İstanbul İlim ve Kültür Vakfı'nın düzenlemiş olduğu Bediüzzaman'ın Siyaset Anlayışı konulu sohbette Yunus Çengel Hoca siyasi istibdadı ve özgürlük alanını gündeme getirdi ve zamanla devletin ve organlarının zayıflayacağına ve ferdi hürriyetin tavan yapacağına olan inancını dile getirdi. Elbette böyle bir anlayış ve beklenti var. Devletin alanının daralmasına ve neredeyse hiç mesabesine ineceğine dair kuvvetli beklentiler bulunuyor. Daima devletin soğuk yüzüyle karşılaşmış dini cemaatler de genelde devletin küçülmesine taraftar gözüküyorlar. 100 yıldan beri devlet istibdadına karşı ferdi savunmak adeta moda oldu ve güçlü bir akım teşkil etti.
Bu hususta ilklerden birisini Abdurrahman Kevakibi 'Tebaiu istibdat/İstibdadın karakteri' kitabıyla yapmıştır. O bunu biraz da Osmanlı üzerinden yapmıştır. İstibdadın sebeplerini izale noktasında yazdıklarından bir kısmına iştirak etmemiz mümkündür. Lakin o da mutlak istibdadın atide olduğunu görememiştir. Osmanlı'nın yıkılmasıyla birlikte kesinlikle hürriyet gelmemiş ve bu açıdan Kevakibi yazdıklarının sonuçlarını görememiştir. Yazdıkları çığır olmuş ama bu çığır umduklarını getirmemiştir. Ya da yazdıkları bir vadiye fiili sonuçlar ise başka bir vadiye akmıştır.
Karl Marks'ın komunizmin ilk patlak vereceği ülkenin İngiltere olarak öngörmesi, fiiliyatta ise tam tersi Bolşevik Devrimin Rusya'da patlak vermesi misali gibi. Kime niyet kime kısmet meselesi olmuştur.
Meyl-i istibdata muhalefet ve özgürlüğe vurgu meselesinde son dönemlerde bazı
Nurcularda liberal eğilimler göze çarpmaktadır. Bu da bir sapma eğilimidir. İstibdat muhalefeti isabetli olmakla birlikte hürriyetin kazandığı mecra başka noktalara akmaktadır. Bu nokta hodfuruşluk anlamında bencillik ve onun ötesinde ibahiye yani sosyal anlamda 'bırakın yapsınlar bırakın geçsinler (laissez faire laissez passer)' anlayışıdır. Bunun yol açacağı zorunlu istikamet, nefsü emare medeniyetidir. Bundan dolayı Bediüzzaman istibdada karşı meşrutiyeti savunurken daima sıfatını da eklemiş ve bunu ihmal etmemiştir. O da meşrutiyet-i meşruadır yani bırakınız yapsınlar bırakınız geçsinler anlayışı değildir. Burada meşrutiyet meşruiyete doğru yönlendirilmektedir. Hürriyeti yapıcı ve müspet anlamda
kullanmaktadır. Meşruiyetini yitirmiş hürriyet nefs-i emarenin egemenliğine çıkar. Demek ki, hürriyetle birlikte meşruiyet (şer'iyyet) kurallarına da gönderme yapılması kaçınılmazdır.
*
Devlet istibdadı, istibdat çeşitlerinden sadece biridir. Bunun yanında nefsin istibdadı, tasallutu ve toplumun istibdadı ve tasallutu da bir gerçektir. Mahalle baskısı denilen husus bir gerçektir ve emr-i bi'l maruf ve nehyi ani'l münker bağlamında gereklidir de. Lakin maksadını aşan formları ve yönleri de yok değildir. Bu açıdan son dönemlerde bir kamuoyu istibdadından bahsedilmektedir. Fikirlerin ve cereyanların dinamizmini kaybetmesi ve kireçlenmesine eskiler cümut yani katılaşma ve buzlanma diyorlardı. Günümüzde Araplar ise buna teşennüc diyorlar ve damarların elastikiyetini kaybetmesi gibi içtimai cereyanların da dinamizmini kaybetmesi ve matlaşması ve donuklaşmasıdır.
İstibdat bazen devlet istibdadı olmaktan çıkar ve toplum istibdadı haline gelebilir. Yani tevzii olur. Ya da Firavun toplumu gibi istibdadın parçası haline gelebilir. George Orwell'in 1984 romanı ve big brother kavramı aslında Batı'daki kamufle edilmiş sofistike istibdadı nazara vermektedir. Kamuoyu istibdadı ile birlikte bir de ilmi istibdat çeşidi vardır. Buna entelektüeal despotizm de denilmektedir ve Alev Alatlı bazı kitaplarında bu eğileme temas etmiştir. Fehmi Huveydi aydın sapmasından bahseden kitaplar yazarken Alev Alatlı aydın despotizmini kaleme almıştır.
Batı'da bu istibdat çeşidi kameralizm olarak kavramlaştırılmıştır. Kameralizmin
çeşitlerinden birisi Alman merkantalizmidir. Diğeri de entelektüel despotizmdir. Kameralistler, kuvvetli bir merkezî idare yanında, monarşiyi de hararetle müdafaa etmektedirler. Kuvvetli bir merkezi iktidarı savunmaları Fransız jakobenleri ile benzeşen yönleri iken mutlak monarşiyi desteklemeleri monarşi karşıtı jakobenler ile aralarındaki en belirgin farkı oluşturur. Kameralistlerin fikrî beslenme kaynaklarından birisi Antik dönemdeki Platon ve Farabi'den beri var olan filozof hükümdar idesi, diğeri de Aydınlanma felsefesidir.
Bediüzzaman da bu hususta şöyle der: "Mûtezile, Cebriye, Mürcie, Mücessime gibi dalâlet fırkalarını İslâmiyetten intâc eden mesâil-i dîniyedeki istibdâd-ı ilmîdir ve nefsü'l-emirde mukayyed olan şeyde ıtlaktır. Meşrûtiyet-i ilmiye hakkıyla teessüs etse, meyl-i taharri-i hakîkatin imdâdıyla, fünûn-u sâdıkanın muâvenetiyle, insafın
yardımıyla şu firâk-ı dâlle Ehl-i Sünnet ve Cemaate dahil olacakları kaviyyen me'mûldür. Şu fırkalar, eğer, çendan bir hizip olarak görünmüyor, fakat efkârda tahallül ederek münteşiredir. Herkesin dimâğında onların meylettiği mesleğe meyelân bulunabilir.Hattâ, eğer bir dimağ büyütülse,maânî tecsîm edilir ise, şu firak,
sinematografvârî o dimağda temessül ettiği görülecektir. Şu kıssa, uzundur, makamı değil; siz suâllerinizi ediniz..."
Harun Reşid'in İmam Malik'in Muvatta isimli eserini tamim etme girişimine İmam Malik'in itiraz etmesi esasında ulemanın her türlü istibdada karşı oldukları gibi ilmi istibdada da karşı olduklarına dair misaller arasında sayılabilir.
Günümüzde devlet istibdadına paralel olarak ilmi nefsaniyet veya cemaat enaniyeti gibi kavramlar da kullanılmaktadır. Bazen içtimai istibdat devlet istibdadı yerine geçebilir. Burada dikkat edilmesi gereken istibdadın kalıp ve yön değiştirmesi ve mutant hale gelmesidir. Maksat, yön değiştirmesi değil istibdadın adalet kılıncı
ile ortadan kaldırılmasıdır. Aksi takdirde, yanlış başka bir alana taşınmış olacaktır.