Akademisyen yazar Beyazıt Akman, "İstanbul fethedildiği zaman Doğu Roma'dan kaçan bir seyyah 'İstanbul Türklerin eline geçti ve medeniyet bitti. İyilik, güzellik, sanat namına ne varsa bitti ve güneş battı, dünyanın sonu geldi!' diyor. Bu sözler Batı'nın yüzyıllarca atlatamayacağı travmayı çok iyi özetler. Koca bir imparatorluğun kaybedilişinin hazmedilemeyişi önce sayfalara, sonra sahneye, sonra da beyaz perdeye hep olumsuz yansımıştır." dedi.
Amerika'da Illinois State Üniversitesi'nde Batı edebiyatında İslam algısı ve Türkler üzerine doktorasına devam eden Beyazıt Akman, Moral Dünyası dergisinde yayınlanan röportajda Batı'nın Türk ve İslam algısı üzerine önemli açıklamalarda bulundu.
İslamofobi'nin yüzyıllardır süren, belki de İslam'ın doğuşundan beri var olagelen bir olgu olduğunu ifade eden Akman, "Ancak modern anlamda Batı dünyasının, yani Avrupa'nın İslam'ı çarpıtması Osmanlı İmparatorluğu'nun İstanbul'u fethiyle başlamıştır denilebilir. Yeryüzünün gelmiş geçmiş en büyük imparatorluğunu, ki Doğu Roma, Hıristiyanlığı kabul eden ilk imparatorluktu, Müslümanlara kaptırmak Avrupa'da yüzyıllarca sürecek bir travma oluşturmuş ve Müslümanlar hakkında hep asılsız hikâyeler oluşturulmuştur. Bu, Oryantalizm ve onunla ilgili olarak da İslamofobi'nin ilk ciddi evresidir denilebilir. 18 ve 19. yy. İngiliz ve Fransız sömürge imparatorluklarının Kuzey Afrika ve Güney Asya Yarımadası'ndaki faaliyetleri ikinci bir evreyi, 11 Eylül sonrası Amerika'daki olgular ise üçüncü evreyi oluşturur, bunların her birinin farklı özellikleri, dinamikleri vardır, Oryantalizm ve İslamofobi denilen kavramları iyi anlamak için bu dönemleri birbirinden iyi ayırt etmek gerekir." diye konuştu.
İstanbul fethedildiği zaman Doğu Roma'dan bir seyyahın şehirden kaçıp giderken "Bugün İstanbul Türklerin eline geçti ve medeniyet bitti. İyilik, güzellik, sanat namına bildiğimiz ne varsa bitti ve güneş battı, dünyanın sonu geldi!" dediğini kaydeden Akman, şunları söyledi: "Bu birkaç cümle Batı'nın yüzyıllarca atlatamayacağı travmayı çok iyi özetler. Koca bir imparatorluğun kaybedilişinin hazmedilemeyişi önce sayfalara, sonra sahneye, sonra da beyaz perdeye hep olumsuz yansımıştır. 'Barbar Türk' kavramı o gün doğmuştur."
Akman, dergideki röportajında kendisine yöneltilen "İslamofobi'nin aşılmasında Batılılar ve özellikle biz günümüz Müslümanları neler yapmalı?" sorusuna ise şu cevabı veriyor: "Osmanlı coğrafyasına gelen Batılı bir seyyah gördüklerinden o derece etkilenmiştir ki, bir keresinde şunları yazar Türklerden bahsederken: 'Liyakat onlarda, adam kayırma ve dalkavukluk bizde; disiplin ve düzen onlarda, tembellik ve miskinlik bizde; dürüstlük onlarda, ikiyüzlülük bizde. Koca Türk'ün nasıl dünyaya hâkim olduğunu anlamak için dahi olmak gerekmez, gelin İstanbul'un tertemiz sokaklarını görün.' Çözüm, bu meritokrasi yani liyakat düzenini tekrar yakalamak, uzunca bir süredir kaybettiğimiz bu sıfatları yeniden kazanmaktır. Hamasi söylemlerle bu iş olmaz, herkes yaptığı işi en iyi şekilde yapmalı, çalışkan ve dürüst olmalıdır. Gerisi kendiliğinden gelecektir. Ben kendi adıma bir Oryantalizm/Şarkiyatçılık akademisyeni olarak Batı'daki Doğu'nun izini sürmeye devam edip, Oryantalist olmayan edebiyatı da birinci elden yazmaya devam edeceğim."
Akman, beş yıllık bir araştırmanın ardından yazdığı, son zamanların en çok satan tarihi romanlarından "Dünyanın İlk Günü" adlı 700 sayfalık eserinde de 29 Mayıs 1453'ün, Batı'daki oryantalist algının aksine, medeniyet ve beraber yaşama kültürü adına neden bir milat olduğunu anlatıyor.
Cihan