Marmara Üniversitesinden Dr. Erdal Aydın, İİKV’deki seminerinde, Bediüzzaman Said Nursî’yi okudukça Türkleri sevdiğini ve İstiklâl Marşını okumaya başladığını söyledi.
Bediüzzaman’ın eserlerinde din-siyaset ilişkisi üzerindeki hacimli teziyle doktor ünvanını kazanan Aydın, Bediüzzaman’ın İslâm âlemi ile ilgili tezinin Türkleri ve Kürtleri birbirlerine üstün özellikleriyle tanıtıp sevdirdiğini kaydetti.
Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü öğretim üyesi Dr. Aydın, İstanbul İlim ve Kültür Vakfının “Kur’an ve Sünnetle Yaşamak” adlı seri programları çerçevesinde düzenlenen Akademik Söyleşiler’de doktora tezini ana hatlarıyla anlattı. Moderatörlüğünü Hakan Gülerce’nin yaptığı programda “Said Nursî sadece bir teolog, bir din adamı mıdır?” sorusuna cevap olarak, Dr. Aydın, Nursî’yi sadece din adamı olarak nitelendirmediğini, onun bir mütefekkir olduğunu söyledi.
Erdal Aydın, Eski Said, Yeni Said ve Üçüncü Said dönemleri itibarıyla Bediüzzaman’ın siyaset ile ilişkisine dair özetle şu tesbitleri yaptı:
“Dini siyasete alet yapıyorlar” söylemini Said Nursî tersine çevirmiştir
Eski Said, Tarihçe-i Hayatta geçtiği üzere, 15 yaşında siyaseti takip etmeye başlar. Vatana, İslâm’a hizmet edecek şekilde siyaseti araç etmiştir. Siyaset zaten bir araçtır, bunu kutsamaya gerek yoktur. Mütedeyyin kimseler için kullanılan “Dini siyasete alet yapıyorlar” söylemini Nursî tersine çevirmiştir. "Dinin, Kur’anın hiçbir hakikati siyasete araç edilmez" diyor. Ama siyaset bir araçtır, elbette vatana, millete, dine, diyanete hizmet etmelidir. Eski Said’in siyaset ilişkisi bu mânâdan ibaret. Yaşadığı coğrafyada, siyasî tarihi, siyasî bağlamı görerek metnin içini nasıl doldurmuş buna bakmamız, sağlıklı bir şekilde okumak gerekiyor.
Nursî’nin siyaseti terk etmesinin iki boyutu var
Said Nursî 1922’de Ankara’ya geliyor. Çok uğraşıyor, Medresetüzzehra projesine destek buluyor, 163 mebus imza atıyor. Nursî’nin siyaseti terk etmesinin, Eski Said’den Yeni Said’e geçmesinin iki boyutu var: Birincisi, Yeni Said’in fikirleri siyaset sahnesinde tam kabul görmüyor. Çünkü o dönemde siyasî hava farklı tecelli ediyor. Müsbet durabilmek çok önemli, olumlu katkı sunacaksa yapmaya çalışmış, yapamıyorsa terk ediyor.
İkinci olarak, Osmanlı’nın son döneminde itikadî anlamda, zihinsel anlamda, kalp noktasında, ruh dünyasında maalesef İslâm’la, Kur’an’la bağlar zayıflamış. Arupalılaşma ile beraber, Avrupa’nın kültürünü de alıp İslâmdan uzaklaşan, İslâm ve toplum değerlerine mesafeli, yukarıdan bakan, hattâ düşman olan, Abdullah Cevdet’in çıkardığı İçtihad dergisi gibi, toplumsal dinî değerlere karşı tek parti döneminde toplumsal değerlere, tarihe, dine düşman olan hamlelerin bir kısmı Osmanlının son döneminde de fikir anlamında mevcut maalesef. Onun için Nursî yukarıdan topluma hizmet etmenin zor olduğunu görüyor.
Barış, kardeşlik, hürriyet başka kesimlerin eline geçmiş ama bizim malımız olan tabirlerdir
Bediüzzaman'ın siyasetten anladığı, siyaseten ne yaptığıdır. Bu da ortadadır. Nursî siyasetçilerle gerek takdir olsun gerek tenkit olsun – Yeni Said muhalefeti, beyhude çene çalmaya gerek görmüyor – toplumsal meselelere yönelik düşünceleri ve tavırları noktasında tamamen iktidarlarla müsbet anlamda ilişkisi söz konusu.
Nursî’nin sadece İslâm dünyası için değil, bütün insanlık için söz konusu. Barış, kardeşlik, hürriyet gibi tabirler bugün maalesef başka kesimlerin eline geçmiş, bize yabancı kalmış, ama bizim malımız olan tabirlerdir. Nursî, Üçüncü Said döneminde bu sahada yine önemli mesajlar vermiştir. Ve Adnan Menderes, Celâl Bayar gibi siyasetçilere mektuplar yazmıştır.
Bediüzzaman'ı Yeni Said’le sınırlı tutarsak olmaz. Sonra 1945 ile 1960 arası mektuplarıyla, fikirleriyle devam ettiği bir hayatı var. Eski Dâhiliye Vekili Hilmi Uran’a yazdığı mektupları var. Bunlara ilk siyasî metin diyebiliriz. Orada ittihad-ı İslâmdan bahseder. Eski Said döneminde bu bağlamda haccı ön plana çıkarmıştır. Son dönemde de yine ittihad-ı İslâm için hac modelini veriyor. Barla ve Kastamonu'da siyasetin 's'si görülmez. Vakta ki mevsim değişti, vatana millete hizmet edecek alanlar açıldı katkı sunacağına inandı, bunları arz ediyor.
Bediüzzaman’dan daha çok Bediüzzamancı olmamak gerekiyor
Nursî’nin Yeni Said’ini tek bir ezberci kalıba alamayız. Tek düzlem üzerinde okumanın tehlikeli olduğunu düşünüyorum. İnhisar-ı zihniyet dediğimiz, tekelcilik, ideolojik, despotik gibi sorunlar hep buradan çıkmıştır. Mezhep, meşrep noktasında arızalar çıkabilir. Bediüzzaman’dan daha çok Bediüzzamancı olmamak gerekiyor, metinlerin daha sağlıklı bir şekilde zaman mekân ilişkisini kurmak gerekiyor.
Bugün uluslararası ilişkilerde yeni bir kavram olarak kullanılan Orta Şark tabirini Bediüzzaman kullanmıştır. Medresetüzzehra, coğrafayaya entegre edilse, muazzam bir barış projesidir.
Ayasofya, Bediüzzaman’ın Kızıl Elmasıdır
Ayasofya için uluslararası güçlere, uluslararası algıya, topluma bir gönderme görüyoruz. Nursî dinamikleri olabildiğince açık, şeffaf ve sağlıklı bir şekilde okumaya çalışmış ve muvafık bir pozisyon almıştır. İşte bunu yapabiliyorsanız, zamanın ve mekânın üstünde bir vizyon ortaya koyabiliyorsanız en büyük siyaset budur.
Ayasofya, Bediüzzaman’ın Kızıl Elmasıdır. Bu toplumun birleştirmek, asaletini, hürriyetini tekrar ilân etmek babında çok önemli bir Kızıl Elmadır. Bu mesele başta Nur talebeleri olmak üzere, bütün İslâmî cemaatler ve toplumun dinamikleri ve hükümetin üzerinde bir borçtur. Hayatı şefkatle geçen Bediüzzaman İslâm dünyasına nasıl bigane kalabilir? Kalmamıştır.
Bediüzzaman Said Nursi ile beraber Türkleri sevdim
Güncele dokunabilmemiz lâzım. Maslahat mazarrat noktasında her şeyin mazarratı var ama mutlak maslahat mevhum mazarrata bina edilmez. Ben yıllarca İstiklâl Marşını dinlerken okumayan biriydim. Bediüzzaman Said Nursi ile beraber Türkleri sevdim, İstiklâl Marşını okumaya başladım. Kürdistan tabirini kullandım; algı noktasında bir yerlere gidebilir. Ama Bediüzzaman adem-i merkeziyetin Asya’da olamayacağını söylüyor. Kürdün gözünde Türk, İslâm dünyasının öncüsü, merkezi, kalbi olduğunu – bunu Bediüzzaman söylüyor — bir Türk de gerçekten Kürdün ne kadar asaletli, cesaretli, cömert olduğunu anlar ve – PKK, DHKPC gibi menfi cereyanları bir tarafa bırakıp – hakikî mânâda bu vatanın aslî unsuru olarak görebilirse, bu tez yerini bulmuştur inşallah.
Kaynak: Funda Demirer-Barla Platformu