Bismillahirrahmanirrahim
Cenab-ı Hak (c.c), Necm Suresi 1-12. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:
1,2 . Battığı zaman necm’e (o yıldıza) and olsun ki, arkadaşınız (Muhammed) sapmadı ve azmadı!
3,4 . Ve (o, nefsinin) arzu(sun)dan konuşmuyor! O (söyledikleri) bildirilen vahiyden başka bir şey değildir. (*)
5,6,7 . Kendisine (o vahyi), kuvveleri şiddetli, mükemmel bir akla sâhib olan (Cebrâîl) öğretti. Bunun üzerine (göğe) doğruldu. Ve o, (bu mi‘râcında) en yüksek ufukta idi.
8,9 . Sonra (çok perdeler geçerek Rabbine) yaklaştı, derken daha da yaklaştı. O kadar ki, kāb-ı kavseyn (iki yay) kadar veya daha da yakın oldu!
10 . İşte (Allah) kuluna vahyettiğini, vahyetti.
11 . (Gözleriyle) gördüğünü, kalb(i) yalanlamadı.
12 . Onun görmekte olduğu şeyler hakkında, şimdi kendisi ile mücâdele mi ediyorsunuz?
(*) “Vahiy iki kısımdır. Biri: ‘Vahy-i sarîhî’dir (açık vahiydir) ki, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm onda sırf bir tercümandır, mübelliğdir (teblîğ edicidir), müdâhalesi yoktur. Kur’ân ve bazı ehâdîs-i kudsiye (kudsî hadisler) gibi. İkinci kısım: ‘Vahy-i zımnî’dir (kaynağı yine vahiy olan sünnetidir). Şu kısım, mücmel (özü) ve hulâsası vahye ve ilhâma istinâd eder. Fakat tafsîlâtı ve tasvîrâtı (geniş açıklaması) Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’a âiddir. O, vahiyden gelen mücmel hâdiseyi tafsil ve tasvir; Zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm bazen yine ilhâma ya vahye istinâd edip beyân eder. Veyâhut kendi ferâsetiyle (doğru anlayışıyla) beyân eder. Ve kendi ictihâdıyla yaptığı tafsîlât ve tasvîrât, ya vazîfe-i risâlet (peygamberlik vazîfesi) noktasında ulvî kuvve-i kudsiye ile beyân eder. Veyâhut örf ve âdât (âdetler) ve efkâr-ı âmme (umûmun fikirlerinin) seviyesine göre beşeriyeti (insan olması) noktasında beyân eder.”(Zülfikār, 19. Mektûb, 6)