Muharrem ayı asırlar boyu yaslarla, matemlerle, ağıtlarla, hüzün ve üzüntülerle anılır olmuş. Özellikle 10. günü olan yarınki Âşura günü. Hz. Hüseyin ve yetmiş evladının Kerbela'da acımasızca şehit edilmeleri, zihinlerden silinmemiş, hep canlı olarak yerini korumuştur. Sünni kesim bugünü oruçla, ibadetle ve dua ile geçirirken, Şiiler bugünü bir matem ve yas merasimine çevirmişler.
Kaderin garip bir tecellisidir ki, şu günlerde de eli kanlı zalim bir kesim, masum, korumasız, abluka altında yaşama mücadelesi veren Filistinli Müslümanlara her cepheden ölüm yağdırıyor. Saltanatını sağlama alma bahanesiyle 14 asır önce Yezid'in yaptığı faciayı, bugün İsrail daha dehşetlisini, sudan gerekçelerle dünyayı hiçe sayarak hunharca kan akıtmaya devam ediyor.
Akan yine Müslüman kanı, masum kanı, korumasız sivil, çocuk ve bebek kanı. Aynı Kerbela'da akan kanlar gibi... Hz. Hüseyin ve evlatları şehitlik mertebesine yükselip Cennette yüksek makamlara ulaştıkları gibi, Filistinli Müslümanlar da aç, susuz, ilaçsız geçen hayatlarını şehadetle noktalıyorlar, Kerbela şehitleri gibi onlar da vadedilen makamlara uçuyorlar.
Ehl-i Beyti katleden Yezit ve yakınları kıyamete kadar lanetlerle, birer cani olarak beddualarla anılırlarken, Filistin'e kan kusturanlar da Kur'ân'ın işaret ettiği gibi sürekli lânetlerle anılmışlar. Dünyada korku, meskenet ve mezellet içinde yaşarken, kendi elleriyle kendi Cehennemlerinin de ateşini hazırlıyorlar.
Emevi saltanatı o kadar geniş topraklara hakimiyet kurduğu ve neredeyse dünyanın yarısına hükmettiği halde, Arap milliyetçiliğini ve ırkçılığı öne çıkardığı, diğer milletleri köle gözüyle gördüğü, onlara hayat hakkı tanımadığı için fazla bir zaman geçmeden saltanatları başlarına geçti, yerle bir oldular, tarihin dehlizine gömüldüler.
Bugün ırkçılık üzerine kurulan, kendilerini dünyanın "efendisi" ve "seçkini" olarak gören İsrailoğulları ve onu devlet olarak temsil eden İsrail kendi eliyle kendi akıbetini hazırlıyor, zulüm ve kan üzerine kurmaya çalıştığı devletinin sonunu getirmeye doğru gidiyor.
Şayet masum kanı üzerinde kurulan devletler ayakta kalsaydı, bugün Nazi Almanya'sı, Mussuloni İtalya'sı, Lenin Sovyetleri, Tito Yugoslavya'sı ayakta kalırdı, kurdukları saltanatları devam ederdi. Bu zulüm imparatorlukların çöküşlerin ve dağılmaları bir Âşura gününe mi denk geldi, bilemem ama, bu mübarek gün aynı zamanda zulme, işkenceye, en acımasız muamelelere maruz kalan peygamberlerin o zulüm çemberinden kurtulduklarının yıldönümüdür.
Hz. İbrahim Nemrut'un ateşinden bugün kurtuldu. Nemrut, zulüm üzerine kurduğu hakimiyetini ayakta tutmak için binlerce erkek çocuğunu dünyaya gelir gelmez öldürtmüştü. Ama fazla bir zaman geçmeden o kan gölü içinde bütün varlığıyla kahroldu, gitti.
Hz. Musa bugünde Firavun'un takibinden kurtulmuş, Kızıldeniz'i yararak geçmiş, Firavun ordusu ise denizin azgın sularına gömülmüştü. Firavun da saltanatının yıkılmasını önlemek için sayısız erkek bebeklerin bir kısmını doğmadan, büyük bir kesimini de doğar doğmaz öldürtmüştü. Hz. İsa da Yahudilerin elinden bugün kurtulmuştu.
Kur'ân'ın açıkça bildirdiği gibi, pek çok peygamberi katleden Beniisrail, Hz. İsa'nın da canına kastetmek isterken, Yüce Allah onu huzuruna aldı, onların eline bırakmadı. Ondan sonra İsrailoğulları rahat yüzü görmediler, dünya kendilerine dar geldi. Tarih tekrar edecek, kazdıkları kuyuya daha hızlı düşecekler.
Ama bu Âşura gününde olmasa da, yakın bir Âşura'da akıttıkları kan denizinde boğulmaktan kurtulamayacaklar. Yüce Allah hiçbir zaman mazlumun âhını zalimin yanında bırakmadı. Şaşmaz hakikati Kur'ân veriyor. Aynı bölgede yaşayan Lut kavmi bir sabah vakti helak edilmişti. Kur'ân diyor ki: "Sabah vakti yakın değil midir?" (Hûd, 11:81)