Gerçekleştiremediği hayallerini rüyada görmekle teselli bulanlar bile şanslı. Çünkü arzu ve isteklerine cevap bulamayan ve göremeyenin hali rüyasında bile bitmez. Her uyku bir umut kapısı gibi bekletir onu.
Yapmak istenilen ve peşine düşülen hedef, eğer arka planda bir şöhret ve bilinirlik müptelası olmayı kamçılıyorsa, her aşamada bir tatminsizliğin girdabında olmaya adaydır.
Kendinden bahsettirme, algı üretme, etkili olma, hatta bunu fırsat avcılığına dönüştürme hissi insanın peşini bırakmayan bir kumar gibidir. Kazandıkça daha da hırslanan, kaybettikçe de acı çeken bir iç ıstırabın içindedir.
Şöhret hırslandıkça ve hırs, şöhret yelpazesini açıp uçsuz bucaksız heves denizine daldıkça, bireyci ve menfaat odaklı bir akıl oyunu ile riyanın kaçınılmaz karakterine dahil olur.
Hırs, doyumsuz adımların, tatminsiz ruhların asla teskin olamayacağı yakıcı ve ilkesizliği çoğaltan bir zarar küpüdür. Ne kadar gizlenmiş olsa da uygun ortamı bulduğunda nükseder, içindeki sirkeyi dışına vurur.
Keskin sirke küpüne zarar verdiği gibi hakikat karşısında abus bir sirke çehresine dönen hırslar da insanın kalbi ve vicdani hassasiyetlerini kırar, parçalar.
Şöhretle aldığı ilgi, kavuştuğu statü ve nemalanma fırsatları, hassasiyetini kaybetmiş hislerin karşısında insan; hususiyetlerini de kaybeder.
Mal kayıtları ve maddi varlıkların büyümesiyle ters orantılı olarak bu şöhrete bağlı ilgi müptelalığı da insanın manevi varlığını, ruhunu ve coşkusunu küçültür.
Kendine aitlikle başlayan masum ve güya insani gerekçeler, zamanla şöhretin pençesinde ve hırsın doymayan midesinde erir gider.
Manevi zevklerini kaybetme, kıskanma, ötekine karşı sürekli bertaraf etme zalimliği, hak tanımaz bir hırsın ve riyakâr arayan bir şöhretin adeta bir gıdasıdır.
Ruh, bu iklimde sürgündür. Bedeni ve haksız rekabetin kazanma hırsını ve bir şey olma şöhretinin yelkenlerini şişirdikçe, nefsin ve şeytanın açık denizlerinde pupa yelken açıldıkça saçılmak ve bunları fark etme melekelerini bile kaybedip, yanlışların sevdirildiği bir ego adasına egoistçe yönelmek, insanı hakikat karşısında cahil; hak terazisinde ise zalim olarak tartar.
Dijital bilginin numerik değerleri ve manipülasyona açık gerçekleri ile devşirilmiş doğruların tarafgirlik cephesinde girdiği nefis mücadelesi, haz alanlarından aldığı cesaretle bir suç işleme makinesine döner.
Cesaretlendiren ve bağımlı kılan gayri meşru kazanç, zevkler ve benlik algısını menfileştiren kuralsız yarışmada yarış avantajları ile kendi nefis ahtapotunun kontrolsüz ve değişen kollarında ruhuna Fatiha okutur.
Çünkü vicdani dengesini, sonuçlarına razı olma sabrını ve ilkelerinin sınırlarında durma vakar ve ciddiyetini göstermeyen bir güç elde etme müptelalığı ve kural tanımaz gasp girişimleri, insanı manen ölü bir insan haline getirir.
Riya, eldivenleri ile zehrini gizlese de yumuşak dokunuşların akıttığı zehirle cildi bozan sempatik şeytanlık, tam da çağımız günahlarının ve haksızlıklarının fark edilemeyecek kadar şaşırtıcı ve yıkıcı darbelerini tarif etmektedir.
Şöhret hırsı, uyuşturucu gibi insani vasıfları tahrip eden güvenilmezlik çukurudur. Hakkından fazlasına talip, amme kaynaklarına fütursuzca el atan ve yaptıkları ile ürkme ve utanma duyarlılığını kaybeden bir tahakküm zincirine dahil olarak birbirine kenetlenmiş gasp birlikteliğine dahil olur ve insanlığı yıkar. Kendini de o yıkıntılar üstüne kurar.
Riyanın bu tehlikeli ve sinsi örgütü olan şöhret ve hırs çetesi, aynı zamanda samimiyetin kezzabıdır.
Doğru söylenen her söz ters anlamıyla icra edilir. Tebessüm ve ilgi; avın tuzakları ve hilenin despotluğu olarak sonradan kendini gösterir.
Çağın şöhret repertuvarı o kadar zengin, o kadar kostümlüdür ki. Ve buna uydurulan her kılıf, kutsal ve formda karşımıza çıkar. Şeytani kurumsallığın adeta bir amiral gemisidir şöhret hırsı.
Sahibine manen zarar verir, maddeten de itibarsız yapar. İmaj cilası satın alınsa da insanlığın vicdanında ve kendi tatminsizlik bunalımında sefil kalır.
Şöhret, yalancı bir karizma, iltifatla nefes alan bir makineye bağlı hayat gibidir.
Hakikatin karşısına dikilen bu şeytani örgütlenme, firavunlar yetiştirir, tağutlar ve tiranlar çoğaltır.
Bu dizginlenemez şöhret hastalığına karşı, riyayı da engelleyecek ilaç; samimiyet ve ihlastır. Hakperestlik ve ortak aklın hukukudur. Buna inanmak ve ardına düşüp asla dönmemek ve kıyas kıskançlığından uzak kendi fıtratının fıtriliğinde koşturmaktır.
Rıza dairesinde razı olunan bir kul olmakla kanaat etme şükrüdür.
Bu tedavi ve koruyucu ihlas çabası, açık bir ekip ruhu, "çevrim içi düşünceler”in nefisperestliğinden uzaklaştıracak beraberliklerin sorumluluk ahlakı ve iş bölümü ile mümkündür.
Batıdaki endüstri toplumunun akıl feneri bile şöhret hırsının yaşanabilir bir düzeyde yukardaki insani sistemlerle bir denge peşindeyken, bizim coğrafyanın sahip olduğu hakikat mensubiyeti ile vicdani aklını doğru çalıştırma niyet ve gayretine girememesi, örneklik modelini oluşturamıyor olması hem hazin hem bir çürümedir.
Bunu ihlasla, riyasız, duru ve açık adımlarla; her nefis huzurun tadını aldıkça, bulaşıcı bir değer olarak iyilik etkisini çoğaltır.
Hem de kalıcı bir şekilde.