5 Şubat 1451 günü Edirne’den yola çıkan bir ulak Sultan Murat’ın en büyük oğlu 21 yaşındaki Manisa Sancak Beyi Mehmet’e babasının ölüm haberini getiriyor. Zeki olduğu kadar da hırslı olan bu genç şehzade, vezirlerine ve danışmanlarına duyurmadan hemen en iyi atlarından birine atlıyor ve kamçıyı bastığı gibi, bu safkan atı yüz yirmi mil koşturarak soluğu Çanakkale Boğazında alıyor, daha sonra yoluna devam ederek boğazı geçip Gelibolu’ya varıyor. Babasının öldüğünü kendisine bağlı adamlarına ancak burada söylüyor ve tahta karşı hak iddia edebilecek herkesi, hiç zaman kaybetmeden susturmak seçme askerlerden bir birlik oluşturuyor ve Edirne’ye yürüyor. Hiç dirençle karşılaşmadan padişah olarak tanınıyor. Daha ilk hükümet uygulamaları Mehmet’in verdiği kararlardan asla geri dönmeyen, çevresine emniyet ve korku saçan biri olduğunu gösteriyor. Onun sultan olduğu haberi Bizans’ı dehşete düşürüyor. Çünkü onlar bilmektedirler ki zafer ihtirasıyla yanıp tutuşan bu genç adam, dünyanın bir zamanki başkenti İstanbul’u ele geçirmek için and içmiştir. Gece gündüz savaş planları yapmaktadır Askeri ve politik konularda engin bir birikiminin olduğunu Bizanslılar çok iyi bilmektedirler. Hem dindar hem de gözünü budaktan sakınmaz bir tabiatı vardır.
Sezar ve Romalıların hayat hikayelerini Latince asıl metninden okuyabilen bir ilim adamı ve sanatseverdir de. Baygın bakışlı, zarif gözlü, papağan burunlu bu adam, yorgunluk bilmez bir işçi, yaman bir asker ve başarılı bir diplomattır. Büyük babası Bayezıttan ve babası Sultan Murattan daha ileri zaferlere kendini hazırlamıştır. Bizans gövdesiz bir baş, ülkesiz bir başkenttir. Haçlılar tarafından iliğine kadar soyulmuş, salgın hastalıklar yüzünden halkı neredeyse yarı yarıya yok olmuş, göçebe kavimlerin bitmek tükenmek bilmeyen saldırılarına karşı koymaktan yorgun düşmüş, ulus ve din kavgaları yüzünden parçalanmış olan bu kentin, bir ahtapot gibi kollarını her yandan saran düşmana karşı kendini savunması için ne askeri gücü, ne de cesareti vardır. İmparatorun pelerini bir güç simgesi değil, tazı da bir kader oyunudur.
Konstantin tehlikeyi hemen kavrıyor, Mehmet’in barış söylevlerine haklı olarak inanmayarak italya’ya, Papa’ya, Venedik’e elçiler yolluyor. Asker ve donanma göndermelerini istiyor. Fakat Roma duraksıyor, Venedik de. Çünkü Ortodoks Kilisesi ile Katolik Kilisesi arasında var olan derin inanç ayrılığı devam etmektedir. Ama zamanla Bizans’a saldırının karşısında birleşmiş bir Hristiyan alemi Papa’nın özel temsilcisi bir gemi ile yola çıkar.
İlk iş olarak Bizans’ın yardım yollarını kesmek için Rumelihisarı denilen boğazın en dar yerine bir kale inşa ettirdi. Bir gece içerisinde onbinlerce rençberi çalıştırarak hisar inşa ediliyor, Bizans Karadeniz’e çıkış özgürlüğü elinden alınmasını eli bağlı seyrediyor. 1452 Ağustos’unda Sultan Mehmet bütün ağalarını, paşalarını çevresine toplar Bizans’ı ele geçirmek gayesini anlatır.
Ülkenin dört bir yanına haber gönderilir insanlar cepheye çağrılır. Büyük bir Osmanlı ordusu Bizans önündeki alanı kent surlarına kadar doldurur. Hükümdar karargahın önünde sancağını dalgalandırmadan önce seccadesini yere serdirir, ayakkabılarını çıkarır, seccadenin üzerine gelir başını kıbleye Mekke’ye dönerek üç rekat namaz kılıyor. Arkasındaki binlerce askeri de aynı hareketleri aynı ritmi tekrarlayarak Sultanlarıyla birlikte namaz kılarak dua ediyorlar. Allah’tan kendilerini güç ve zafer vermesini istiyorlar. Çalınan davullar ve borular öttürülerek kentin kuşatılması başlar.
İstanbul surları güçlü idi. Birbirlerine parele çift ve üç sıra duvarlardan oluşan bu dev surlar o çağ için ele geçirilmezliğin gerçek bir simgesiydi. Türk akınlarını başarıyla durdurmuş olan bu eşsiz surlar çağın bilinen bütün silahlarına adeta meydan okumaktaydılar. Avrupa’nın hiçbir kenti İstanul’un korunduğundan daha güçlü korunmaz. Bu surların sağlamlıklarını Sultan herkesten daha iyi biliyor. Geceleri gözlerine uyku girmediği anlarda ve rüyalarında, aylardan ve yıllardan beri düşünüp kafa yorduğu tek şey, bu ele geçirilmez kenti nasıl alacağı, bu yıkılması imkansız surları nasıl yıkacağıdır. Bir gece çalıştığı yerden uzakta sürekli yanan bir lamba görür, merak eder gece yarısı lamba yanan evin kapısını çalar. Dışarı yakışıklı bir molla çıkar, “neylersin Molla Efendi der” o da ders çalışıyorum efendim “der. Padişah “Hadi Molla Efendi sen bu kitapları ben de bu şehri fethederiz inşallah der “ona bir kese altın verir. Maksadında fani olmayana zafer yok, zayıf temennilerle zafer elde edilmez. Yapmalıyız etmeliyiz, vakit gelince gitmeliyiz.
Masasının üstünde düşman tahkimatını gösteren krokiler, çeşitli ölçüler ve işgalle ilgili planlar yığılmıştır. Surların önündeki ve arkasındaki her tepeyi, her meyli ve her su yolunu avucunun içi gibi bilmektedir. Mühendislerini etrafına toplayarak her şeyi en ince ayrıntısına varıncaya kadar gözden geçirir, ancak durum hiç de iç açıcı değildir. Askeri uzmanları, o zamana kadar bilinen toplarla, bu surların yıkılamayacağı sonucuna varmışlardır. O halde daha güçlü savaş teknolojisinde o zamana kadar bilinen toplardan daha uzun, menzilli ve daha etkili topların dökülmesi gereklidir. Daha sert taşlardan yapılması gereken, daha ağır ve tahrip gücü daha yüksek güllelere gereksinim vardır. Yeni toplar üretilmesi gerekir, Sultan ne pahasına olursa olsun yenisaldırı aracını bulmak kararındadır.
Savaş ilanından hemen sonra Sultan’ın huzuruna zamanın en deneyimli ve zengin buluşlu top dökümcüsü olarak bilinen bir adam getirilir. Urbas ya da Orbas adında bir Macar. Sultan’ın teklifini işin sanatsal yeteneğini ortaya koyacağından dolayı kabul eder. İstediği her şey verilirse şimdiye kadar görülmemiş bir top dökeceğini söyler. Adamın emrine istediği sayıda işçi hemen veriliyor ve binlerce arabayla Edirne’ye demir cevheri taşımaya başlanıyor. Top dökümcüsü üç ay süren zorlu bir çalışmayla ve gizlilik içinde yürütülen sertleştirme yöntemleriyle sonunda kalıbı hazırlıyor. Artık döküm başlamıştır. Dünyanın o güne kadar tanımadığı dev top kalıptan çıkarılıyor ve soğutmaya bırakılyor. İlk deneme atışları yapılmadan önce Sultan tellallarını şehirde dolaştırarak. Onları rahatsız etmek istemez. (Adama bak! Adam gibi adam.) İlk deneme hedef duvarı yerle bir edince topları üretime başlatır. Yunun yazarları bu topa taş atan makine derler. Bir sorun da bu canavarları, demirden ejderleri bütün Trakyadan geçirip Bizans surlarının önüne nasıl getirecektir. O eşsiz Odyisseia destanını şimdi Türkler yazıyor. Bütün bir millet bütün bir ordu tam iki ay boyunca bu cansız uzun boylu yaratıkları sürükleyerek Bizans ‘a taşıyor. Toplar bir taraftan korunuyor, arkasından topların taşınması için gece gündüz yol düzeltme çalışması yapan yüzlerce ve bekli binlerce işçi yürüyor. Her arabaya elli çift öküz koşulmuş oluyor, iki yüz insan kendi ağırlığı ile sallanan topu düşmekten korumak için arabanın sağında solunda yürüyorlar. Elli araba ustası ve marangoz da tahta tekerlekleri değiştirmek ve yağlamak, payandaları sağlamlaştırmak, köprüler kurmak için sürekli iş başındadırlar. Öküzlerin ve mandaların çektiği bu dev kervanın dağları ve bozkırları aşarak ağır ağır yoluna devam etmekten başka çaresi yoktur. Şimdi korkunç canavarların yirmi otuz kadarı ağızlarını tüm dehşetiye Bizans’a açmış bulunuyorlar. Böylece ağır topçu ve Doğu Roma imparatorluğunun bin yıllık surları ile yeni Osmanlı surlarının yeni topları arasındaki savaş başlamış olur.
Toplar surları zor durumda bırakır, onların arkasında şehri savunan sekiz bin insan korku ve dehşet içinde Sultan’ın yüz elli bin kişilik ordusunun surlara başlatacağı büyük saldırı saatini beklemektedir. Çocuklarının ellerinden tutmuş yüzlerce kadın bütün gün boyunca klişelerdeki kutsal tasvirlerin önlerinde diz çöküp dua ediyorlar. Bütün askerler gözetleme kulelerinden acaba Avrupa’dan yardım gelecek mi diye ümitleniyorlar. 20 Mayıs sabahı bir yardım konvoyu görülür, üç büyük Ceneviz gemisi şehre doğru yol almaktadır. Bizanslılar sevinç içinde gelenleri karşılarlar. Sultan bu gemilerin ne olursa olsun şehre girmesine engel olunmasını ister. Türkler’in bütün gayretlerine rağmen gemiler gevşetilen haliçteki zincirden içeri giriyorlar. Bizans’a bir ümit oluyorlar.
Bizans halkı artık kurtulduklarını ve güvencede olduklarını sandılar. Unuttukları bir şey vardı. Sultan düşlerini gerçekleştirmede büyük azmi olan bir hükümdardır. Donanmanın cepheden saldırarak Haliç’e girmesi mümkün değildir. Sultan savaş tarihinde beklenmedik bir plan yaparak, yüzlerce gemiyi dağlık bir araziden geçirmeyi amaç edinen, insanın aklına durgunluk veren bu çılgın düşünceyi uygulamaya koyuyor. Olmazı olur yapmak için büyük bir irade sahibi olan Sultan, askeri dehasını bir kez daha gösterir. Galata üzerinden top atışları yaptırarak ilgiyi başka yöne çeker. Gemileri taşımak için büyük kızaklar yaptırır. Bütün bir donanma dağları aşarak Haliç’e iniyor. Üstün dehası ve askeri yeteneği ile tarihte yer ediniyor. Hiç kimse onun planının farkında olmamıştır. Dahi sultan bir keresinde kendine şöyle demiş “eğer sakalımın bir teli bile aklımdan geçenleri öğrenmiş olsaydı, onu hemen yolardım. Yirmi üç nisan gecesinde tam yetmiş parça gemi, dağlar ve vadilerden kaydırılarak bir denizden ötekine geçiriliyor. Bizanslılar gözlerini ovuşturuyorlar, bu olmazın nasıl gerçekleştiğini bir türlü anlayamıyorlar. Bütün Haliç Sultan’ın donanmasının emrine girmiştir. Artık sultan birliklerini kuracağı tombaz köprüden hiçbir engellemeyle karşılaşmadan geçirip surların en zayıf yerlerine sürebilecektir. Sultan’ın pençesi düşmanın boğazına sarılmıştır. Bu sırada on iki asker bir küçük gemi ile kaçarak Ege Deniz’ine açılıyor. Onlar yanılırlar çünkü Ege’de onların yardımına koşacak kimse yoktur. Küçük gemi bir şey yapamadan geri döner, Bizans artık terkedildiğini ümitsizliğin seline kapıldığını anlamıştır.
Toplar surları gerektiği kadar tahrip etse de zafer günü gecikmektedir. Sultan bir dua günü düzenlenmesini istiyor. Yüz elli bin askerin ilkinden sonuncusuna kadar hepsi de islamın emrettiği şartları yerine getirecekler, abdest alacaklar, namaz kılacaklar üç kez büyük duayı Fetih suresini okuyacaklardır.
Fetih sûresi, hicretin altıncı yılında Hudeybiye andlaşması dönüşünde Mekke ile Medîne arasında nâzil oldu (indi). Yirmi dokuz âyet-i kerîmedir. İslâmiyet'in yakında elde edeceği fethi, başarı ve zaferi müjdelediğinden Sûret-ül-Fetih denilmiştir. Sûrede; Peygamber efendimiz ve mü'minler için verilen ve verilecek olan nîmetler, münâfıkların ve müşriklerin uğrayacağı azâb hatırlatılmakta ve cihâddan geri kalanlar ve daha başka konular anlatılmaktadır.
Allahü teâlâ Fetih sûresinde meâlen buyuruyor ki:
(Habîbim) biz seni mü'minlerin (İnananların) îmânına, kâfirlerin (inkar edenlerin, inanmayanların) küfrüne (inkârına) şâhid, mü'minleri Cennetle müjdeleyici, kâfirleri de Cehennem ateşi ile korkutucu olarak gönderdik. (Âyet: 8)
Kim Allah'a ve peygamberine îmân etmezse, inanmazsa, muhakkak ki biz o kâfirler için pek şiddetli bir azab hazırladık. (Âyet: 13)
Kim Fetih sûresini okursa, sanki Mekke'nin fethinde Resûlullah ile berâber bulunmuş gibidir. (Hadîs-i şerîf-Tefsîr-i Kâdı Beydâvî)
Ramazan'ın birinci gecesi kim namazda, Fetih sûresini okursa, Allahü teâlâ o kimseyi bütün sene korur. (Hadîs-i şerîf-Rûh-ul-Beyân)
Allah büyük fetihleri fethin sırlarını taşıyan büyük ayetiyle ihsan eder. Hakiki imanı elde eden Fatih Sultan Mehmet, yüzelli bin akseriyle bu sureyi okutarak hem de üçer kez. Fethin müyesser olmasını Rabbinden istemiştir. Büyük ayet büyük kumandan büyük fetih. peygamberimizin hayatında Fetih Suresi’nin önemli bir yeri vardır, o büyük fetihleri ihsan eden Allah’ın ilahi anahtarıdır. Tarihimiz boyunca büyük fatihler ve fetihler bu surenin açtığı kapıdan kazanılmıştır.
Sultan atının üzerinde Haliçten Marmaraya kadar koşuyor askeri yüreklendiriyor, iyi bir psikolog olarak yüz elli bin askerin savaş isteğini en yüksek düzeye çıkarmaya gayret ediyor. Davullar ve borularla Sultan’ın sözü yayılır. Asker her türü ganimeti üç gün içinde elde edebilecektir. Sultan ise sadece şehri istemektedir.
İmparator dinlerini ve medeniyetlerini korumak gereğini halkına anlatmak için büyük ve etkileyici bir tören düzenliyor. Ortodokslar, Katolikler, rahipler çocuklar, ihtiyarlar ayine katılmak için bir araya geliyorlar. Herkes Kyrie Eleison duasına katılıyorlar. Resimler, kutsal şeyler önlerinde taşınıyor. Konstantin başarılarının tarihlerini parlatacağını söylüyor. Halk Ayasofya’da toplanıyor, bütün halk yüksek tabaka halk bir araya geliyor. Diz çöküp mukadder akıbetlerinden kurtulmak için dua ediyorlar. Patrik çağrı yapıyor, korolar şarkılar söylüyor. Doğu romanın son ayini ölüler ayini böylece başlar. Konstantin de askerlerini dolaşıyor onları yüreklendiriyor. İnsanlar sabahı ve ölümü beklliyor.
Gece saat birde hücum işareti veriliyor. Binlerce asker Allah Allah sesleri ile surlara saldırıyor. Sultan on iki bin yeniçerinin başına geçiyor. ve bu arada beklenmedik bir olay oluyor. Dışsurlardaki bir gedikten içeriye birkaç asker sokuluyor, bunlar Kerkapotra denilen küçük bir kapının anlaşılmaz bir tedbirsizlik yüzünden açık kalmış olduğunu görüyorlar. Yeniçeriler surların tam ortasındaki bu kapının açık olduğunu hayretle görüyorlar. Askerler Bizans’ın dış sur savunucularının etrafını sarıyorlar. Bizans askerleri Yeniçerileri görünce “kent ele geçirildi “diye feryad ediyorlar. Herkes canının derdine düşüyor Konstantin, bir Türk askeri tarafından öldürülüyor. Ertesi gün çift erguvan renkli ayakkabılarıyla ölüler arasındadır.
Zaferin ikinci günü Sultan Fatih artık şehre giriyor. Büyük bir ağırbaşlılık ile muhteşem atına binmiş amacını gerçekleştirmiş büyük bir mutlulukla yürümektedir. Atından iniyor yere kapanıp secde ediyor, şükür secdesi ediyor. Yerden bir avuç toprak alıyor ve başının üzerine serperek, kendisinin de ölümlü olduğunu kazanılan zafer ile böbürlenmemesini ifade ediyor. Kulluk borcunu ödedikten sonra Ayasofya’ya giriyor. Büyük mabedin mermer ve mozaiklerini seyrediyor. Hemen bir imam getirtiliyor, hükümdar imamla birlikte mabedde ilk namazı kılıyor. Ertesi gün bütün Hristiyanlık alametleri sökülüyor. Tepesindeki haç büyük bir gürültü ile indiriliyor.
Batı dünyası bu gürültü ile uykusun dan uyanıyor. Roma, Venedik, Floransa’da büyük bir şok etkisi meydana getiriyor. Fransa ve Almanya’ya ulaşıyor. İnsan yaşamında olduğu gibi tarihte de kaybolmuş bir anın yakınıp dövünmekle geri getirilebileceği hiç görülmemiştir. Bir saatin kaybettirdiği şeyi bin yıl geri getiremez.
Fatih hazretleri topkapıdan içeri girerken bir derviş “padişahım bizim duamızla oldu” der. Ünlü padişah “evet derviş efendi ama bu kılıcın da hakkını inkar etme” der. Bizans’ın saraylarını dolaşırken “ne kadar da Allah’tan gafil yaşamışlar” der.
Bediüzzaman İstanbul’da iki mezar ziyaret etmiştir, bunlardan biri Yavuz Sultan Selim ve diğeri de Fatih Sultan Mehmet’dir.
Yahya Kemal İstanbul’un fethinin önemini yazdığı bu şiirde anlatır. Anlatım biçimi imajinasyon harikasıdır. İstanbul’un fethini gören Üsküdarı bir insan gibi telakki eder ve onun gözüyle bakar.
İstanbul'un Fethini Gören Üsküdar
Üsküdar bir ulu rüyâyı görenler şehri,
Seni gıptayle hatırlar vatanın her şehri,
Hepsi der: "Hangi şehir görmüş onun gördüğünü?
Bizim İstanbul'u fethettiğimiz mutlu günü.
Elli üç gün ne mehâbetli temâşa idi o.
Sanki halkın uyanık gördüğü rüyâ idi o.
Şimdi beş yüz sene geçmiş o büyük hatıradan
Elli üç günde o hengâme görülmüş buradan,
Canlanır levhâsı hâlâ beşer ettikçe hayâl
O zaman ortada, her saniye gerçek bir hâl.
Gürlemiş Topkapı'dan bir yeni şiddetle daha.
Şanlı namıyle "büyük top" denilen ejderha.
Sarf edilmiş nice kol kuvveti gündüz ve gece.
Karadan sevk edilen yüz gemi geçmiş Haliç'e
Son günün cengi olurken, ne şafakmış o şafak.
Üsküdar, gözleri dolmuş, tepelerden bakarak,
Görmüş İstanbul'a yüzbin meleğin uçtuğunu,
Saklamış durmuş, asırlarca, hayâlinde bunu.
Bu yazı ünlü yazar Stefan Zvayk’ın “İnsanlığın Yıldızının Parladığı Anlar” isimli deneme kitabının otuz sahifelik bir bölümünün özetlemesidir, oradaki adı ‘Bizans’ın Fethi’dir.