İstihdam sırları ve gizli işsizlik tehlikesi-4
Değişmez bir hakikattir ki her idare, kanunlarla yönetim sergiler. Kanunlar, külli kaideler olarak hükmettiği yerde düzeni ve devamlılığı sağlar. Bu açıdan kanunların olduğu her yer bir iktidarın varlık göstergesi olduğu gibi, düzenin ve devamlılığın olduğu her yer de bir Kanun Koyucu’nun varlığının delilidir. Bu manada atomaltı parçacıklardan galaksi kümelerine kadar her yerde varlığını gösteren kütle çekim kanunu, sistemlerin varlığı ve ayakta kalışının sebebi olan merkezkaç ve merkezçek kuvvetlerin bir kanun gibi her şeyde hükümran olması göstermektedir ki kâinat bütün zamanları ve mekânları içine alan Mutlak Bir İktidar’ın şahididir. Bilim dünyası ise, insanlık dünyasında, evrensel iktidarın farklı cihetlerini okuma ve kanunlarını tespite çalışma vazifesini görmektedir.
Her iktidar, bir kanundur ki personel istihdam eder. Bu manada aynı hakikat İlâhî iktidarda da kendini gösterir. Said Nursi, kâinattaki İlahi iktidarın personel istihdamını bir temsille şu şekilde izah eder:
“Bir Mâlikü'l-mülk (mülk sahibi), büyük bir şehri veya muhteşem bir sarayı bina ettiği vakit, o zat dört nevi (tür) ameleyi onun binasında istihdam ve istimal eder.
Birinci nevi: Onun memlük ve köleleridir. Bu nev'in ne maaşı var ve ne de ücreti var. Belki onlar, seyyidlerinin (efendilerinin) emriyle işledikleri her amelde, onların gayet lâtif bir zevk ve hoş bir şevkleri vardır. Seyyidlerinin methinden ve vasfından ne deseler, onların zevkini ve şevkini ziyade eder. Onlar, o mukaddes seyyidlerine intisaplarını büyük bir şeref bilerek onunla iktifa ediyorlar. Hem o seyyidin namıyla, hesabıyla, nazarıyla işlere bakmalarından da mânevî lezzet buluyorlar; ücret ve rütbeye ve maaşa muhtaç olmuyorlar.
[Bu grup, kâinattaki İlâhî faaliyetlere nezaret eden, o âlemlerdeki İlâhî saltanatı temaşa eden ve o âlemlerde şuursuzca yapılan mükemmel hizmet ve kulluk vazifelerinin temsilcisi olarak onları şuurluca İlâhî dergaha arz eden “melekler” sınıfını özellikleriyle anlatıyor. ]
İkinci kısım ki, bazı âmi (sıradan) hizmetkârlardır. Bilmiyorlar, niçin işliyorlar. Belki o mâlik-i zîşan (şanlı mülk sahibi) onları istimal ediyor (kullanıyor), kendi fikriyle ve ilmiyle onları çalıştırıyor. Onlara lâyık bir cüz'î ücret dahi veriyor. O hizmetkârlar bilmiyorlar ki, amellerine ne çeşit küllî gayeler, âli maslahatlar (faydalar) terettüp ediyor. Hattâ bazıları tevehhüm ediyorlar ki, onların amelleri yalnız kendilerine ait o ücret ve maaşından başka gayesi yoktur.
[Bu gruptaki hizmetçiler, ekolojik düzenin temeli olan “bitkiler ve ağaçlar” dır. Bitki ve ağaçlar, sâbit canlılardır; hayvanlar ise, canlılar âlemindeki seyyar canlılardır. Ağaçların potansiyellerinin aktif hale gelip büyümelerinde ve biyolojik faaliyetlerinde kendilerine has cüz’i bir lezzetleri bulunuyor.]
Üçüncü kısım: O mâlikü'l-mülkün (mülk sahibinin) bir kısım hayvânâtı var. Onları o şehrin, o sarayın binasında bazı işlerde istihdam ediyor. Onlara yalnız bir yem veriyor. Onların da istidatlarına muvafık işlerde çalışmaları, onlara bir telezzüz (lezzetlenme) veriyor. Çünkü, bilkuvve bir kabiliyet ve bir istidat, fiil ve amel suretine girse, inbisat (genişleme) ile teneffüs eder (nefes alır), bir lezzet verir. Ve bütün faaliyetlerdeki lezzet bu sırdandır. Şu kısım hizmetkârların ücret ve maaşları, yalnız yem ve şu lezzet-i mâneviyedir; onunla iktifa ederler.
[Bu kısımdaki hizmetkârlar, ekolojik hayatın temel bir rüknü olan “hayvanlar” dır. Hayvanlar âlemi yüzme, koşma, uçma gibi birbirinden ayırıcı hususiyet ve faaliyetleri ile farklı lezzetlerle çeşitli vazifelerde istihdam edilirler. Yeme, içme, üreme gibi bütün canlılığa ait faaliyetler de farklı derecelerde onlar için lezzet verici kılınmıştır. Hayvanlar şuurunda olmadan ekolojik hayat ve dengeye bu şekilde hizmet ediyor, İlâhî kanunların kâinattaki icraatlarına ayna oluyorlar.]
Dördüncü kısım: Öyle amelelerdir ki, biliyorlar ne işliyorlar ve niçin işliyorlar ve kimin için işliyorlar ve sair ameleler niçin işliyorlar ve o mâlikü'l-mülkün (mülk sahibinin) maksadı nedir, niçin işlettiriyor? İşte bu nevi amelelerin sair amelelere bir riyaset (reisliği) ve nezaretleri var. Onların derecat (dereceleri) ve rütbelerine göre, derece derece maaşları var.”[1]
[Bu kısım hizmetkârlar ise “insanlar ve cinler” gibi hür irade, bağımsız benlik ve külli şuur sahibi hizmetkârlardır. Cismani yönleri olmasıyla bitki ve hayvanlar gibi, maddi ve cüz’i lezzetleri tadabildikleri gibi, meleklere benzer fikir ve his boyutları olmasıyla da küllî ve manevi lezzetler de tadabiliyorlar.]
Bediüzzaman’ın vurguladığı üzere İlâhî istihdam ve hakikate dayanan istihdam sistemi, istidad merkezli olarak faaliyette bulunuyor. İstidad, potansiyel yetenek ve gerçekleşmesi istenen bir mükemmelliğe dair ön hazırlık yapmak demektir. İstidadın aktif hale getirilmiş haline ise kabiliyet adı verilir. Felsefe bilimi istidad ve kabiliyeti sırasıyla “bi’l-kuvve” ve “bi’l-fiil” hal olarak ifade eder. Her çekirdek ve yumurta bilkuvve hal ve istidadı, her bir canlı ise bilfiil hal ve kabiliyeti gösterir. İlâhî irade her bir istidada, kozmik ve ekolojik düzende, ona uygun bir iş tayin ve taksim ediyor. İlâhî iktidarda her canlı ve şuurlu yapı, bitki ve ağaçlarda olduğu gibi, potansiyeline uygun şekilde istihdam edildiği için yaptığı iş, onun istidadını fiilî hale getirmesiyle onun açısından mücessem bir lezzet ve ücret kesilir. İnsanlık dünyasının kerhen bir mesleği icra eden çalışanlarına nazaran bir ağaç ve hayvan, faaliyetlerinden son derece memnun ve yaptıklarıyla mesuttur. İnsanlık dünyasında görülen iş ve saha değiştirme olaylarının önemli bir sebebi fıtratına uygun mesleğini bulamama yatmaktadır.
İstidadına uygun bir meslek icra eden kişi, o mesleğin detaylarına kadar nüfuz edebilecek bir ilmî dirayete yükselebildiği gibi o sahada meleke seviyesinde bir sanat tecrübesi de elde edebilecek kadar gelişir. Bu iki boyuta terminolojide “tahlil” ve “terkib” adı verilir. Tahlil, kabiliyet-i ilim olup, kişinin bir nesne veya konuyu temellerine kadar çözümleyebilmesidir. Terkib ise, kabiliyet-i sanat olup çözümlenen nesne ve meselenin parçalarını birleştirerek itinalı bir faaliyetle sürekli icra ederek ürünler ortaya koyabilme yeteneği demektir. Bir kişide bir sahada istidad varsa o sahada o kişide tahlil yeteneği çok yüksek ve alabildiğine derin olduğu gibi, sanat ve terkip yeteneği de 3-4 hatta 5 boyutlu olabilecek derece harikulade seviyelere yükselen bir hal sergiler. Mimar Sinan, Matrakçı Nasûh, Gelenbevî İsmail Efendi gibi sanat ve fen adamlarında gördüğümüz üzere… Osmanlı ve öncesi İslam âleminde istidada uygun meslek icrası hâkim olduğu, günümüzde ise meslekî bir taklitçilik ve sosyal hayatın modasına aldanma olduğundan Said Nursi şöyle der: “Seleflerimizden daha çok ekiyor, fakat onlardan daha az biçiyoruz. Bunun sebebi istidatlarla yapılan İlâhî taksim ve tavzife riayet etmememizdir” der.[2]
Şu an iş dünyasında Yetenek Keşfetme Merkezleri, Yeteneğe Göre İstihdam gibi konular güncel bir boyut kazandı. İlerleyen yıllarda bu mesele kendi ağırlığını daha çok hissettirecektir. Bu şekilde insanlık dünyasının istihdam uygulaması, kâinatta ve ekolojik dünyada milyarlarca yıldır kendini gösteren sünnetullaha ve İlâhî istihdama ayak uydurmuş olacaktır.