Düşünce mabedine ayak bastığım ilk günden itibaren namı, her zaman fısıldandı kulaklarıma. Öyle zamanlar oldu ki onsuz bir tefekkür serüveni düşünemez hâle geldim. Edebiyat semamızın en aykırı ve en marjinal yıldızı galiba o.
Bir zamanlar sol cenahın Mallarmé’si, sonradan sağ cenahın Rimbaud’su. Bütün şiirleri, ezelinin trajik bir terennümü. Ne sağ ne de sol anladı daha doğrusu benimsedi onu. Çünkü onun munis sesi ideolojik polemiklerin yaygaraları içinde çok cılız ve boğuk kalıyordu.
Feryat ediyor, cellâdına gülümsüyor, bir eylül günü bileklerini kesiyor, sözce susulan ve bedence konuşulan günümüzde delirmek hakkını saklı tutuyor, Akdeniz’in ufka bakan kızıllığını temaşaya çıkıyor, ancak sonuç: “Fahişelerin nefreti ve bakirelerin laneti.”
Yaşamak umurunda fakat kendisi umurunda değil yaşamın, yani bizim. “Ey taşan suların bekâreti sana bir karşılık vereceğim” diyerek söz vermişti. Verdiği bu sözü yerine getirebildi mi? Bilemiyoruz. Özel, bir vicdan, bu ülkenin buruk vicdanı tıpkı selefleri Âkif, Nâzım, Necip Fazıl ve Karakoç gibi.
Ne yaptım, nereye kaçtım bir türlü kurtaramadım kendimi ondan. Şiirleri, bazen bir balyoz gibi indi sırtıma, bazen bir tokat gibi şakladı suratımda, bazen de müşfik bir babanın yumuşak elleri gibi okşadı saçlarımı.
İdeolojik olarak, kendini nerede konumlandırırsa konumlandırsın ister komünist, ister Kalıntürk, isterse radikal İslamcı, onu anlatacak tek kelime yine kendisi: İsmet Özel. O, Valdo’ya seslenirken, Henre’ye öfkelenirken, Cuma’da meçhule mektup yollarken, zor zamanda konuşurken, taşları yemeyi yasaklarken ve asra and içerken bile yine kendisiydi. Her daim “bilinçli bir ilginçlik” hâli içinde yaşadı.
Tabiatta değişime karşı en büyük direnci sanatkâr gösterir. Ne kadar değiştim diye bağırsa da aslında onun değişim dediği romantik bir duygu helezonundan başka bir şey değildir. Perde kapanır kapanmaz “muhal zannedilen eski hâl” tekrar zuhur eder.
Onun şiiri, Zarifoğlu gibi, sadece “varlığın, vicdanın ve vecdin” şiiri değil, aşkın, aşkının ve kavganın şiiri; doyumun ve dinginliğin şiiri değil, açlığın ve arayışın şiiriydi. Şairin, uğruna “cellâdına gülümsediği” poetikası şu birkaç mısraında gizli: “Hayat dört şeyle kaim derdi babam, su ve ateş ve toprak ve rüzgâr. Ona kendimi sonradan ben ekledim.”
Marksizm’den İslamiyet’e doğru sıçrayışı zannedildiği gibi tefe’üli değil, yoğun ve elim bir düşünsel istihalenin neticesi. İsmet’in asıl başarısı, kendisi İslami bir yaşam modelini benimserken, şiirini eski yerinde bırakması. Onun dokusuna ilişmemesi. Bazılarının yaptığı gibi sanatı, İslami bir çerçeve ve form içine sığıştırma yanlışına düşmemesi. Yazar kimliği ile sanatçı kimliğini birbirine karıştırmaması.
Bu bilinçli bir tercih mi yoksa doğal bir tekâmül süreci mi? Kesin bir şey söylemek olanaksız. Düşünür İsmet Özel esaslı bir istihale yaşadı fakat şair İsmet Özel hâlâ eskisi. Paradoks gibi görünen bazı sözlerine bu açıdan bakılırsa daha sağlıklı bir sanatçı portresi çıkar karşımıza.
Şair ruhu, gökteki bulutlar gibi, kâh açık, kâh kapalı, kâh mat, kâh bulanık; onu bütünüyle teşrih masasına yatırıp analiz edebilmek atomu parçalamaktan daha müşkil. Sadece şairlerin mi? Sanatkâr mayalı her mizaç az çok aynı hüviyete sahip. “Tabiatın en tehlikeli armağanı” şair. Baudelaire anlaşılmadı, Mallarmé anlaşılmadı, Aragon anlaşılmadı, Rimbaud anlaşılmadı, Lamartine anlaşılmadı, Apollinaireanlaşılmadı, Fikret anlaşılmadı, Nâzım anlaşılmadı...
Her kitap yarım diyor bir kitap delisi, sadece kitap değil, her şiir dahi yarım. Her mısra görünmeyen âlemden, görünen âleme doğru açılan bir avuç. Nedamet var, isyan var, korku var, vehim var, kuruntu var, merhamet var bu avucun içinde.
Özel, İslami kesimin en muzip, en yaramaz ve aynı zamanda en sevimli çocuğu. Ondan en ziyade nefret eder gibi görünenlerin dahi ona karşı içten içe gizli bir hayranlık besledikleri erbabının malumu. Gerçek Hayat dergisinde eli kalem tutan nice yazar, bütün sözde marifetlerini “amentü” şairine borçlu.
İslami cenahın en can alıcı sabitelerde bile paradigma değişikliğine doğru gitmesi, yani cepheyi terk etmesi, asil tabiatlı şair ruhu tarafından affedilmesi imkânsız bir gaflet, daha doğrusu bir hıyanet timsali olarak algılandı.
Çünkü o, hiçbir zaman samimi bir dostunu satmamıştı. Bu camiayı, yani bizi terk edişinin biricik nedeni bu. Ben hiçbir zaman değişmedim deyişinin anlamı bu galiba. Doğruluğuna inandığı dava uğrunda sonuna kadar çarpıştı fakat dostun attığı gül yaraladı o nazik ve narin ruhu. Suçlu biziz. Onu biz küstürdük.