(Kocaeli, Binbaşı Âsım Bey paneli konuşma metnidir.)
"Aziz, sıddık, fedakâr ve vefâdar kardeşim Kürd Bekir Bey,
Maatteessüf, bilmecburiye nâhoş ve mâlâyâni sayılacak bir bahis söyleyeceğim. Fakat bu bahsim, hakikî hamiyetperver Türkçülere karşı değil, belki frengîlik hesabına sahtekâr bir surette Türkçülüğü kendine perde eden mütecavizlere karşı söylüyorum. Şöyle ki:
Mülhid münafıkların en son ve alçakça ve vicdansızca aleyhimizde istimal ettikleri bir silâhı şudur ki, diyorlar: "Said Kürdtür, bir Kürdün arkasında bu kadar koşmak hamiyet-i milliyeye yakışmaz." Ben bu münafıkların vicdansızca desiselerine karşı değil, belki safdillerin temiz kalpleri bunların sözleriyle bulanmamak için diyorum ki:
Evet, ben başka memlekette dünyaya gelmişim. Fakat Cenâb-ı Hak beni bu memleketin evlâdına hizmetkâr etmiş ki, dokuz sene mütemadiyen bu memleketteki milletin ondan dokuz kısmının saadetine kendileriyle hizmet ettiğim, bu havalideki insanlara mâlumdur.
Hem ben bu memlekette Hulûsi, Sabri, Hafız Ali, Hüsrev, Re'fet, Âsım, Mustafa Çavuş, Süleyman, Lütfü, Rüşdü, Mustafa, Zekâi, Abdullah gibi yirmi-otuz Müslüman Türk gençlerini adeta yirmi otuz bin milletdaşlarıma tercih ettiğimi, bu dokuz senedeki Türkçe âsâr ile ve hizmetimle göstermişim.
Evet, ben gâfil ve âmi Kürdü, bir Türk olan Hulûsi'ye karşı tutmadığımı ve bin cahil Kürdü, birer Türk olan Âsım ve Re'fet'e mukabil görmediğimi ve bir genç olan Hüsrev'i bin âmi Kürtle değişmediğimi ehl-i dikkat ve benim ahvâlime muttali olanlar tasdik ettikleri halde, frengîlik namına ve ilhad hesabına, Türkçülük perdesi altında, sahtekâr bir milliyetperverlik suretinde ve hodfuruşluk cihetinde bana tecavüz edenler ve Türk milletini ve milliyetini zehirleyen mülhidler bilsinler ki, ben millet-i İslâmiyenin en mühim ve mücâhid ve muazzam bir ordusu olan Türk milletine binler Türk kadar hizmet ettiğime binler Türk şahittirler. İşte bana Kürt diyen ve iitham eden, zahir hamiyetperverlik gösteren sahtekârlar, bu millete ne gibi hizmet ettiklerini göstersinler.
Bu firavuncukların enaniyetini kabartan mahviyetkârâne söz söylemek câiz olmadığından, bilmecburiye o mütekebbirlere karşı izzet-i ilmiyeyi muhafaza etmek için, söylenmeyecek ve izharı münasip olmayan uhrevî hizmetlerimi Cenâb-ı Hakkın affına güvenerek izhar ettim.
El bâki hüve'l Bâki
Said Nursî"
Bir millet fedaisi...
" Milliyetimiz bir vücuddur. Ruhu İslâmiyet, aklı iman ve Kur'andır"
Bir milletin giysisi, yazısı ne kadar da değiştirilse, imanına taarruz edilse, maneviyatı sarsılsa ve dili ne kadar yok edilse de; ruhu, kendini tamir edebilir, vücudu yeniden çalıştırabilir bir kabiliyete sahiptir.
Bu ruh, biri şarkta biri garpta; biri dünde biri bugünde, biri dünyada biri ahirette de olsa, vücudun azalarını bir ses ile, bir araya toplayacak.. ve biri ölse de, diğerleri sağ kaldıkça milletin hayatı devam edecektir.
Bugün bu ruhu, bir fedaisi, Binbaşı Asım Bey'deki karşılıkları üzerinden konuşuyoruz. Asım Bey, üstadı ekremi, yaşıtı, mürşidi, sevgili hocası, hakikat yoldaşı, ders arkadaşı, dert ortağı, aile dostu, Bediüzzaman'a bir dileğini, duasını mektubunda şöyle aktarıyor:
"... gönül şöyle istiyor ve arzu ediyor: Bu fakir, Üstadımdan evvel kabre girsin ve siz, dâr-ı dünyada bulununuz ki, bu fakir ve muhtaç olan talebenize arkasından göndereceğiniz duâ ve hediyenizle mütena'im, şâd ve mesrur olsun. Ve sizin teşrifinizde - ki Erhamü'r-Râhimîn olan Rabbü'l Âlemînden duâ ve niyâzım budur- ruhum sizi istikbal etmek şerefiyle müşerref olabilmek gibi, gönül arzu ve hayatı hâsıl oluyor."
Binbaşı Asım, aynı yıl içerisinde, bahsettiği şekilde, ruhunu alıp dünya meydanındaki ömrünü ve hayatını Üstad'ına vekil bırakarak, Onun yerine ölüyor.
Hafız Ali, Hasan Feyzi ve Binbaşı Asım Bey, 'yerine ölüm'ü tercih (ve dua) eden üç büyük fedakar olarak, bu milletin yeniden dirilişinde vücud buluyorlar. Bir ölüp bin diriliyorlar. Buradaki toplantı da, bunun en güzel bir ispatıdır, elhamdülillah.
Burdur'da ilk tanışma...
Burdur hayatı, Bediüzzaman'ın belki de en zor dönemidir. Osmanlı'nın son büyük âlimlerinden, Dar'ul Hikmet'ül İslâmiye azası, Birinci Cihan Harbi'nin kahramanı, İstanbul işgalinde yazdığı Hutuvat-ı sitte eseriyle İngilizlerin hakkında ölüm emri verdikleri, Anadolu'daki İstiklal mücadelesine katkılarıyla 'kahraman bir hoca' olarak Ankara'da törenlerle karşılanan Bediüzzaman Said Nursi, kısa bir süre sonra ise şeytanî bir kinin esiri olarak Burdur'a sürülmüştür. Kimseyle görüşmesi ve haberleşmesi istenmemektedir.
İhtiyarlığın başlarındadır; böyle bir insanın hayata, yeniden ve sıfırdan başlaması bile zorken, hayattan ve insanlardan istifası istenmekte ve bunu yaşayarak yapması beklenmektedir. 'Ölmek yaşamaktan bin kere daha kolay...' göründüğü günlerdedir. 'Eğer dinim beni intihardan menetmeseydi...' dediği ve toprak olmayı istediği şartlardadır.
Diğer taraftan, dünyadan ve insanlardan uzaklaşmak istedikçe kaderin kendisine tokatlarını vurduğu , dünya meydanından da ayrı kalmasının İlâhi kudret tarafından engellendiği bir süreçtedir. Zira, durmanın ve durağanlığın dahi hemen cezalandırılacağı büyük bir hizmet-i imaniye ve Kur'aniye omuzlarına ihsan-ı İlâhi olarak yüklenmiştir.
İlk meyveler...
Nefesler alınıp verildiği sürece hitap çiçekleri açmaya devam edecektir. Burdur'da sıkıntılar altından Nur'un ilk meyveleri de gelmektedir. Binbaşı Asım Bey de, bu ikram-ı İlâhiye'nin taliplerinden biri olarak 'zor zamanın meyveleri'ne müşteri olmuşlardandır.
Bir sonu gelmez gülistana girdiğinin şaşkınlığındadır. 'Hangisini koparmaya, koklamaya, tercih etmeye şaşırmış' bir şekilde, nihayet 'hepsinden bir demet yapar gibi' Nur'un ilk meyvelerini tatmaya ve tattırmaya büyük bir şevk duymaktadır. Velayet-i kübraya, hakikatlerin inkişafına muhatap olmanın tarifsiz heyecanı sözlerine, mektuplarına yansımaktadır. Sonraları da bir Nurcu geleneği olarak devam edecek ev dersleri ile etrafındaki insanlara Nur'ları okumakta, ayrıca yazmak sûretiyle eserlerin neşrine de katkı sağlamaktadır.
Asım Bey'in, Nur'un eserlerini gelenekle karşılaştırabilecek bir birikime de sahip olduğu görülmektedir. Kendisi büyük tevazuunun altında yüksek de bir beyindir. Büyük bir maneviyatı da kuşanmıştır. Şah-ı Geylâni'nin manevî terbiyesini almıştır. Şiir yazar, tezhiple uğraşır. Yazısı pek güzeldir. Askerlik mesleğinin olgunlaştırdığı kişiliğinde; hikmet, samimiyet, letafet ve zarafet vücut bulmuştur. "Kırk yıldır ellerimi kara ve kirli işlere bulaştırmadım" diye şükrünü ifade ederken, ne kadar sağlam bir karakterle yoğrulduğu da ortaya çıkmaktadır. Eşi Nigar Hanım için Üstad'ına 'hemşireniz...' diye bahsetmesi kurdukları yakınlık ve dostluğu; Bediüzzaman'ın eşsiz zarafetinin Asım Bey'deki mevcut güzelliklerle karşılandığını göstermektedir.
Bediüzzaman'ın Nur'un ilk eserlerinde çoğunlukla muhatap aldığı asker talebelerinden biri de Binbaşı Asım Bey'dir. İlk eserlerdeki örnekleme ve öykülemelerde kişiler ve olayların asker ve askerlikten seçilmesi bu muhatabiyetin hakikate açılan yoldaki işlevini de gösterir.
Bu asker talebeler, kendi soru ve problemlerini Üstad'larıyla paylaşıyorlar; "Okumaya doyulmaz, okudukça hasıl olan şevk ve lezzet hesaba gelmez" cevapları ile kendilerinden geçerek, hissiyatlarını mektup veya şiirlerle ifadeden kendilerini alamıyorlardır.
Üstad bir keresinde "Âsım'ın sualine ehemmiyetli cevap ver" diye manevi olarak ihtar ediliyor. Tahkiki bir mümin olan bu zeki muhatabına: " Aziz, sıddık, hakikatli âhiret kardeşim ve ciddî ve kuvvetli arkadaşım" diyerek iltifat ediyor.
İstikâmet ve şehidi...
Bazılarının hayatı ölümünden kısadır, yani ölümü hayatından uzundur. Bu kişilerin hayat hikayesi ölümlerinde açığa çıkar. "Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz..." fermanının mükemmel bir izahı bu ölümlerde yapılabilir. Hatta daha da ötesi, tekrar nasıl dirileceklerini de görmek için nasıl öldüklerini incelemek yeterlidir.
İsmi Âsım olan bu zâtın, sıfatı ve şöhreti ise 'istikamet şehidi'dir. İstikamet sahibi olmak bir hayat şekli olmakla, 'istikamet şehidi' olmak ise bir ölüm şeklidir. İstikamet şehidi olmak için istikametli, müstakim bir hayat yaşamak gereklidir. Biri, diğerinin neticesi; gereğidir.
İstikamet, kısaca, ihlas ve sadakat kavramlarının birleşimi olarak tanımlanabilir. Yani, 'emredildiğin gibi dosdoğru olmak' emri gereği olmaktır. Biz bu emrin Efendimiz'i (asm) en çok sarsan bir ferman-ı İlahi olduğunu biliyoruz. Fatiha'daki, müminlerin en büyük duası da istikamet sahibi olabilmektir. Evet, istikamet sahibi olmak, en zor insanlık sorunudur. İnsaniyet makamına çıkacak herkes için en büyük bir imtihandır.
Efendimiz 'in (asm), ehl-i beytinin ve veraset-i nübüvvet sahiplerinin yaşadıklarına bakarsak istikamet için verilen savaşların İslam tarihini oluşturduğunu görürüz. Ehl-i Beytin ilk istikamet şehidi İmam-ı Ali'dir. Ardından, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin efendilerimizin şehadetleri aynı makamdadır.
Her devrin zalim ve sapkınlarına karşı adalet-i mahza ve hakikat-i mahzayı elinde tutan maddî ve manevî Âli Beyt temsilcileri bulunmuşlardır. Bunların manevi saltanatları zamanın hasis ruhlarına karşı savaşta mü'minlere öncü olmuşlar, hakikatin Nurlu ufuklarını göstermişlerdir.
İşte Binbaşı Asım Bey, ahirzamandaki istikamet şehidlerinden biridir. Bir Ehl-i Beyt evladının etrafında kümelenerek, vücudlarını, hayatlarını siper eden, hayatı duracağı anda yerine ölen ve ahirette kendisini karşılamaya giden müstakimlerden biridir.
Bediüzzaman'ın deyişiyle, ".. bir su içer gibi kolayca ecel şerbetini içer".
Âsım Bey, 1935 yılında, birkaç arkadaşıyla Risale okurken evlerine baskın yapılır. Kendisi de sorgulanmak üzere Isparta'ya gönderilir. Buradaki sorgusunda kendisinden eserleri kimden ve nasıl aldığı sorulur ve Üstad'la olan haberleşmeleri itiraf etmesi istenir. Böylelikle, Bediüzzaman hakkında yeni bir zulme mazeret bulunacaktır.
Âsım Bey için, hayatla ölüm arasındaki çizgi burada çizilmiştir.
Kırılmak, ancak esnememek...
Fizik başta olarak, bir çok bilimde, hatta hukuk ve sosyal bilimlerde esneklik, esneme ya da esneme payı diye bir kavram vardır. Maddenin, güç karşısında eğilmesi, bükülmesi demektir. Cismaniyetle birlikte, hareket vasıtasıyla hayatın devamı bu esnekliğe bağlıdır. Taş gibi olmamak ya da yaşamak için esnemek zorunludur. Şartları gerektirdiğinde esnemek gerekir ve caiz de olur. Esnemeyen kırılır. Eğer esnemezseniz ölürsünüz.
İşte Âsım Bey esnememiştir ve kırılmıştır. "Eğer doğru dese Üstad'ına zarar gelir ve eğer yalan dese, kırk senelik namuskârâne ve müstakimane askerliğinin haysiyetine çok ağır gelecek"tir. Bu durum, çok sevdiği Mevlana'nın dediği gibi 'ok gibi doğru olmak'la 'yay gibi eğrilmek' arasında gelen bir tercihtir. Bu noktada O'nun için elde tutulacak bir hayat kalmamış ve ruhunu Cenab-ı Bâri'ye teslim etmiştir.
Dünyada bilinen bir şeydir: "Türk askeri ölmeyi, güzel ölmeyi iyi bilir" derler. Burada, güzel ölmek, ölürken, boynu bükülmez, eğilmez; gurur, şeref ve haysiyetini, hamiyet-i milliyesini en yüksek derecede gösterir demektir. Binbaşı Âsım Bey'in şehadeti de böyle bir ölümdür. "... madem fakir, bu muhkem kal'adayım. Hariçten ve hiç kimseden pervam yok. Ve haricin taarruz ve kıyamına da mukabil taarruz ve hücumlar his ve kuvvetini elde ettim" sözlerini fiilen gösterdiği bir ölümdür.
Âsım Bey bir Allah dostudur. Haliliye mesleğinin şakirtlerinden, hıllet meşrebinin yükseklerindendir. Sadece Allah'tan ister, sadece O'na sığınır.
Âsım Bey, edeb sahibidir. Ölümü de öyle olmuştur. Sorgu hakimi karşısında, edebinden konuşamamıştır. Sadece hılletin yüksek kulesine çıkıp, istiane etmiştir. Sadece O'na konuşmuş ve 'Canımı al!' diyebilmiştir.
Halilullah olması, "Allah'ım canımı al!" diyebilme yakınlığı... Huzur-u edepten, bu haliyle cesedini orada bırakmıştır.
Utanmak.. çok büyük bir meziyettir. "Hayâ imandandır" ve Efendimizden (asm) kalan büyük bir mirastır. Âsım bey hayâ sahibidir. Öyle ki.. derdini yalnızca Allah'a bildirmiştir ki "Canımı al!" demiştir. Bu hayâ perdesi, bize, mâruz kaldığımız zulümler karşısındaki tavrımızı üretmede çok değerli bir örnek olmalıdır.
Isparta kahramanı...
Aynı dakikalarda Üstad'ı, Onun ölümünü, talebelerine şöyle tarif ediyor: " Rahmetli Âsım bey kardeşimiz şimdi bu anda Üstadının huzurunda vefat etti. Semâdan binlerce melâike indi ve kolları arasında semâya aldılar, çıktılar mubarek ruhunu..."
8 Mayıs 1935 tarihli Tan gazetesi haberi manşetinden "Bir mürteci ifade verirken öldü!" şeklinde verir. Gazete ilk sayfadaki haberinde ise: " Bursa ve Isparta'da yeni tevkifler yapıldı. 30 mevkuf var!" şeklinde verip Binbaşı Asım Bey'in şehadetini de:" Bir binbaşı mütekaidi suçlu ifadesi alınırken birdenbire düştü, öldü" diye duyurur.
Âsım Bey'in sorgusu neticesi şehadetiyle, Üstadı ve talebeleri çok büyük bir musibetten kurtulmuşlardır.
Bediüzzaman'ın Isparta kahramanları dediği bu milletin evlatları Nur talebeleri için zirve olmuşlardır. "Isparta kahramanlarına arkadaş olmak" ise hakikat mesleği olan Nur'ları okumak ve neşretmekle ihlas ve sadakat düsturlarından ibaret olan istikametten ayrılmamak şeklinde bir büyük hedef olarak çizilmiştir.