Üniversiteye adım attığımız ilk yılımızda, sabahın erken saatlerinde kapımız çalındı. Namaza hazırlanan bir kaç gençtik ve sonrası kısa ders faslıydı.
Beklenmeyen misafir, mahallemizden dönemin iktidarı Adalet Partisi’nin il yönetim kurulunda ve Risale-i Nur hizmetinde müdrik, müteşebbis bir ağabeyimiz rahmetli Ahmet Rüzgâr’dı.
Sakin, tedirginliğini saklayan bir müdebbir duruşuyla, ziyaret merakımızı giderecek “inkılap oldu” ifadesi hala kulağımdadır.
27 Mayıs Askeri Darbesini ve 12 Mart Muhtırasının ağır yıkımlarını yaşamış ve ülkenin yeni bir felakete sürüklenişinin hüzünlü simasını fark etsek de bu tecrübeleri bize zaman öğretecekti.
Sokağa çıkma yasağı vardı, darbeci 5 general ülkeyi kurtardıklarının demecini veriyorlardı. Hala maalesef cuntanın hazırladığı bir anayasa ile dikta heveslerinin bitemediği, mağdurun ve mazlumun 12 Eylül zulmünden kalan patolojisiyle, çatışma ile beslenen gerilimlerin izi ve etkisi devam ediyor.
Türkiye'nin Osmanlı'da Halaskar-ı Zabitan ile başlayan kurtarıcılık hastalığı, istibdadın cehaletle hemhal ve kitlesel anafora dönüşen etki-tepki kışkırtıcılığından ve pusuda bekleyen sivil görünümlü anti demokratik figürler dâhil henüz olgun bir katılımcılık ve demokratik eşitliğin rekabet kalitesine ulaşamadık.
Bunun temelinde zümre hâkimiyetinin zamanla sivil/askeri cuntaya dönüşen ve ötekileştirmenin ülkenin iç enerjisini boşaltan zihni/fikri ve kalbi fukaralığa dönüşmesi yer alıyor.
Tek parti dönemi, sonrası darbeler serisi ve vesayetin millete nefes aldırmayan baskısı, bölünmüş yeni ortaklarla ve farklı boyutlarla, uluslararası çapta milletin şuurunu zedeliyor.
Bireyin ve toplumun; ortak, eşit ve kardeşçe beraberliğin adil ve sürdürülebilir nitelikli rekabetine topyekûn hazırlanmadıkça, buna dair benlik inşası ve tefekkür zemini oluşmadıkça çözüm demetleri mevsimlik iktidar oyunlarından öteye geçemez.
İnşa edici, temellendiren, ruhu ve vicdanı harekete geçiren ciddi bir yönetişim dinamiği ve ilkeli ahlak öğrenciliği ile toplumsal refleksler imanı, bilimi, teknolojiyi, hakkaniyeti ve insani gelişmişliği mağdur coğrafyaların ümidi haline getirebilir.
Buna dair tarih hafızamızı ve öğrenme algoritmamızı güncellemeden yeni fikrin ev sahipliği veya tecdidin tefekkür ortamını sağlamak güçleşir.
Her türlü darbenin tarafında, direkt ve dolaylı kim ve kimlerse, kamunun vicdanına kast eden bir ihanet olarak gerçek kurgu, fail ve müsebbiplerine bilerek tezgâha yamanan, sessizlik sarmalında göz kırpan ve nemalananlar dâhil amme vicdanında mahkûmdurlar. Huzur-u ilahide en hafif tabiriyle "zalim veya zulme meyledenlere karşı" Mahkeme-i Kübra'da hakkımızı alacağımıza inanıyorum.
Dileğim, dünyada da meşru zemin ve meşru haklar hiçbir gerekçeye kurban edilmeden hür ve bağımsız yaşanabilir bir gidişatın ahlakla taçlanıp daha da inkişaf etmesidir.
Risale-i Nur'da "Desise-i Şeytaniye" konusu altı maddede bireyin iman zeminini, Hutbe-i Şamiye'deki altı hastalık ve çözümleri ile toplumun ahlaki zeminini inşa ve ihya etmede yüksek çerçeve ve paradigmalar veriyor.
Çarpan etkisi ile altışar maddenin matrisini kurarak, akademianın kendi koordinatında sorumluluk almasıyla, uzun yola ihlaslı adımlarla çıkılabilir.
Buyurun, meşru, makul, müspet ve sürdürülebilir bir gelecek, umut ve huzur ile refah inşasına.