Maatteessüf, ‘Irkçıların dikkatine!’ başlığıyla yazmış olduğum yazı akisler/yankılar meydana getirdiği ölçüde bazılarını rahatsız etmiş gözüküyor. Öyle olmamasını temenni ederdim. Zira anlattığımız meselenin nazari dayanakları var. Beni üzen, kusurlu bir kul olmaktan öte nefislerin hakaiki kabule yatkın olmamasından ileri geliyor.
Faraza Donald Trump’ın Suriye asıllı olması gerçek bir hikaye değil de kurgu veya temsili bir hikaye olsaydı ne değişirdi? Hiçbir şey değişmezdi. Kaldı ki, tam gerçeği aksettiriyor. İlaveten yazdığım gibi Avustralya’da faaliyet gösteren ‘One Nation/Tek Millet’ partisinin eski lideri Pauline Hanson da benzeri bir hikayenin kahramanı. Onun geçmişine de müdellel bir surette ışık tuttuk ( https://www.hurriyet.com.tr/avustralyali-irkci-milletvekilinin-dna-sinda-turk-genleri-cikti-5940971 ). Aynı örnek niye Donald Trump için de geçerli olmasın ki? İki örnek birbirini tamamlıyor ve bize ortak bir fikir veriyor.
Bediüzzaman da aynen bizim söylediklerimizi söylüyor. Akıl için yol bir dedikleri gibi Bediüzzaman günümüzde nesillerin yani milletlerin aslının birbirine karıştığını ifade ediyor: “Hem mahkemede Denizli Ehl-i Vukufu, bazı şâkirdlerin bu itikadlarına göre, bana karşı demişler ki, 'Eğer Mehdîlik dâvâ etse, bütün şâkirdleri kabul edecekler.' Ben de onlara demişim: ‘Ben kendimi seyyid bilemiyorum. Bu zamanda nesiller bilinmiyor. Halbuki âhirzamanın o büyük şahsı Âl-i Beytten olacaktır. Gerçi mânen ben Hz. Ali'nin (r.a.) bir veled-i mânevîsi hükmünde ondan hakikat dersini aldım. Ve Âl-i Muhammed (a.s.m.) bir mânâda hakiki Nur Şâkirdlerine şâmil olmasından ben de Âl-i Beytten sayılabilirim.”
Fertlerin kan kimlikleri birbirine karıştığı gibi milletlerin de öyledir.
*
Afganistan’da Mücahit hiziplerden İttihad-ı İslami’nin başkanı Abdu Rabbu’r Resul Sayyaf gibilerin ifade ettiği gibi Peştunlar kendilerini Türk-Pers soyunun karışımından kırma, karma bir millet olarak görüyorlar. Arthur Koestler’in ifade ettiği gibi bugün İsrail’i oluşturan Yahudiler Hazar Türklerinin soyundan gelmektedir. Kalıntılarıdır. Bugün İsrail’de yaşayan Yahudilerin yüzde 70’i on iki kabilenin yani Davud, Süleyman ve Musa ve Harun Aleyhisselam’ın kanını değil Hazar Türklerinin kanını taşımaktadır. En azından Eşkinaziler için bunu söylemek mümkündür. Hayali Cemaatler kitabı bize tam da bunu anlatmaktadır. Bu aynı zamanda yeni bir Babilleşme çığırıdır. Birbirimizin dilini anlamıyoruz. Halbuki, vücut dili veya gönül diliyle de anlaşmak mümkün. Lakin sadece fiziklerimiz değil kimyalarımız da bozulmuştur. Nitekim hadiste bu husus şöyle izah edilmektedir: “Ruhlar sıralanmış asker toplulukları gibidirler. Ruhlar âleminde tanışıp anlaşanlar (dünyada) kaynaşırlar. Buna karşılık¸ ruhlar âleminde anlaşamayanlar (dünyada) da birbirleriyle kaynaşamazlar, zıtlaşırlar.”
*
19’uncu yüzyılın sonları da yaşadığımız 21’inci yüzyılın başları gibi Osmanlı topraklarında çalkalanma dönemidir. Bugün Suriyelilerin Avrupa’ya gitmeleri gibi o gün de Suriyeliler fırsatlar ülkesi olan ve hicrete pek fazla engeli olmayan ABD ve Latin Amerika ülkelerine yönelmektedirler. İşte burada Türk-Osmanlı pasaportuyla gidenlere (ırkı ne olursa olsun) "Turko, al Turko" olarak anılmıştır. Bugün şarkıcı Şakira veya Arjantin eski Cumhurbaşkanı Carlos Menem gibi niceleri bu topluluğun içinden çıkmıştır. Donald Trump da aynı şekildedir. Soyunun bir kısmı Halep’ten Al Taybavi ailesinden gelirken diğer kısmı da diğer ırklara dayanmaktadır. Pauline Hanson’ın yaptığı gibi muhtemelen Trump da bulunduğu zeminden aslına ve geçmişine ateş ediyor.
Delil meselesine gelince!
Delilsiz mesnetsiz konuştuğumuz ise doğru değildir. Mesele müdelleldir. Konu ve belgeler CNN’in sıcak haberlerine de konu olmuştur. Bununla birlikte mesele Türk basınına intikal etmemiştir. Zira Türk basını yeterince meselelerin takipçisi değildir. Türk basını üzerinden sağlıklı bir haber takibi mümkün değildir. Halbuki, Trump’ın soyu magazin de içeren önemli bir meseledir. Lakin Türk basını bunu atlamıştır zira yapısal olarak bozulmuştur. Daha doğrusu dijital çağda eskinin de gerisindedir. Kaynağa ve insana yatırım yapmıyor.
Suriye asıllı bir başka Suriyelinin; Steve Jobs’ın ABD’deki başarı hikayesini takip ederek Trump ile birlikte ortak sonuçlara varabiliriz. Kanser illeti sebebiyle vefat eden Steve Jobs’ın hikayesi bir başka Donald Trump hikayesidir.
Steve Jobs’ın kurduğu Apple şirketi Mac bilgisayar, iphone ve ipad gibi zeka ürünü, yenilikçi ürünlerle iletişim kurma, düşünme ve yaşama şeklimizde neredeyse tek başına devrim meydana getirdi. Steve Jobs Mardin asıllı kimya dalında Nobel sahibi Aziz Sancar'ın da bir benzeridir.
Jobs hakkında az bilinen bir gerçek onun kısmen Arap soyundan gelmesidir. Trump’a benzerliği de budur. Biyolojik babası Abdülfettah Candali, Jobs’un biyolojik annesi Joanne Simpson adlı Amerikalıyla tanıştığında siyaset bilimi yüksek lisans öğrencisidir. Jobs daha sonra San Francisco bölgesinde yaşayan Paul ve Clara Jobs tarafından evlatlık alınıp yetiştirilmiştir. Jobs’ın 27 yaşına kadar biyolojik anne babasından habersiz olduğu söyleniyor. Bu yüzden bir taraftan Suriyeli olması belki de onun için bir anlam ifade etmiyor. Yalibnan.com sitesine göre, Jobs’ın biyolojik babası Candali, Suriye’nin Humus kentinde muhafazakar bir Müslüman ailede doğup büyümüş. Candali ABD’ye 1950’lerin başında göç etmiş ve siyaset bilimi profesörü olmuş. Ancak medyayla mesafesini korumuş.
Candali’nin Suriye’deki babası kendi kendine başarıya ulaşmış bir milyonerdir. Jobs’ın başarısı atalarından miras kalmış olmalıdır. Jobs genlerine çekmiş. 1931’de doğan baba Abdulfettah Candali, 1949’da Lübnan-Beyrut’a göç eder. Burada Amerikan üniversitesinde eğitim görür, kendisini gelişmekte olan pan-Arapçı entelektüel hareketin bir parçası bulur. Bir keresinde gazetecilere şöyle demiştir: “O zamanlar ulusal öğrenci hareketine mensup bir eylemciydim. Cezayir’in bağımsızlığı için gösteri yaptık ve cezaevinde 3 gün yattık. Belli bir partinin üyesi değildim ama Arap birliğini ve bağımsızlığını destekliyordum. Beyrut’ta Amerikan üniversitesinde geçirdiğim 3,5 yıl hayatımın en güzel günleriydi.”
Neden oğlunu evlatlık verdiğini meselesini de şöyle anlatıyor: “Onu evlatlık verdik, çünkü kız arkadaşımın babası çok muhafazakardı ve benimle evlenmesine izin vermiyordu. Bu yüzden oğlumuzu evlatlık vermeye karar verdik. Steve benim biyolojik oğlum, ama onu ben yetiştirmedim. Onu evlat edinmiş bir ailesi var.”
Hikayenin bu bölümü bize Jobs ve Trump örneklerinde aslına yabancılaşmanın püf noktasını anlatıyor. Yeltsin'in kızı da üniversitede iken Kazanlı bir Tatar'a gönül vermesine rağmen din farkından dolayı birbirinden zorla ayırılmışlardır.
Abdulfettah Candali kendi zaviyesinden oğlunun konumunu şöyle değerlendiriyor: “Oğlum Steve bir Suriyeli ismiyle büyümüş olsaydı bile aynı başarıyı elde ederdi. Çok parlak bir zekası var. Üniversiteyi bitirmedi bile. Bu yüzden de nerede olursa olsun başarırdı diye düşünüyorum. Onunla yakın bir ilişkim yok. Doğum günlerini kutlarım, ama ikimiz de daha yakın olmak için bir girişimde bulunmadık. Benimle zaman geçirmek istese nerede olduğumu biliyor diye düşünüyorum.” Candali ayrıca Arap kökenli olmasının Jobs için bir şey ifade ettiğini düşünmediğini sözlerine ekledi.
“Genlerle ilgili şeyleri pek önemsediğini sanmıyorum. İnsanlar onun Suriye kökenli olduğunu, babasının Suriyeli olduğunu biliyor. Bu bilinen bir şey. Ancak o bu tür şeylere önem vermiyor. Kendine özgü bir kişiliği var ve gergin biri. Dahiler canları ne isterse onu yapabilir.”
Sonuç itibarıyla, kan bağını değil inanç bağını esas almalı. Kan bağı öteki dünyada geçerliliğini yitirecektir. Öteki dünya esbap veya hikmet değil doğrudan yaratılış dünyasıdır. Sonuçta insanlar bir bütün olarak Allah’ın iyalidir. Öteki bağlar da önemli olmakla birlikte dünya alemiyle sınırlıdır. Tasnif ve birbirini tanımak içindir.
Görüyorum ki, "Irkçıların dikkatine" başlıklı yazım bazılarında gereksiz bir hassasiyete neden olmuş. Kaynak sorma babından bana hesap soruyorlar gibi geldi. Halbuki, anlattığımız mesele gerçeklere ters düşmeyen hem insani hem de İslami bir meseledir. Hikayelerin ortak noktası ırkı bu kadar dert etmenin, ırkçılık yapmanın değemez hatta saçma bir şey olduğunu ortaya koyuyor. Araplara ve Müslümanlara saldıran birisinin geçmişinin Arap olduğu ortaya çıkıyor. Bulunduğu zeminden aslına ve kökeni ateş ediyor. Araplarla bir iki nesil ötede değil Hazreti Adem'de buluşsa bile ne fark eder?
Risale-i Nur’un ilme’l yakin dile getirdiği hususları bu somut örnekler aynel yakin derecesine ulaştırıyor. Yani Risale-i Nurları başka bir boyutta tasdik ediyor. Buna rağmen Risale-i Nur zemininden ve çizgisinden gelen bazıları delilsiz diye anlattıklarımıza dudak büküyor. Bu yaklaşım tarzı ırkçılığın bir panzehiri olan Risale-i Nur’u gölgelemek ve onun tedavi edici özelliğini kaldırmaktır. Buna kimsenin hakkı yok.
Anlaşılan, kantarın topuzu, milletin ayarı iyice kaçmış vaziyette.
Trump’ın geçmişiyle veya Suriye kökenli olmasıyla ilgili kaynak isteyenler, buna aşağıdaki linklerden ulaşabilirler: https://www.ammonnews.net/article.aspx?articleno=264314 , https://www.assawsana.com/portal/pages.php?newsid=256865