İsrafın çaresi olarak şükür

Afife ARTIK

İktisat Risalesi yazıları–4

Yaratılışın gayesi olan şükrün yerine getirilmesi, israftan kurtaracak en fıtrî ve zahmetsiz bir yoldur. Kainatın umumu bir şükür fabrikası olduğu gibi insan dahi bir şükür fabrikasıdır. Yani; ürünü, mahsulü şükürdür. Şükrün esasında ise nimetleri vereni bulmak, görmek var.

İnsan, ömrü boyunca çok farklı hallere giriftar olur. Maddi ve manevi rızkında bazen bir genişlik, bolluk ve bazen de darlık söz konusudur. Eğer nimeti veren ile bir intisab ve irtibat üzerinden hareket etmez de bizzat nimetin zatına nazar eder ise zaman zaman şükür, zaman zaman da şikayet üzere bulunur. Şükür fabrikası olarak yaratılmış bir mahiyete ise şikayet üzere bulunmak çok ağırdır. Vazifeyi yapamamaktan hasıl olan sıkıntılar ve daralma, bir bataklık gibi içine çekiverir insanı. Şükür edememenin kendisi boğucu bir haldir. Zira şükrü gerektiren nimetler, üzerinden adeta sel gibi akıp giden insan bunları fark etmedikçe; bir gerçeği değil, tahayyül ve tasavvur ettiği bir küçük cehennemi yaşamaktadır. Var olanı bırakmış ve olmayana odaklanmıştır.

Elde olanların kıymetini bilmemek ise elbette israfı netice verecektir. İçinde bulunduğumuz dakika bizim için bir kıymet ifade etmiyor ise onu boşa harcamak zor değildir. Kıymetsiz sanılan dakikalar, kıymetsiz sanılan insanlar ve kıymetsiz sanılan “şey”ler içinde bulunmak memnuniyetsizliği netice verir. Memnuniyetsizlik hali ise israfın habercisidir. Madem memnuniyet ve rıza kanaati haber verir; öyle ise, mantık kaidesine binaen, memnuniyetsizlik ve şikayet de israfı gösterir.

Şükür fabrikası eğer şükür üretmez ise ne üretecektir?

İnsanın bir şey üretmeden durması söz konusu olamaz. Eğer şükür üzere değilse şikayet üzere olması kaçınılmazdır. Peki darlık, kıtlık, zorluk zamanında nasıl olacak da insan içten bir “Elhamdülillah” diyecek?

Şükür bazen tek başına parlak bir güneş gibi vardır. Kendini gösterir. Bazen de sabrın içine girer. Yani tam sürurlu ve ferahlı bir şükür yoksa, onun yerini şirke yakın olan şikayet almaz da; sabır içinde şükür alır. Evet, zahiri hadiselerin tazyiki ile, insan ferahlı ve sürurlu bir şükür edemeyebilir. Bu demek değildir ki ferah ve sürur olmadan şükür olamaz. Sabrın içinde olan şükür ise; elbette sabredilmesi gereken hadisenin kimden geldiğini bilmekle ortaya çıkabilir. Hem sürur ve ferah sadece nefse has olmaz. Kalbin rahatı, ruhun istirahati, vicdanın ferahlığı daha da önemlidir. İnsan, nefsi yakıp kavuran bir hal içinde olsa da, kalben ve vicdanen sürur hissedebilir. Yakıcı bir hadisenin içinde terbiye olan nefsini kimin terbiye etmekte olduğunu tefekkür etmekle ve nefsine tarafgir bir halden uzak kalmak ile “Ya Rabbi ben dahi bu asi nefsimden usandım, Sen bilirsin” diyerek nefsin acıları ona ne kadar lazım olduğunu ve merhametli, adaletli ve hikmetle iş gören bir Zâtın himayesi ve terbiyesi altında olduğunu düşünmekle sabrın içindeki şükrü bulabilir.

Sahibimiz ve terbiye edenimiz olan Allah, insanın adeta aceleden yaratıldığını bize haber veriyor. Acele etmek; İçinde bulunulan halin bir an evvel değişivermesini istemek; ve içinde bulunulan halin değerlendirmesini yapamamak değil midir? Ve içinde bulunulan halden istifade edememek. Peki o sıkıntı boş yere mi bize uğramıştır? Bir çiçeğin bir küçük püskülcüğünü bile ihmal etmeyen, karıncanın hakkı hayatını veren, abes bir tek zerre yaratmayan Allah hiç mümkün müdür ki; kainatı kendine hizmetçi yaptığı insanı, kendi namına arzda iş görme salahiyeti verdiği insanı alelade bir muameleye tabi tutsun!

Bir gül goncasındaki yaprakların her birinin intizamı, o gülün bütünlüğüne, güzelliğine hizmet ediyor iken nasıl olurda insanın başına gelen haller, karşısına çıkan hadiseler, içinde yaşadığı dünyanın halleri insanın tekamülüme hizmet etmez?

Öyle ise geleni, hayatımıza uğrayanı bir an evvel savmak, gönderivermek midir vazifemiz, yoksa onun içine bakmak, onunla gönderilen mesajı almak ve üzerinde bir tefekküre dalmak mı? gecenin içinde iken “aman gece bitmedi” diye sızlanmak geceyi uzatmaz mı? karanlığın içindeki bir nura müteveccih olabilsek o nur gece içinde bir gündüzü bize yaşatamaz mı?

İçinde şükredilecek noktayı yakalayamadığımız her an ve her hadise israf olmuyor mu? okumadan, ibret dersini alamadan şahit olduklarımız, bir şeyi paketini açmadan çöpe atmak gibi değil mi?

Ruhun cenneti olan hidayet üzere olduktan sonra, küfür ve dalalet haricindeki her hal bizden şükür istiyor. Kalb ve ruhumuz ve vicdanımız dahî şükürle nefes alıyor. Her anın, her nefesin, her zerrenin kıymetini bilmek ve kainat dolusu şükretmek, fabrikanın çarklarını daima işletmek, çarklar arasına bir manianın düşmesine müsaade etmemek ne kadar da önemli. Zira şükür fabrikası işlemezse insan şükür üretmek yerine şikayet üretir. Bu faaliyet ise en başta insanın kendisini azap içinde bırakır. Kendisi dahi kendi şikayetlerini dinleye dinleye simasına bir gölge düşer. Sima, ruhdan haber verir. Simadaki bir küçük gölge, kalb ve ruhun derin yaraları ve acılarının bir tezahürü değil midir?

Peki bunca yıldır üzerimizden akıp geçen nimetler, kadri kıymeti bilinmemiş anlar, insanlar, ihsanlar, maddi manevi rızıklar…hepsi ama hepsi heba mı oldu? İsraf mı oldu? Değerlendiremedik, okuyamadık, kıymet bilemedik…

 Şükür ki şükrün kazası var.

 Evet, şimdiye kadar eda edemediğimiz şükürleri, kazasını yapmak sureti ile o anları, nimetleri israf olmaktan kurtarmak çaresi var. Zira bize uğramış olan hiç ama hiçbir nimet bir yere gitmedi. Zahiren gözden kaybolsa da biz şu anda ve şu halimiz üzere bulunurken Allah’ın bize ihsan ettiği, taktir ettiği, vehbinden verdiği nimetlerin yekunu ile beraber bulunuyoruz. Öyle ise şu anki vücudumuzda, şimdiye dek mazhar olduğumuz nimetlerin her hepsi beraber bulunuyor. Mesela; bir dostumuz vardı ama vefat etti. Peki ruhumuza onun vasıtası ile nakşolan güzellikler bizimle değil mi? sağlığında yeterince kıymetini bilemedi isek, her an ruhuna Fatihalar gönderemez miyiz? Onun namına hayırlı işer göremez miyiz? Ayrıca; onda ve vasıtası ile okuduğumuz manalar ve hakikatler baki değil mi? kokladığımız bir gülün bile kokusu hafızamızda kalsın da Allah için dostluk ettiğimizin anıları kalmasın, paylaşılan anlar unutulsun hiç olabilir mi?

Şefkatli annemiz ahirete gitmişse eğer; o şefkat ile, biz Rahmetin enginliğini tatmadık mı? Bizim o rahmeti en güzel şekilde okuduğumuz ayine kırılınca Rahmete bir halel gelir mi? O sevimli ve her zaman bizi bağrına basan anamızın şefkatini misal alıp da Allah’ın kullarına şefkat etsek; bize gösterilen şefkati israf olmaktan kurtaramaz mıyız?

Şimdiye kadar çok israflar ettik, hem maddi hem de manevi. Bununla beraber şükür ki Allah bize hala nefes veriyor, bir fırsat veriyor. Değil mi ki daha yeni; Arafat’ta A’refe Günü’nde milyonlarca kulunu affetti. Madem affetmek O’nun fiilidir ve evvelce de çok kullarını affetmiştir öyle ise biz de yalvaralım, biz de affını dileyelim. Şükür kapısını açıp şirk kapısını kapatalım. Şikayet yerinde sabır içinde şükredelim. Kalabalıkların bizi sürüklediği hayat tarzına kendimizi kaptırmamak için şükreden kullar ile beraber olmaya gayret edelim. Umulur ki; her zerrenin, her anın, her hadisenin şükrünü yakalamaya gayret etmek bizi fıtrî bir seyr-i süluk içinde israftan uzaklaştırır. Şükür kapısından girmeksizin israftan kaçınmaya gayret etmek ise bir cebirden, bir baskıdan öte gidemeyecektir ve belki de daha büyük israflara kapı açmak tehlikesi var. 

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.