyade Müslümanların ellerinde bırakılmıyor? Ya Avrupa kâfir zalimleri veya Asya münafıkları, desiseleriyle ya çalar veya gasp ediyorlar.” (Lem’alar, 17. Lem’a, 7. Nota, YAY, İstanbul)