İşrakî felsefenin sembol ismi, Şehabeddin Sühreverdi’dir. Fakat İşrakiliğin fikri temelleri ondan öncesine dayanır.
Bazı felsefî kaynaklar, Sühreverdi’den önce İbn Tufeyl’in Endülüs’te İşraki felsefenin temellerini attığını anlatır.
İşraki filozof olan İbn-i Tufeyl’in ilham kaynağının da İbn-i Sina olduğu bilinmektedir. Hatta İbn-i Tufeyl’den önce Fas’lı İbn-i Bacce’nin İşraki felsefeye fikir babalığı yaptığı tarihi bir gerçektir.
Zikredilen isimlerden başka Sadruddin Şirazi (Molla Sadra) İşrakî felsefeye büyük katkıda bulunmuştur.
Meşşâîler akli istidlale ve nazari bilgilere önem verirken işrakî ve sûfî gelenekte iç aydınlanma, keşf ve müşahade tercih edilir.
Bu bağlamda ”kalbi keşf” sufi özelde, “iç aydınlanma” ise işraki özelde hâkim paradigmadır.
“Güneşin doğması, tan ağarması” anlamındaki “işrak” kelimesinin felsefi terim olarak karşılığı,“keşf, ilham, sezme, müşahade veya esrarın kalbe açılması”dır.
Sühreverdi, “Bana herşey taakkul, muhakeme, istidlal yolu ile değil, büsbütün başka bir tarzda gelmiştir. Ben sonra bu keşfedilmiş şeylerin delilini aradım” demektedir.
Meşşai felsefede Aristo formu ön planda iken, İşrakilik ve Sufizmde, Pisagor-Eflatun formu ön plandadır.
Sühreverdi’nin İşraki felsefesine “Hermes, Eflatun ve Zerdüşt’ün birleştirilerek İslam irfanıyla yeniden yorumlanması” demek yanlış olmaz.
Bu harmoniye, İran kültür ve dinlerinde yer alan kadim felsefi temelleri de dâhil etmek mümkündür.
Sühreverdi hayatta iken felsefesi Endülüsten Hindistan’a kadar büyük bir taraftar kitlesi toplamıştı. Fakat Meşşaiyyun’un düşünce sistematiğindeki müphemlik akımı tarihe mahkûm etmiştir.
Öte yandan Sühreverdi, Aristo’ya yaptığı tenkitlere rağmen onun felsefesinin etkisinden kurtulamamıştı. Bundan dolayı mevcudatın hudusu, kesret ve tebeddül meselelerinde izah sıkıntısı yaşamıştır.
Mesela Sühreverdi, “Teselsülen sûdur nazariyesi”ni izah ederken, “İlahi nurun varlık mertebeleri üzerindeki tecellisi” konusunda Meşşaiyyun’un kabullerine küçük izah farkı getirmekten öteye geçememişti.
İşrakiyyun, “hakikat” e Kur’an’dan farklı (akıl ve bilgi gücü) bir yolla da ulaşılabileceğini söyleyerek geniş düzlemde Meşşaiyyun’un kabullerini paylaşır.
Meşşaiyye felsefesine baktığımızda ise, İşrakiyye’den çok daha riskli yaklaşımlar karşımıza çıkar.
Meşşaiyyun, etimolojik olarak “gezinenler” anlamındadır. Aristo, kurduğu okulunda derslerini öğrencileri ile birlikte gezinerek verdiği için felsefesi bu adla (gezinenler) iştihar bulmuştur
El-Kindi, Farabi, İbn-i Sina, İbn-i Bacce ve İbn-i Rüşt başta olmak üzere “Aristo felsefesi” ni düşünce sistemlerine merkez yapan filozofların tamamına Meşşai(ler)yyun denir.
Müslüman Meşşailer, Yunan metafiziğinin temel varsayımlarını ve kabullerini temel doğru kabul ediyorlardı.
Meşşailer, Yunan felsefesinden esinlenerek, akıl sahibi bürhan ehlinin, hakikatin bilgisine ulaşabileceğini söylerler. Bu durum, salt epistem(bilgi)olojik bir mahiyetin ötesinde itikadî bir savrulmayı doğuruyordu. Çünkü bu, “Nübüvvet ve vahiy olmadan hakikate ulaşılabileceğini” kabul etmekti.
Meşşaiyye, akıl, nefis, cisim, sebep/ilah, nübüvvet, haşir, âlemin ezeliliği, ilahi isim ve sıfatlar, isimlerin tecellileri, ilm-i ilahi vb. birçok konuda ehl-i sünnetin kabulleriyle ters düşmüştü.
Meşşaiyyun’un çağdaşı olan Gazali bu fikirlere karşı büyük bir direnç göstermiş ve çoğu fikirleri çürütmüştü.
İlerleyen zaman sürecinde bu fikirler başka kalıplar altında ve farklı din/kültür havzalarında tekrar dirilmiş ve İslam dünyasına karşı fikri savaşını şiddetle sürdürmüştür.
Bu fikirler Meşşaiyyun’un “iyi niyet” masumiyetinde kalmayarak, İbn-i Rüşt vasıtası ile Batı’ya taşınmış maddiyyun (materyalizm), tabiiyyun (tabiatçılık), pozitivizm vb. adlar ile modern dönemlere taşınmış ve günümüzün sosyal ve ahlaki birçok fikri akımına kaynaklık etmiştir.
İslam inançları ile bağdaştırılması oldukça güç ve imkânsız olan bu fikri akımlara karşı çağımızın Hüccet-ül İslamı olan Said Nursi’nin duruşu çok dikkate değerdir.