Dînî mükellefiyetler konusundaki araştırmalarımızı mâalesef, “..nasıl sıyrılabilirim, nasıl muâf sayılabilirim veya nasıl kurtulabilirim?” şeklinde yapmaktayız.
Hele-hele bu mükellefiyet, (zekât, kurban v.b. gibi) mâlî çıkarlarımıza dokunuyorsa, esnek fetvâ verenleri tercih ederiz...
Nisâp miktarını (fıkhî zenginlik ölçüsünü) düşük göstermek için, değerlerimizi (usûlen veya sözle) aile içinde paylaşmaya çalışırız ki, payımız nisâp miktarından küçük görünsün. Birikimlerimizi, “kötü günler için” diyerek zarurî ihtiyaç gibi, borçlarımızı da ‘engel’ gibi göstermeye gayret ederiz. Yani, o emrin hikmetlerine, sosyal faydalarına, mânevî yatırım boyutuna pek önem vermeyiz…
•Kısacası, sünnete veya Kitaba göre değil de, kitabına uydurmaya çalışırız...
Esnek bir fetvâ duyduğumuzda, hoşumuza da gider ve hemen sahipleniriz. ..Değil mi?
•Oysa fetvalar, sorumluluktan kıl payı kurtulmak için çizilmiş sınırlardır.
Uhrevî yatırımlarımızı ve sosyal avantajları engellemek için değil!
Mesela; seyahat edeceğimiz uçağın kalkış saati 09:00, (yâni fetvâ sınırı 09:00) ise idealimize ulaşmak için tam 09:00’da mı geliriz, yoksa tedbir için birkaç saat önce mi?
Verilen fetvâlar, hiçbir zaman “teşvîk” anlamına gelmez. Nihaî, kırmızı çizgilerdir.
*******
Biz de bugünkü araştırmamızı, aktüalitesi nedeniyle “KURBAN yükümlülüğü” üzerinde yoğunlaştıracağız.
Kurban hakkındaki fetvâ; “..Kurban bayramı günlerinde nisâp miktarı değerlere (para vs.) sahip olan kimseye, kurban kesmek vâciptir. Akıl bâliğ şartı yoktur...” ..şeklindedir.
Yukarıdaki gibi, “..bu yükümlülükten nasıl sıyrılabilirim” gibi düşünceler, nefis ve şeytanın, gafletimizden ve eksikliğimizden yararlanarak fısıldadığı tuzaklardır.
•Bu sayılı ömür dakikalarının, bu varlık, bu mal, mülk, akıl, sağlık, eş-evlât gibi tüm imkânların (yani İsmailler’in) ‘Yüce Yaratıcımızı tanımak ve rızâsını kazanmak’ ön şartı ile sınanmak için verildiği, Kur’ânda açık-açık bildirilmiştir.
Madem öyle; her zaman “O Yüce Yaratıcıya karşı, bütün bunlar için minnettarlığımı nasıl izhâr edebilirim? ..Ve şükrünü nasıl yapabilirim? Bu sınavı nasıl kazanabilirim’in” sıkıntısı, araştırması ve azamî gayreti içinde olmalıyız...
•Kurbanın, uhrevî, ticâri, vicdânî, tıbbî ve sosyal alanda birçok avantajları ve faydaları vardır. Ancak kurban da, özellikle ibadet maksadıyla kesilmelidir...
*******
“KURB” yakınlık, Kurban da yakınlaşma vesîleleri anlamındadır.
Peki, niyetimiz neye veya kime yakınlaşma olmalı?
1. Öncelikle, sahip olduğumuz her şeyi bizlere ikrâm eden Yüce Allaha. c.c.
2. Sonra, sosyal huzûr ve barış için zengin-yoksul vs. ile birbirimize...
3. Gayrimüslimlerin bile hoşgörülerine...
4. Dayanışma ve yardımlaşma nedeniyle, milyonlarca gönüllere yakınlaşma... vs.
Biz sadece birinci hedefimiz, yani Yüce Allaha c.c. yakınlaşmak üzerinde duralım.
•Yüce Rabbimizin rızâsına yakınlaşmak için, elimize geçen bu kurban fırsatı kaçırılır mı? Üstelik bunun, kaçırılmaz bir fırsat olduğu, birçok ayet, hadîs ve örneklerle vurgulanmıştır.
-“..Biz azîmüşşân kurban ibâdetini, her ümmet üzerine bir şeâir (İslam olduğuna dâir işaret, delil, ispat vesilesi) koyduk...” (22. sûre, 34-36.âyet.)
-“..Rabbin için kurban kes...” (108. sûre, 2. âyet.)
-“Hâli-vakti olup kurban kesmeyen, namazgâhımıza yaklaşmasın...” “Hiçbir para, Allah c.c. katında ihlâs ile kesilen kurban için harcanan kadar, sevimli değildir...” “Kestiğiniz kurban, cehennem ateşine sizin için perde (kalkan, paratoner, koruyucu) olur.” (Hadis-i Şerîfler)
Kurbanın makbul bir sadaka yönü de olduğundan, gelecekteki kazâ ve belâlara da perde, kalkan ve paratoner olacağı gibi, işlerimiz için de, hayır ve bereket vesîlesidir...
Hele hele kurbanımızda bir de, yurtlardaki talebelere ve diğer ülkelerdeki mağdur depremzede kardeşlerimize pay varsa, uhrevî ve sosyal avantaj alanını siz düşünün…
•Bu durum, ayrıca “sadaka-i câriye” hükmüne geçeceği için, kurbanınızdan yararlanan genç talebelerin tüm ibâdetlerinden hisseler, yani sizlere de “kâr pay’ı” olarak, haşir gününe kadar Âhiret hesabınıza aktarılacaktır...
Şâyet, kurban vâcip bir emir olmasa bile, sadece teşvik, müjde veya böylesine avantajlar için, bu ibâdete iki elle sarılmak için yetmez mi?...
İbrahim A.S. ile oğlu İsmail arasında geçen kurban olayının, Kur’ân-ı Kerîmde anlatılış hikmetlerinden, ilm-i kelâmcıların çıkardıkları işârî (yan, dolayısıyla) mâna; “..Cenab-ı Hak, İsmailler ile kurban olacak hayvan arasında, insanoğlunu serbest bırakmış... Tercihân hayvanlarını kesenler, İsmaillerini kurtarabilir.” ..şeklindedir...
Burada İsmaillerden maksat, sadece evlatlarımız değil, evimiz, arabamız, ailemiz, v.s. maddi-manevi tüm sevdiklerimizdir.
Koç verip, İsmailleri kazanma mübâdelesidir (değiş-tokuşudur) kurban...
“ Mühim olan, işte bu kararlılıklar ve hâlis niyetlerimizdir...”
•Ayrıca, garip ve ilginç iki hususu arz etmeden geçemeyeceğim:
1.) “MEZE” uğruna her sene, binlerce hindinin kesildiğine tanık oluyoruz değil mi?
Bu durumu normal, hattâ keyifle karşılayan bazı kardeşlerimiz, her nedense malımızın, canımızın ve her türlü nimetlerin gerçek sahibi (c.c.) adına, kesilen hayvanlara dil uzatıyorlar yâ, işte buna “keşke onlar da anlasalardı” diye üzülüyoruz...
Acıma hislerimizi bu konuda istismar ederek, böylesine çok önemli bir ibâdeti hafife alma çabalarıyla, farkında olmadan inanan insanları rencide ediyorlar...
2.) Bir de; bu sene ‘KESİMSİZ KURBAN’ adı altında bir ‘bid’a hareketi’ başlatılmış olduğunu üzüntüyle izlemekteyiz. ‘Kurban kesmek’ yerine parasının bağışlanması, ASLA ‘KURBAN’ yerine geçmez…
‘Zekât yerine’ sadakanın geçerli olmadığı gibi. Sağlıklı olduğu halde ‘oruç tutmak’ yerine, ‘fidye vermek’ geçersiz olduğu gibi. İki rekât ‘Farz Namaz’ yerine, 20 rekât ‘nafile namazın’ bile geçmediği gibi. Bir başka ifadeyle, devlete ‘vergi borcu’ yerine herhangi bir camiye bağış yapmak gibi, çok farklı bir şeydir. Kurbanı sulandırmaktır...
(Fıkhî açıdan detaylı sorularınız için; İst. Müftülüğü. 0212 513 58 40, Fetvâ makâmı=132. arayınız)
Bu ulvî duygularla;
“Kurban Bayramının tüm İslâm âlemine ve
bütün insanlık için hayırlara ve uyanışa vesile olmasını niyaz ederim.”
Yüce Rabbim kurbanlarımızı ve hacılarımızın HAC ibadetlerini kabul etsin. ÂMÎN...
***
ÖNEMLİ BİR NOT: Bir önceki yazımda, saygı değer okuyucu dostlarım tarafından, “o yazı ilk ve hızlı okunduğunda, bir hususun yanlış anlaşılmalara sebep olduğu” bildirildi. 7 Büyük günahın af kapsamı dışında kalmasını, sanki ‘tövbe kapısı da kapalı’ gibi anlayanlar olmuş. Oysa, oradaki Hadisi Şerife biraz dikkatli bakıldığında, durum vuzuha kavuşuyordu, şöyle ki: “..Beş vakit namazını edâ eden, Ramazan orucunu tutan ve ‘yedi büyük günahtan KAÇINAN’ hiçbir kul yoktur ki, kıyamet gününde kendisine cennetin sekiz kapısı açılmasın.” (H.Ş.)
Buradaki tırnak içindeki 'yedi büyük günahtan KAÇINAN’ ifadesi, TEVBE anlamındadır. Günahtan KAÇINAN kimse, ezkaza işlemiş olsa, mutlaka tövbe eder, çünkü kaçınıyor. Cennetin sekiz kapısının AÇILMASINA vesile olur. Kaçınılmaz ise yani, TEVBE edilmez ise af kapsamı dışında kalabilir… Bu yazıyı, ilmiyle âmil çok saygıdeğer hocalarıma da tekrar okutarak istişare ettim. Düzeltme gereği görmedikleri halde, bendeniz yine de bu açıklamayı yapıyorum… Saygılarımla. A. Raif Öztürk.