66 yaşı geride bırakmış, kitap yazdığınız için okuyucularınızla birlikte cezaevindesiniz. Mahpus ama mahkum olmamış bir tefekkür içindesiniz. Zaman zaman hastalık ve ihtiyarlık yorgunluğu tefekkürünüzü besliyor.
Hayatı kısıtlayan şartlar altında vazife başındasınız.
"Cezaevinde vazife ne olabilir ki?" aklımıza geliyor.
Ancak mürşitler için vazife, öncesi ve sonrası ile hayatın kesintisiz her anıdır.
Büyük bir şefkatle yapmanız gerekenler var. Sorumluluklarınızı düşünüyorsunuz.
Hastalık, yaşlılık, maruz kaldığınız zulümleri sabır ve metanetle karşılayıp faaliyetinize devam ediyorsunuz.
Dava kardeşleriniz talebelerinizi canınızdan bir parça hissedip, şefkat kanatlarınız altında koruyorsunuz. Kapalı mekanda, tecritte, duvarları aşarak bir aradasınız. Manevi hatlar ve yazılı mesajlarla talebelerinizi ders halkasında tutuyorsunuz.
Cezaevinin bütün menfi şartlarına ve baskıya rağmen yazıyorsunuz.
Sık sık misafir edildiğiniz mahpushaneden dünyaya iman dersleri yayıyorsunuz. Suçunuz! o kadar büyük ki, her defasında beraat ediyorsunuz. Suç! aletleriniz o kadar çok ki, hepsi kitap. Kitaplarınız o kadar tehlikeli! ki okuyan bilinçleniyor, farkındalığı artıyor, kendine/ ailesine/topluma faydalı birer insan oluyor.
Bu inkişafı sağlayan kaynak merak ediliyor ve korkuluyor. Fikir kaynaklarınızın suç! teşkil ettiği söyleniyor.! Bu affedilemez! suçun kaynağı bulunuyor: Kur'an ve yorumunuz. İman bilinci ile hayatı anlamlandırıp, dünyaya bu ahlak ve sevgiyle bakmanın getirdiği zararlı! sonuçlar.
Bir dönemin yasak gerekçeleri bu kadar dayanaksız ve temelsiz.
Denizli hapsinde fikirleri engellenemeyen ve mahkum edilemeyen mütefekkir, hayatı ve ihtiyaçları dört duvar arasında kısıtlanarak fiziken engellenmiştir. Ama o fikren hükmettiği ortamda kalplere hitap ediyordu.
Ceza ve cezaevi şartlarını zihninde sıfırlayan, anı, ortamı, meşakkati, zalimlerin intikam dolu baskılarını hiçe sayan bir mürşit tahtındasınız.
Mahkumların ihtiyaçlarını, ailelerin sıkıntılarını, ümitsizliklerini ve çaresizliklerini düşünüyorsunuz. Onları teselli eden, ufuklarını açan, okumaya ve yazmaya teşvik eden, sabırlı olmaya alıştıran bir manevi hekimsiniz. Maddi bütün tecritlere rağmen, manen hakimsiniz.
Cezaevinde hikmetle düşünen ve yazan bir hakim. Mahkemenin adil yargılama vicdanı, baskılara rağmen sağduyulu davranıyor.
Kendince içeriye tıkadığını, böylece nefesini kestiğini, önünü kapattığını, çevresinden kopardığını sanan bir rejim karşısında vakur ve metanetliydiniz.
Maddi ve manevi gayretine bu şekilde set olduklarını zanneden ve kendi korku duvarlarına haps olmuş istibdat ortamında mahkemeler birer savunma değil tebliğ vesilesiydi. Vicdanlı hakimler, mağduriyetlere, maruz kalınan eza ve cefalara karşı, çoğu zaman insafla beraat kararı veriyorlardı.
O günkü güç odakları mahkumiyet için alehyte bütün şartları hazırlarken, fikren hükmeden ve hikmetle Hakim ismi tecellisine mazhar bir alim vardı karşılarında.
Evren ve Kur'an okumalarını yeryüzü sahifesinde insana açan ve cezaevini bir okuma evi, bir kütüphaneye çeviren mütefekkirin fikir hakimiyetini ve şevkini asla kıramamışlardı.
Tutuklu ve mahkumlara ümit aşılıyor, ahiret inancının birey psikolojisine ve sabır sermayesine faydalarını anlatıyordu.
Hastalıklar, musibetler ve tahakkümler karşısında "İyi ki ahiret var!" dedirten konuları yazıyordu.
İmanı tazelendiren, masum olmanın manevi gücüne yaslanan, yanlışlardan korunarak kendisine ve çevresine yeni bir anlam ve anlayış kazandıran metinleri, cezaevini bir ıslah evi yapmıştı. Cezaevi sakinlerini düşündüren bu yeni yaklaşımlar, yazılarla metanet veriyordu.
Hapishaneyi aydınlatıyor, akıllara, kalplere, duygu ve düşüncelere huzur veriyordu. Zihinlerde tefekkür ve marifet kapılarını açıyordu.
Mahkumlar, ibadetle geçecek yeni ve nurani bir hayatla tanışıyorlardı. Böylece çevresine ve cezaevi ortamına daha uyumlu beraberlikler artıyordu.
En önemlisi tecrit altında, öğrencileriyle bile görüştürülemeyen mütefekkir, küçük notlar halinde mesajlarını koğuştaki dava arkadaşlarına ulaştıracağı çözümler buluyordu.
Cezaevi görevlileri, yönetimin radarına yakalanmadığı müddetçe, cezaevinde işlerini kolaylaştıran, huzur sağlayan, olay çıkmasına mani olan bu fikirlerin, tutuklular arasında yayılmasından memnun oluyorlardı, yardım ediyorlardı.
Tek partinin o kapalı devre fikir suçlusu! tutuklular için elbette cezaevinin meyve bahçeleri yoktu. Meyve de sınırlı gelirdi.
Mütefekkir, dışarıdaki meyvelerin yerine içerde farklı bir "meyve" yetiştirme formülünü bulmuştu.
Her şeyin maddesini aşan bir fikriyatla buradaydı zaten. Yine bunu icra edecekti, tutukluları meyvesiz /ürünsüz bırakmayacaktı. Onlara zihin bahçesinde bir meyve fidanlığı hazırladı. Kalbinden muhabbet gülleri, aklından ilim feneri ve ruhundan ibadet meyveleri katarak iman tohumundan filizlere vesile oldu.
İrşat sepetine alınan farklı meyveler, fikir sofrasında "meseleler" halinde düzenlendi. Sadece bir defalık, tükenen meyveler değildi, bereketlendiren ve bitmeyen manevi meyvelerdi. Her defasında canlanan dostluklar, tutukluların gönül sofralarında meyveler kelimeler olacaktı. Kelimeler cümleye ve cümleten gıdaya dönüşecekti. Fikir meyvelerinden sürekli irşat sepetleri dolacaktı.
Sepetlerin tamamı sonunda bir set halinde raflara dizilecekti. Meyve tadında kitaplar ya da meyve veren kitaplar ortaya çıkacaktı.
Kitaplar küçük hacimliydi ama içindekiler kapsamlı ve protein değeri çok yüksekti.
Böylece mazlum mahpusların piri Hazreti Yusuf'un Yusufi okulunda Meyve Risalesi ders kitabı olacaktı. Yeterince talebe de vardı. Nur'un talebeleri, nur talebeleri...
Müderris, vazife başındaydı.
Ders zili hep çalardı, kalp atışlarında.
Evet, sana "Üstadım" demek, beni yeryüzü cezaevinden nurani meyvelerine çekiyor.
Dün sabah, Meyve Risalesi sekizinci mesele dersi, bu çağrışımlara ev sahipliği yaptı.