Ali Demirel'in yazısı
Peygamberimiz de onu çok severdi. Hayatı boyunca hiç Efendimiz’in yanından ayrılmamıştı. Hayatının son demlerinde Peygamberimiz’in müjdesine nail olabilmek için İstanbul önlerine kadar gelmişti...
Peygamber sevgisinde sembol isimlerden biri olan Ebû Eyyûb el-Ensârî Hazretleri, Hicret’ten yaklaşık iki yıl önce (M. 620) eşi ile Müslüman olmuştur. Efendimiz Medine’ye hicretten sonra bir süre onun evinde misafir kaldığı için “Mihmandâr-ı Nebî” diye tanınır. Hayber seferi sona ermiş, Müslümanlar büyük bir üstünlük sağlamışlardı. Medine’ye dönülürken geceleyin mola verilmiş, Peygamberimizin istirahatı için de bir çadır kurulmuştu. Yanında eşi Safiyye de vardı. Bir savaştan dönülüyordu. İslâm ordusu galip gelmişti. Böyle zamanlarda düşmandan geri kalanlar, en başta Peygamber Efendimiz olmak üzere Müslümanlar’ın ileri gelenlerine saldırı düzenleyebilirlerdi.
Böyle bir tehlikeye karşı Ebû Eyyûb el-Ensârî Hazretleri sabaha kadar Peygamber Efendimizin çadırı etrafında gönüllü nöbet tuttu, muhafızlık yaptı. Sabahleyin onu bu durumda gören Resûl-i Ekrem Efendimizin, Ebû Eyyûb Hazretleri hakkında şu duayı yaptığı duyuldu: “Allah’ım! Bana bir zarar gelmemesi için sabaha kadar çadırın çevresinde o nasıl muhafızlık yaptıysa, Sen de onu muhafaza et.” (İbn Hişam, es-Sîre, 3/354) Hazreti Ebû Eyyûb, Peygamber Efendimizi çok severdi.
Peygamber Efendimiz de onu çok severdi. Bu münasebetle, Mescid-i Nebî’nin bitişiğinde yapılan Hücre-i Saâdet’e taşındıktan sonra da bazı sahabîlerle birlikte onun evine misafir olurdu. Nitekim günlerden bir gün, erzakını yoksul Müslümanlar’a dağıtması sebebiyle aç kalan Peygamber Efendimiz, benzeri sebeplerle açlık çeken Hazreti Ebû Bekir ve Hazreti Ömer’i de yanına alarak Hazreti Ebû Eyyûb’un evine misafir oldu. Zevcesi, onları büyük bir manevî coşku ve sevinç içinde karşıladı ve “hoş geldiniz” diyerek memnuniyetini belirtti.
BUNU FÂTIMA’YA GÖTÜR!
Az sonra da Hazreti Ebû Eyyûb geldi. Sevinçten karı koca sanki gökte uçuyor gibiydiler. Ebû Eyyûb, hemen bir hurma dalından bir parça koparıp ikram etti. Peşinden bir koyun kesti, yarısını yahni, yarısını da kebap yaptı, misafirlerine ikram etti. Peygamber Efendimiz, kebaptan biraz aldı, bir yufkaya koyarak, “Bunu kızım Fâtıma’ya yetiştir, zira günlerden beri o böylesini tatmadı” buyurdu. Hazreti Ebû Eyyûb, derhal onu Hazreti Fâtıma’ya iletti ve geri dönüp misafirleriyle ilgilendi. Yemekten sonra Resûl-i Ekrem Efendimiz duygulu bir vaziyette, “Ekmek, et, hurma bütün bunlar kıyamet günü sorulacağınız nimetlerdendir” buyurdu ve böyle hâllerde, “Bizi doyuran Allah’a hamdolsun” denilmesini tavsiye etti.
Ebû Eyyûb el-Ensârî Hazretleri, haksızlık karşısında susmaz, bildiği hakikatleri usulüne uygun şekilde dile getirir, muhataplarına hatalarını net bir tavırla hatırlatırdı. Nitekim bir keresinde Ebû Eyyûb, başını Hazreti Peygamberin mezar taşına koymuş ağlıyordu. Emevi hükümdarı Mervan, güya bu yaptığının sünnete aykırı olduğunu hatırlatmak isteyince Ebû Eyyûb Hazretleri, şu meşhur cevabı verdi: - Ben mezar taşına gelmiş değilim. Ben aslında Resûl-i Ekrem’e geldim. Zira sağlığında onu şöyle söylerken işitmiştim: “Din işlerini ehil olanlar üstlendi mi kaygılanmayınız. Ancak, din işlerini ehil olmayanlar yürütmeye başlarsa ne kadar kaygılanıp ağlasanız yeridir.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 5/422)
İSTANBUL’UN AZiZ MiSAFiRi
Hazreti Ebû Eyyûb, Resûl-i Ekrem Efendimizin sağlığındaki askerî seferlere katıldığı gibi ölümünden sonrakilere de katılmış ve ihtiyarlık döneminde her yıl bir seferde bulunmayı prensip edinmişti. Nihayet, “İstanbul’a ilk gazâ edeceklere Hz. Peygamberin diliyle vadedilen ecr e erişmek için” Emevîler devrinde düzenlenen ilk İstanbul seferine 49/669 tarihinde katılmış ve hastalanarak İstanbul önlerinde, sur dışında cephede vefat etmiş ve orada defnolunmuştur.
Bu zatın kabri, Peygamber Efendimize sevgi ve hizmetinin mükâfatı olarak Efendimiz Hazretlerinin duası bereketiyle asırlar boyunca belirli kalmış, İstanbul’un Fatih Sultan Mehmet tarafından fethinden sonra teyiden yeri tayin edilerek üzerine türbe ve civarına cami inşa edilmiş ve halk erken tarihte o bölgede yerleşmeye rağbet göstermiştir. Bu durum, milletimizin Peygamber Efendimize ve ashâbına beslediği sevginin bir göstergesi olarak tarihe geçmiştir.
Bugün