“İstibdat zulüm ve tahakkümdür; meşrutiyet, adâlet ve şeriattır.”
“Şeriat âleme gelmiş; ta istibdadı ve zâlimane tahakkümü mahvetsin.”
“Ekmeksiz yaşarım, hürriyesiz yaşayamam.”
Bediüzzaman Said Nursî
27-28 Mart tarihleri arasında Libya’nın Sirte şehrinde düzenlenen 32. Arap Birliği Zirvesini izlerken, kendi kendime “Bu Arap milletinin başına ne gelmişse, işte bu diktatörlerin yüzünden geldi” dedim.
Ülke yönetimini ya askerî darbe ile ya da verâset yoluyla ellerine geçirmiş olan Arap liderleri, halklarının önünde birer yol gösterici olmaları gerekirken, maalesef milletin gırtlağına oturmuş, yutulamayacak iri lokma gibiler.
Bugün milyonlarca Arap doğup büyüdükleri vatanlarından çok uzak diyarlarda yaşamayı tercih ediyor. Sebebi ise; ülkelerinde hak ve özgürlüklerin yerine adaletsizliğin; fırsat eşitliğinin yerine yolsuzlukların, rüşvetin ve devlet malını yağmalamanın diz boyunda olmasıdır.
Ülke kaynaklarından belli bir zümrenin istifade etmesi neticesinde doğan sağlık, eğitim ve iş eşitsizliği sebebiyle milyonlarca Arap fakirlik, hastalık ve daha da önemlisi cehalet içinde kıvranmaktadır. Cehalet hastalığı içinde olan yüz binlerce insan göstermelik seçim öncesinde veya sonrasında sokaklara dökülerek “Biddem, birrûh nefdiik...” (Kanımızla ruhumuzla sana fedâ oluruz!!!) diye liderlerine övgü dolu sloganlar atmalarının, aslında köleliği kabul etme anlamına geldiğini fark edemiyorlar ne yazık ki.
Oysa “Kanlarımız, canlarımız sana fedâ olsun” diye övdükleri o insanlar aslında kendilerine hizmet etmek için varlar. “Kavmin efendisi, onlara hizmet edendir” hadis-i şerifi üzerinde birazcık düşünseler bunu anlayacaklar. Ama gözü kör olası cahillik bırakmıyor ki görsünler!
Olmaz ya… Tabiî biri insan, biri hayvan!
Öyleyse, cehalet denen yüzkarasından
Kurtulmaya azmetmeli baştanbaşa millet.
***
Yıllarca, asırlarca süren uykudan uyan artık
Silkin de muhitindeki zulmetleri yak, yık
Bir baksana, gökler uyanık, yer uyanıktır
Dünya uyanıkken uyumak maskaralıktır.
M. Akif Ersoy
İstibdat (diktatörlük) direkt olarak cehaletten ve tefrikadan beslenir. Aydınlığın ve ilmin olduğu yerde ise istibdat kahrolup gider. Dolayısıyla, diktatörler toplumu ilim ve irfanla ıslâh eden sâdık âlimlerden hiç hoşlanmazlar.
Islâh hareketine cahillikle mücâdele ile başlanması gerektiğine inanan Bediüzzaman Hazretleri “Bizim düşmanımız cehalet, zaruret ve ihtilâftır. Bu üç düşmana karşı san'at, mârifet, ittifak silâhıyla cihad edeceğiz” diyor.
Daha yüz yıl öncesinde ümmetin başındaki felâketin kaynağını teşhis eden ve tedavi yöntemini ortaya koyan Üstad, yazmış olduğu Risâle-i Nur adlı eserle, aklî, rûhî, siyâsî ve içtimâî meselelere Kur’ân ve Sünnetten aldığı dersle açıklık getirmiş; böylece hem küfrün, hem de istibdadın belini kırmıştır. Bu gerçeği her aklı selim sahibi itiraf etmektedir.
İlim nurdur; nur ise Allah’tan gelir. Kaynağı Allah olan nurla, hak ve bâtılı apaçık gören insan başkasının tahakkümünü kabul edemez.
Bütün semâvî dinlerin amacı, insanı hem nefsinin, hem de başkalarının istibdadından kurtarıp, Allah’a kul olmasını sağlamaktır.
Peygamber Efendimiz “Ben ve benden önceki Peygamberlerin söylediği en güzel kelime Lâilâhe illallahtır” diye buyuruyor. Minârelerden beş vakit yüksek sesle okunan ezanın sözleri iyice tetkik edilirse, “Lâilahe illallah” demenin önemi anlaşılır. Lâilahe illallah diyen insan özgürlüğüne kavuşur. Neticede ise, hem ruhunu, hem de cesedini önce nefsinin, sonra diğer insanların boyunduruğu altına girmekten kurtarır. Böylece özgürlüğünü elde eden insan, Yaratıcıdan başkasından korkmaz; O'ndan başkasına boyun eğmez ve yine O'ndan başkasının rızasını almak için alçalmaz.
Kendi nefsinin istibdadından kurtulmuş olan insan, şayet bir grubun liderliğini yapmakta ise, yaptığı işte Allah’tan korkar. Kendisini o grubun efendisi olarak değil, hizmetçisi olarak görür.
Bu konuda şanlı İslâm tarihi güzîde liderlerle doludur. Fırat kenarındaki kuzunun güvenliğinden dahi kendini sorumlu tutan Hz. Ömer’i bu konuya örnek olarak verebiliriz.
Mısır Valisi Amr bin Âs’ın oğlu Mısırlı Kıbtî ile yapmış olduğu yarışı kaybedince “Al sana bir soylu tokadı!” diye Kıbtîye tokat atmış; bu haberi aldığında çok kızan Hz. Ömer “Annelerinden hür doğan insanları ne zaman köleleştirdiniz?” diyerek Mısır valisi Amr bin Âs’ı azarlamıştır.
Bir keresinde de devlete ait bir deve kaçınca devenin peşine düşen Hz. Ömer, kendisine “Bu işi neden bir köleye yaptırmıyorsun da kendin yapıyorsun?” diye soranlara, "Benden iyi köle mi olurmuş?” diye cevap vermiştir.
Yeni Asya