Lügatlerde siyaset “Ülke idare etme sanatı” “Devlet idaresini düzenleme” “Devleti yönetme bilimi” ve geniş anlamı ile “Yönetim bilimi ve sanatı” olarak tarif edilmiştir. Siyaset bilimcisi Maurice Duvager ise siyasete “İktidar Bilimi” adını vererek iktidar olmak için yapılacak tüm çalışmaları siyaset olarak tarif etmiş ve siyaseti olması gereken şekli ile değil de iktidar olmak için yapılması gerekenleri yönüyle ele almıştır.
Siyasetin gerekip gerekmediği konusunda üç temel yaklaşım vardır: Bunları ifrat, tefrit ve istikamet olarak ele almak yanlış olmayacaktır. İfrat görüşe göre “Din siyasettir. Dinin amacı dünya saltanatına sahip olmaktır.” Tefrit görüşe göre ise “Her nevi siyasetten şeytandan kaçar gibi kaçmak ve Allah’a sığınmak gerekir” görüşüdür. (Bu Bediüzzaman’ın kastettiği mananın ötesinde siyasete karşı tavır alma anlamındadır.) İstikametli görüşe göre ise “Şeraitte yüzde doksan dokuz ahlak, ibadet, ahiret ve fazilete aittir. Yüzde bir nispetinde siyasete mütealliktir” ifadeleri ile özetlenebilir. Siyasetin sadece ulu’l-emir denen idarecileri ilgilendirdiği hususu “seçme ve seçilme hakkının herkese verilmesi ile” tüm yurttaşları alakadar eder hale gelmiştir. Bu sebeple herkes hem seçmen olma, hem de seçilebilme durumundadır. Bu sebepledir ki sadece idarecileri değil tüm seçmenleri de ilgilendirmektedir.
Siyaset ile saltanat iç-içe olmakla beraber birbirinden farklıdır. Saltanatı esas alanlara göre amaç her ne suretle olursa olsun iktidar olmak ve insanlara hükmetmektir. Bu anlayış saltanatın devamı için şahısların feda edilmesine göz yuman bir anlayıştır. Siyasette ise insanları iyiye yönlendirmek ve milletin birlik ve dirliğini sağlamak amaçtır. Bu anlayışta adalet esastır. Bu cihetle siyaset saltanattan daha geniş bir kavramdır.
Bediüzzaman Said Nursi 1918 yılında siyaseti yanlış anlayan, kendi siyasi fikrini savunan şeytan gibi zalimleri melek gibi dindar kardeşlerine tercih eden bir zihniyet ve ecnebi esaretini siyasetin gereği gibi gören bir yaklaşım karşısında “Şeytandan kaçar gibi bu nevi siyasetten kaçmak gerektiğini” belirtmiştir. Burada siyaseti tamamen reddeden bütüncül bir yaklaşım söz konusu değildir. Burada siyasetin amaç dışına çıkmasının ne derece dehşetli neticeleri olduğuna dikkat çekilmiştir. Nitekim Bediüzzaman 1922 yılında ısrarlı davetler ile çağrıldığı TBMM’ye gitmiş ve “ben siyaseti terk ettim” dememiştir. Ancak imana ve dine karşı siyaseti dinsizliğe alet eden, dini tamamen dışlayan kanunları kabul eden bir siyasi yapılanmayı ve bunun ortaya çıkaracağı vahim sonuçları görerek “evvela imanı ve dini müdafaa etmek gerekir” düşüncesi ile “Dinsizliğe karşı siyasetle değil, iman hakikatleri ile mukabele edilebilir” demiştir.
Muhalefete imkân tanınmadığı ve tek parti hâkimiyetinin devlet politikası haline getirildiği dönemde de Bediüzzaman bu duruma tamamen bigâne kalmayarak parti genel sekreteri Hilmi Uran’a mektup yazmış ve gerekli ikazlarda bulunmuştur. Çok partili döneme geçildiği zaman da reyini DP lehinde belirtmiş ve “Ben siyasetler üstüyüm” dememiştir. Talebelerine DP Emirdağ İlçe Teşkilatında kurucu ve yönetici olmalarını teşvik de etmiştir. Bizzat sandık başına giderek oy da kullanmıştır. Bu DP’nin yanlış icraatlarını onaylamak anlamına gelmez. Müspet ve doğru icraatlarına destek anlamı taşır. Çünkü “Suç işleyenindir.” Müsbet icraatlarda ise sonuç tüm destekçiler tarafından paylaşılır. Suçun şahsiliği, yapılan hayırlı işin müşterekliği esastır. Bediüzzaman bunun için “O iktidar partisinin lehinde ehl-i dini yardıma davet etmiştir.” Bazı DP bakanları ile görüşmüş ve Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Başbakan Adnan Menderes’e mektuplar yazmıştır. Bu Bediüzzaman’ın onların yanlışlarını onaylamak anlamını taşımaz.
Bediüzzaman’ın ortaya koyduğu istikametli siyaset anlayışına göre “Her adam vatanıyla, milletle ve hükümetle alakadardır.” Bu insanın fıtratı gereği ve sosyal hayatın müşterekliği sebebiyledir. Bununla beraber insan kalp ve mide dairesini ve kâinatla alakasını unutmamalı ve insan olarak onlara karşı görevlerini ve sorumluluklarını ihmal etmemelidir. Her birine ihtiyacı kadar ve gerektiği ölçüde hayatında yer vermeli ve zaman ayırmalı, birini tamamen ihmal ve terk ederek hataya düşmemelidir. Siyasetin dinde yeri her ne kadar yüzde bir de olsa, o yüzde birlik vazifeyi terk ve ihmal etmek çok vahim neticeleri beraberinde getirecektir. Bir kaptanın vazifesi içinde yüzde birlik bir ihmal ile gemiyi karaya oturtması ve tüm gemi çalışanlarını ve gemi sahibini büyük zararlara sokması misali bunu en güzel şekilde açıklamaya yeterlidir. Bir araba şoförünün vazifesi içinde yüzde birlik bir ihmal ile gaflete düşerek birkaç saniye uyumasının ne gibi feci kazalara sebebiyet verdiği her gün tekrarlanan bir tecrübe olarak karşımızda durmaktadır. Bütün bunları görerek, yaşarak “Canım bu yüzde birlik bir meseledir. Hiç önemi yoktur” demek ne derece büyük bir gaflet olduğu açıktır. Hiçbir akıl ve vicdan sahibi bunu söyleyemez.
Bediüzzaman’ın anlayışında siyaset gerçekten ihmal edilemez derecede önemlidir; ancak bu “İktidar olmayı” hedefleyen bir amaca yönelik değildir. Bediüzzaman “Siyasetin şerrinden Allah’a sığınırım” dediği aynı zamanda DP’ye açıkça destek vermiştir. “Nur Talebelerinin siyasete karışmadığını” söylediği aynı zamanda DP’yi desteklemek amacı ile talebelerini görevlendirmiştir. Burada iktidarı hedeflemeyen ama siyaset yoluyla dine hizmeti amaçlayan ince bir siyaset vardır. Bediüzzaman ve talebelerinin “iktidar olma” ve “devleti yönetme” gibi bir amacı yoktur. İktidara ve devleti yönetenlere adil olmaları için yol göstermek; hak ve hürriyetleri korumada yardımcı olmak gibi insani ve vatani görevleri yerine getirme sorumluluğu vardır. Zaten halka hizmeti esas alan siyasi bir partiyi destekleme ve oy verme böyle bir vatandaşlık görevinin gereğidir.
Burada Bediüzzaman’ın çok güzel, örnek bir vatandaşlık görevini sergilediğini görmekteyiz. Siyasetin içinde olmamakla beraber siyasi görevini ihmal etmemiş, siyaset yapmamakla berber siyasi olaylara bigâne de kalmamıştır. İstikametli siyasi çizgi budur.