İktisadî hayatı şekillendiren iki temel saha emek ve sermayedir. Emek ve sermaye piyasaları arz ve talep kanunlarına göre daralma ve genişleme eğilimindedir. İş dünyası, emek boyutunu “İnsan Kaynakları Birimleri” üzerinden organize etmektedir. Sermaye kısmı ise, Tahakkuk, Tahsil ve Masraf Şefliklerinden oluşan Mâlî Hizmetler Birimleri veya Gelirler ve Giderler Müdürlükleri üzerinden organize edilmektedir.
Emek istihdamı, prensip olarak, liyakat ve ehliyet kanunlarına dayanmaktadır. Bu iki kanun bu sahanın anayasası hükmündedirler. Kurumlar, kuruluşlar, idareler ve hatta hükumetler bu prensiplere riayet etmekle, ideal sayıda personel ile ihtiyaç duyulan bütün hizmetleri üretebilecek bir verimlilik sergilerler. Bu prensiplere riayetteki kusurlar, ekonomik kaynakların israfına yol açar.
Gereğinden fazla personel istihdam etmek, iktisadî tabirle gizli işsizlik ve eksik istihdama (under-employment) yol açar. Gizli işsizliğin tavan yaptığı ekonomiler, bütün vatandaşların istihdamını garanti altına alan sosyalist ekonomilerde görülmüştür. SSCB ekonomisinde görüldüğü üzere… Bu manada eksik istihdam devlet kaynaklarına bir zulümdür. Buna mukabil gereğinden az personel çalıştırarak personellerin iş yoğunluğunu katmerlendirmek ise çalışana karşı yapılan bir zulümdür. Bu çerçevede ideal bir istihdam politikası, devlet sermayesi ve çalışan emeğinin dengeli şekilde üretimde kullanılması şeklinde arz-talep kanunlarının işlemesiyle gerçekleşir. Gizli işsizliğe dair geçen yıl bizzat şahit olduğum bir hadise:
Çeşitli gerekçelerle İstanbul dışında bir şehre yerleşme niyetine girmiştim. Bu niyetle birkaç şehrin belediyesi, İl Özel idaresi ve Üniversitesi gibi kurumlarına başvuru yapmak için seyahatte bulundum. Bu şehirlerden iki tanesi Büyükşehir Belediyesine sahipti. Meslekî kariyer ve ünvanıma uygun bir şekilde kurumlarına tayin için başvuruda bulunmak istedim. Çalışılabilecek müdürlüklerin yetkilileri ile görüştüm. Görüşme esnasında çalışmak istediğim birim yetkilisi benimle aynı meslekî kariyerde olup kendi biriminde çalışanlardan memnuniyetini bildirdi. Sonra “imkânım olsa burayı sizin gibi kalifiye personellerle doldurmak isterim. Hatta Bakanlık’tan kariyerinizde olan personel talebinde bulunduk” dedi. Aynı Bakanlık tarafından yetiştirilmiş, kariyer sahibi bir personel olarak beni alabileceklerini ifade ettiğimde, İnsan Kaynakları Birimi ile görüşmemi tavsiye ettiler. İlgili birim müdürü ile görüşmeye gittim. Birim âmiri, kurumun ihtiyaç duyduğu personel sayısının 1.500 civarında olduğunu fakat şu an 3.000 civarında personel istihdam ettiklerini, bu cihetten talepte bulunsam dahi olumsuz cevap alacağımı ifade ettiler. Bir ümitle tayin dilekçesi verdim. Fakat birkaç hafta sonra red cevabını içeren bir resmi yazı aldım.
Birim yetkilisinin personel istihdamındaki rakamları söylediği an manzaranın acılığı karşısında ciddi bir üzüntü yaşadım. Ülke açısından, ekonomik kaynakların israf edilmesini gösteren bir tablo görünüyordu.
Liyakat ve ehliyet prensiplerine riayet edilmemesi, ülkenin ekonomik kalkınmasına engel olduğu gibi, hakiki bir ücret politikasının da önünde engel teşkil etmektedir. Eğer Türkiye genelinde bütün kamu kurumlarında aynı manzaranın varlığı kabul edilirse, bu durumda ülke ekonomisinin sırtında gereğinden fazla çalıştırılan personeller bir kambur teşkil etmektedirler.
Personellerin çokluğu, çalışanların maaşlarına yapılacak zam oranını ister istemez aşağıya çekme sonucunu doğuracaktır. Bu durum ise kamu personelinin yüzde 7 civarı 6 aylık enflasyon yaşadığı 2021 yılında, Ocak ayında yüzde 3 oranında bir maaş zammı almaları gibi bir garabete yol açmıştır. Hakiki maaş zammı, çalışanın alım gücünü artıran bir zam iken, bu ise enflasyon rakamlarının üstünde bir maaş zammı ile tahakkuk edebiliyor iken, şu an gelinen manzara çalışanlarının gelir seviyesini korumaktan âciz bir idare olmuştur.
Bu durumun çok sebepleri olmakla beraber bir sebebi de gereğinden fazla personel istihdamıdır. Bu tarz bir istihdamın perde arkasında ise siyasi gerekçeler ve kadrolaşma arzusu yatmaktadır. Ülke kaynaklarının siyasi hedefler uğruna kurban edilmesi, devletin gelir kaynağını vergi teşkil ettiğinden hem vatandaşlara karşı bir zulümdür hem de emeğinin karşılığı, çalışmayı hak etmeyen kişilere maaş olarak verilen çalışanlara bir zulümdür. Bu sürecin varacağı nokta, mağdur edilen çalışanlar, vergi yükü altında ezilen halk, israf edilen kaynaklar, gereğinden fazla büyüyen kamu sektörü, büyüyen gizli işsizlik oranı ve halka rağmen zenginleşen devlettir. Bu tarz süreçlerle “Hükumetler geçici, devlet ise bâkidir” hakikatine riayet edilmeyen ülkeler ekonomik açıdan ya gelişemez ve kalkınamazlar veyahut istenilen verimi elde edemezler.