İstiklal Marşı Şairi Mehmet Akif Ersoy'un Nevzad Ayas'a verdiği ve İstanbul Eğitim ve Kültür Dergisi'nin Kasım ayındaki sayısında yayınlanan son röportajı:
Merhum babanız hakkında bilgi verir misiniz?
Babam İpekli Tâhir Efendi merhumdur. Kendisi İpek’in Şusisa isminde bir köyündendir. Tâhir Efendi’nin babası Nureddin Ağadır. Nureddin Ağa ümmidir ve hâlis Arnavut’tur. Tâhir Efendi, Fatih müderris ve mucîzlerindendi. Biraz İpek’te okumuş, sonra İstanbul’a gelmiş, Yozgatlı Hacı Mahmud Efendi’den ders görmüş ve icazet almış. Vefatı, Arabî 1305 yılıdır.
Merhum anneniz hakkında bilgi verir misiniz?
Annem Hâcce Emine Şerife Hanım’dır. On sene evvel öldü. 90 yaşına yakın muammer oldu. Onun babası Buhârâlı Mehmed Efendi’dir. Anasının adını hatırlamıyorum. Bundan yüz, yüz elli sene kadar evvel Buhârâ’dan Anadolu’ya Hekim Hacı Baba isminde biri geliyor. Boyabat’ta evleniyor. Sonra karısını alıp Tokat’a gidiyor. Benim annemin annesi Tokat’ta dünyaya geliyor. Annemin annesi sinn-i izdivaca gelince Buhârâ’dan gelen tacir Mehmed Efendi’ye varıyor.
Annem bu izdivacın mahsûlüdür. Bu suretle annem hem baba tarafından, hem de ana tarafından Buhârâlı oluyor. Annem Anadolu’da doğmuş ve büyümüştür. Annem çok hassas kadındı. Babam da öyleydi. Şiir söylemezdi, fakat şiir ve inşâya âşıktı. Soyunda şâir olup olmadığını bilmiyorum.
Nerede ve hangi tarihte doğdunuz?
İstanbul’da Fatih civarında Sarıgüzel’de doğmuşum. Tarihi, Şevval 1290’dır.
İsminizi acaba neden “Akif” koymuşlar? Bu adı size kim vermiş?
Babamın bana verdiği mahlas “Ragıyf’tır. Ragıyf, Arapça bir nevi ekmek demektir. “Ragıyf” ev halkı ve mahalleli arasında kullanılamamış. “Akif’e çevirmişler. Nüfus kâğıdına da Akif geçmiş. İşte bu suretle adım Mehmed, mahlasım da Akif kalmıştır. Fakat babam hep “Ragıyf” derdi. “Ragıyf” tevellüd tarihimi de ifade eder.
İlkokula kaç yaşında başladınız, nerede okudunuz?
İlk tahsile, Fatih civarında Emir Buhârî mahalle mektebinde ve dört yaşında başladım. Hocamı şahsen hatırlarım. Fakat ismini hatırlayamıyorum. Burada iki sene kadar bulundum. Fatih’te Muvakkithâne’nin yanındaki iptidaî mektebinde ilk tahsile devam ettim. Bu, Maarif Nezâreti’ne bağlı resmî bir mektepti. Birçok hocalar vardı. Hem bu mektebe gidiyordum, hem de pederim bana yavaş yavaş Arapça okutuyordu. Bu mektebe üç sene devam ettim. O zamanki programa göre ders gördük.
Ortaokula nerede devam ettiniz, hocalarınızdan hatırladığınız kimse var mı?
Rüşdiye mektebim, Fatih’te Otlukçu Yokuşunda bulunan Fatih Merkez Rüşdiyesi’dir. Buradaki hocalarımdan hatırladıklarım, başmuallim Hoca Süleyman Efendi, ikinci muallim Mustafa Efendi, üçüncü muallim Hafız Osman Efendi. Bunlardan Süleyman Efendi Arnavut, Mustafa Efendi Anadolulu idi. Osman Efendi sarı sakallı bir zattı. Diğer hocalar seyyar idiler. Bu seyyar hocaların en mühimi son sınıfta kendisinden Türkçe okuduğum, Hoca Kadri Efendi’dir.
İlkokula devam ederken babanızın sizi Arapça’ya başlattığını söylemiştiniz. Bu dersler ortaokul yıllarında da devam etti mi?
Rüşdiye tahsiline devam ederken, babamdan yine Arapça okurdum ve epeyce ilerlemiştim. Seviyem mektep programından çok yüksekti. Babam okuturken o zamanın usûlünü ve kitaplarını takip ediyordu.
Farsça’yla ve diğer yabancı dillerle aranız nasıldı? Okul dersleri dışında bunlara da çalıştınız mı? Şiire olan ilginiz bu sıralarda henüz uyanmış mıydı?
Mektepte okunan Fârisî ile iktifa etmezdim. Fatih Câmiinde ikindiden sonra Hafız Dîvânı gibi Gülistan gibi, Mesnevi gibi muhalledâtı okutan Esad Dedeye devam ederdim. Rüşdiye tahsilimde esasen en çok lisan derslerine temayülüm vardı. Dört lisanda da, Türkçe, Arapça, Acemce ve Fransızca, birinci idim. Şiiri çok severdim.
İlk okuduğunuz şiir kitabı hangisidir? Babanız şiire olan ilginizi nasıl karşılıyordu?
İlk okuduğum şiir kitabı, Fuzûlî’nin “Leyla ve Mecnûn”u olmuştur. Babam bu temayülüme ses çıkarmazdı.
İlk dinî terbiyenizi nereden aldınız? Büyükleriniz dindar kimseler miydi? Tarikat ve tasavvufla ilgileri var mıydı?
İlk dinî terbiyemi veren, ev ve mahalle, iptidaî, rüşdî tahsilde aldığım telkinler olmuştur. Bilhassa evin bu husustaki tesiri büyüktür. Annem çok âbid ve zâhid bir hanımdı. Babam da öyle… Her ikisinin de dinî salâbetleri vardı. İbadetin vecdini, zevkini, heyecanını tatmışlardı. Pederim, Hacı Feyzullah Efendi merhumun müritlerindendi. Nakşî şeyhlerinden olan Feyzullah Efendi o zaman hayatta idi. Annemin tarikata intisabı yoktu. Babam bana tasavvuf telkininde bulunmamıştır.
Şiir yazmaya ilk ne zaman başladınız?
Rüştiyede vezinsiz, kafiyesiz özenme kabilinden nazım parçaları karalardım.
Ortaokulu (rüştiye) bitirince nereye girdiniz?
Rüştiyeyi bitirince pederim, mektep ve meslek seçimini bana bıraktı. Ben de o zamanlar parlak bir meslek olan Mülkiye’yi tercih ettim. O vakit rüştiyeden Mülkiye’ye talebe alınırdı. Fakat tam benim rüştiyeden çıktığım sene Mülkiye teşkilâtı tâdil olundu. Beş senelik tahsil mühleti ikiye ayrıldı: Üç senelik idâdî, iki senelik âlî kısım... Rüştiyeden çıkınca işte bu teşkilâta göre Mülkiyenin idâdî kısmına girdim. Üç sene sonra şehadetnâme aldım, âlî kısma geçtim.
Burayı da bitirdiniz mi?
Âlî kısma geçtim, ancak ben bu dördüncü seneye devam ederken pederimin vefatı, sonra yegâne mev’âmız olan evimizin yanması üzerine zaruret içinde kalmıştım. İki sene sebat edip Mülkiyeyi bitirmek kabildi. Lâkin o aralık mezunlara ya hiç vazife vermiyorlar, yahut onları gayet cüz’i bir maaş ile istihdam ediyorlardı.
Demek ki Mülkiyenin yüksek kısmını bitirmenize “istikbal endişesi” mâni oldu. Fakat tahsili bırakmadınız…
Bu sırada idi ki, ilk defa Mülkiye Baytar Mektebi ihdas olundu. Birkaç arkadaş, “Bu mektep yenidir, çıkanlara memuriyet verilecektir” diye, Baytar Mektebi iki senesi nehârî, iki senesi leylî olmak üzere dört senelik idi. Biz nehârî kısmını bitirince Halkalı’daki leylî kısmına geçtik.
Bu sıralarda derslerdeki, bilhassa lisan derslerindeki başarınız devam ediyor muydu? Şiire olan ilginiz arttı mı? Hangi konularda yazıyordunuz?
İdâdî’de, Mülkiye’de Baytar Mektebi’nde en çok lisan derslerinde iyi idim. Şiirle iştigâlim Baytar Mektebi’nin son iki senesinde hızlandı. Çok manzum parçalar yazdım. Sonra bunların hepsini mahvettim. Şiir ile alâkamı artırmak için orta ve yüksek tahsilde yeni bir müessir çıkmamıştır. Eski temayülüm inkişâf etmiştir.
Sevgili Üstad, Kur’ân’ı ezberler, şiirler yazar ve okul birincisi olursunuz... Fakat aynı vakitler içinde yaptığınız bazı şeyler daha var. Bunlarla onları nasıl olup da birlikte yürütebildiğinizi anlamak gerçekten zor oluyor. Sporculuğunuzdan biraz bahseder misiniz?
Bedenî mümâreselere çok meraklı idim. Güreş de ettim; kısbet giyerek, zeytinyağı kullanarak. Pek İstanbul içlerinde güreşmezdim amma, Çatalca taraflarında köylerde güreşirdim. Üstadım da kendisiyle bir mahalle çocuğu bulunduğumuz Kıyıcı Osman Pehlivan’dı ki benden beş altı yaş büyüktü. Bu adam daha sonra pehlivanlığın müntehâsına kadar yükseldi. Hacı Osman’ın pehlivanlığı da, insanlığı da mükemmeldir. Hâlâ dünyada en hürmet ettiğim adamlardan biridir. Hayattadır. Pehlivanlığım, on altı on sekiz yaşlarında oluyor. Hatta Halkalı’da Baytar Mektebi’nde iken cumaları tatil günleri savuşur, etraf köylerde düğünlerde güreşirdim. Yüzmek, atlamak, taş atmak, koşmak gibi bedenî mümâreselerle meşgul oldum.
Musikî ile de meşgul olmuşsunuz...
Tahsili bitirdikten sonra ney üflerdim. Kulağım sesleri iyi ayıramadığı için muvaffak olamadım. Bıraktım.
Baytar Mektebi’ni bitirince, herhalde memuriyet hayatınız başladı...
Mektepten çıkınca beni ve benden sonra gelen ikinciyi—ki Simon isminde bir Ermeni gencidir—Ziraat Nezareti Umûr-ı Baytariye Şubesi’nde alıkoydular; yedi yüz elli kuruş maaşlı bir memuriyete tayin ettiler. Vazife merkezi, Nezaret olmakla beraber, üç dört sene kadar Rumeli’de, Anadolu’da, Arabistan’da sârî hastalıkları işi üzerinde hayli dolaştım. Köylü ile bu müddet zarfında gayet sıkı temas ettim. En son memuriyetim Umur-ı Baytariye müdür muavinliğidir. Bir taraftan Halkalı Mektebi’nde kitabet, Dârülfünun’da edebiyat dersleri veriyordum. Balkanlar Harbi’nden sonra Ziraat Nezareti’ndeki memuriyetimle Dârülfünun’dan istifa tarîkıyla çekildim. Uhdemde yalnız Halkalı kaldı. Çünkü oraya hatıralarla bağlı idim. Bu vazifemin maaşı pek azdı. “Dârü’l-Edeb” ismindeki hususî mektepte de fahrî olarak dört beş sene ders verdim.
Sohbetinde bulunduğunuz ve kendisinden istifade ettiğiniz kimseler var mı?
Emrullah Efendi’nin sohbetlerinden çok müstefid oldum. Baytar Miralayı İbrahim Bey de sohbetinden müstefîd olduğum zatlardan biridir. Kendisiyle Şam, Adana taraflarında bir sene kadar dolaştım.
Okulun son yıllarında çok miktarda manzum parça yazdığınızı söylemiştiniz. Bir kısmını yayınladığınız biliniyor. Nerede çıkmışlardı, konuları nelerdi?
İlk şiirlerim, “Resimli Gazete”de çıktı. Takriben 313, 314 Rûmî seneleridir. O şiirler Safahat’ta yoktur. Bunlar kemiyet itibariyle Safahat’a muâdildir. Mevzuları muhteliftir. En çok ahlâkî, dinî, pek az gârâmî idiler.
Şiir sahasında, beğendiğiniz ve kendinize örnek edindiğiniz veya faydalandığınız şâirler var mıdır? Size en çok kim tesir etti?
İlk şiirlerimde birkaç şâiri kendime numune aldım: Evvelâ Ziya Paşa gelir. Naci’nin nazmı da pek hoşuma gitti. Âdeta onu kendime meşk ettim. Kemâl’den, Hamid’den de fikren çok müstefîd oldum. Eskileri de çok okumuş, sevmiştim, ilk eserlerimde onların büyük izleri görülürdü. Zannediyorum ki okuduğum Şark ve Garp muhalledâtı içinde Sa’dî’den eserleri kadar üzerimde hiçbiri müessir olmamıştır.
Türkçe’ye verdiğiniz önemin sebebi de nereden geliyor?
Bence iki şey mukaddestir. Din, dil... Din, bütün kudsî duyguları düşünceleri insana telkin eder. Bu duyguların, düşüncelerin mümkün olduğu kadar vâsıta-i tebliği olan da dildir. Benim dile olan itinâ-yı fevkalâdem işte Arapçaya gösterilen bu ihtimamları anlayışımdan doğmuştur.
Farsça’yı, Fransızca’yı da çok iyi bildiğiniz söyleniyor. Nasıl öğrendiniz?
Fârisîyi de kendi kendime ilerlettim. Evvelâ şerhli kitapları, sonra şerhsizleri okudum. Fransızca’yı mektepte öğrendiklerime eklemek suretiyle kendi kendime öğrendim. Fransız şâirlerinden Hugo, Lamartin ile klasiklerle çok uğraştım. Daudet ile Zola’yı fazlaca okudum.
Tarihimizin en buhranlı devrinde yaşadınız. Hâdiselerin içinde bulundunuz. İslâmî hareketin fikrî önderi oldunuz. Dâvânıza erişmek için, yayınlarınız ve konuşmalarınıza ilâve olarak siyasete de girdiniz mi?
İstiklâl Harbi’nde, Büyük Millet Meclisi âzâsı oluncaya kadar siyasiyat ile bir alâkam yoktur.
1908’den beri şiirler, makaleler yazdınız; vaazlar verdiniz, haftalık bir mecmuayı yıllarca idare edip, başyazarlığını yaptınız. Bütün bu zaman içinde belli bir gaye için çalıştınız. Osmanlı Devleti yıkıldı. İslâm dünyası değişti. Türkiye’de milliyet esasına dayalı lâik bir cumhuriyet kuruldu. Siz de vatanınızdan on yıl ayrı kaldınız. İlk yıllardan bu yana 28 yıl geçti. O zaman 35 yaşında idiniz, şimdi ise 63 yaşındasınız. Fikirlerinizde bir değişme oldu mu? Din ve milliyet hakkındaki son görüşleriniz nelerdir?
Yazılarımdaki esaslarda bir değişiklik olmamıştır.
Bazı seyahatler yaptığınız biliniyor. Acaba nerelere gitmiştiniz?
Tahsili bitirdikten sonra memuriyetle iki sene kadar Rumeli’nde, iki sene kadar da Arnavutluk’ta, Arabistan’da, Adana havâlisinde dolaştım ve hasbelmeslek köylerle, köylülerle gayet sıkı temas ettim. Harb-i Umûmî’den için de siyâsî vazife ile Medine’ye ve Necid’e seyahatim vardır. Harb-i Umûmî’den evvel de Medine’ye gitmiş, Mısır’da gezmiştim.
İstanbul Eğitim ve Kültür Dergisi