Zihin iş başında: İnce işçilik

İsmail BERK

Bundan 20 yıl önce, zihin üzerine çalışan fizik ve felsefe tabanlı batılı bir uzmanın öğrenme metodolojisi seminerine katılmıştım. Müzakere kısmında, eğitim sistemimize dair bir tespitte bulunmuştu: "Okullarınız zihin hapishanesi gibi."

Düşündürücü bir ifade.

Nitekim Pisa'ya göre eğitimde "Okuduğunu anlamayan ülkeler" sıralamasında öndeyiz.

Klasik değerlendirme ile "Ezberci eğitim" devam ediyor.

Peki, gerçeğimiz bu mu?

Taze bir örnekle yorumu size bırakıyorum. Bu yıl, üniversite yerleştirme sınavı sonuçlarına göre bazı bölümlere eksi puanla öğrenci alındı.

Yani sıfırın altına düşmüş adaylar, yine de "başarılı" sayılıp sınavı kazanmış oldular. Edebiyat, fizik, ilahiyat vb. bölümlere girdiler.

Ayrıca öğrenme motivasyonunun düşük olduğu dikkate alınırsa, deyim yerindeyse "öğrenilmiş çaresizlik" söz konusu.

Bu durum, hem eğitimci hem de öğrenci açısından geçerli maalesef.

Memnuniyet ölçümlerinde, bu istatistikleri görebiliyoruz.

Meslek tercihinde yeteneğine, merak odağına ve potansiyeline göre uygun bölümü seçenler genelde azınlıkta. Çoğu işe girme, piyasa ve fırsatlar üzerinden zorunlu veya yönlendirilmiş tercihlere kendini angaje ediyor.

Bunu nereden anlıyoruz?

İş yapma becerisi, tutkulu sahiplenme, sorumluluk alma bilinci ile sebat etme davranış veya beyanlarından fark edebiliyoruz bir çok insanı.

Gençler için umutsuz vak'a daha fazla. Çünkü istihdam problemi var. İş seçenekleri konusunda yenilikçi ve uyum enerjileri düşük.

Görünürde öğrenme ortamları, fırsatlar ve deneyim olmasına rağmen, yeni iş imkanları ve dijital dönüşümle birlikte yeni mesleklere yeterince adapte olamıyorlar. Verimsizlik var. Çalışma isteği ve motivasyonu, psikolojik dayanıklılık eşiğini yeterince karşılayamıyor.

Bu genellemeyi yapmak istemezdim ama çalışıp iyi gelir sahipleri dahi bir ahenksizlik, sinerji ve sürdürülebilirlik problemi yaşıyorlar.

Teknik detaylara ve sayısal verilere girmeden, bu isteksiz ve sabırsız, aceleci tavır ve telaşın acaba nedeni nedir?

Bildiğimizi neden hakkıyla icra edemiyoruz?

Bilmediğimizi neden doğru öğrenmiyoruz?

Öğrenme ve deneyim kazanırken yeteneğimizle uyumlu ve aksiyon bir iç huzuru neden yakalayamıyoruz?

Akıl terazisi, kazanma hırsı, iş bitirme pratiği, "Gemisini kurtaran kaptan" fırsatçılığı, işin standartlarına, ahlakına ve müşteri memnuniyetine uygun değilse, kazandığımızla nasıl mutlu olabiliriz?

Daha vicdani bir soruyla, ne kadar hak ediyoruz veya meşru kazanıyoruz?

Eşit, adil bir rekabet içinde mi kazanıyoruz, yoksa fırsat, çevre ve ayrıcalıklı bazı ilişki, lobi, grup veya yapılar içinden mi öne çıkıyoruz?

Duygu ve estetiğin, akıl ve ahlakın, zihin ve vicdanın beslemediği bir iş, ne kadar evrenle, hayatla ve insana hizmetle uyumlu olabilir?

Bu uyumsuzluk, kendimizle ve çevreyle barışık olmayan kurnazlıkla güvensizlik ortamına sürüklemez mi?

Acaba bu konularda zihni aktive etmeye, ilham verici düşünmeye ve yeni fikirlerle konforumuzu bozup ne iş yaptığımıza dair kendimizle yüzleşmeye ihtiyaç yok mu?

Sorgulama ve yüzleşme yoksa, zihin hapishanede mahkum.

Nefsin hazları ve ben merkezlilik ile faydacı şahsi odaklanmalar, bizi zihin faaliyetinden uzaklaştırır. Aklın menfaat dümeninde süreçlere mahkum eder. Hayırda bile ameline güvenmeye dair kendimizi ikna etmişsek, ucb tezgahında şeytani tuzakların mayın tarlasında belki de "patlayıcı" satıyoruz. Eneyi şişiren ve bizi işsiz bırakan hal, zihnin bir amaç ve anlam arayışında inkişaf etmemesidir. Böylece "...ezhan eneye döner."

Mesele alan-satan düzleminde bir maddi-manevi menfaat çarkı ise, maalesef hassasiyet bozuluyor ve hissiyat büyürken, hususiyet yara alıyor.

Buyurun zihin yolculuğunda yeniden yeniye yeni soru ve sorgulama ile temiz bir niyet, temiz bir fikir ve temiz bir iş için ilerlemeye...

Niyet irade ister, irade ihlas olursa taçlanır.

Fikir, zihni muhayyile ve tasavvur ile tefekkür ister.

İş ise, niyet ve fikrin akıl süreçlerinde ciddi bir işlem, vicdani duyarlılık ve hakkaniyetli yasalar/kurallar ister. Bu şekilde maddi ve manevi terakkiye vesile olur.

Bir işin ahlaki inceliklerine vakıf olmak ve güvenle paylaşmak, zihnin iz'an mertebesinde mümkün.

Kalp suya, kalıp kuyuya benzetilir. Kuyunun varlığı suyu çağrıştırsa da, suya delalet etmez. Susuz kuyuya kovayı daldırmakla sorumluluktan kurtulamıyoruz.

Eğer zihin hapishanesinden kurtulursak, tefekkür kovaları ile şefkat taşıyabiliriz susuz kalplere.

Kalıpları aşarak.

Zihin burçlarında düşünürsek; incelmek kalıp, incelik kalp işidir.

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.