Boşaltmadan olmuyor. Ev doluysa, hart diskimiz doluysa ruhumuz ağırlaşıyor. Sıkıntılar, dertler kaplıyor her yanımızı. Bilgisayar kasıyor, çalışamaz hale geliyor. Ev doluysa, yeni şeylere yer kalmamışsa bir şeyleri değiştiremeyiz.
Bütün mobilyalarını boşalt, ta ki sultanlar Sultanına yer açılsın. Kalbindeki tüm ağırlıklardan, seni alıp götüren, köleleştiren masivadan kurtul. Sahip olduklarının sana sahip olduğunun farkında değil misin? Kalbindeki tüm ağırlıklarından kurtulamadan Sevgiliye kavuşamazsın. Ağırlıklarını at, ta ki Rab kalbine misafir olsun. Sevgilinin evidir gönül. O evi dünyanın pislikleriyle, malayaniyatıyla doldurmaya utanmıyor musun?
Kalbin içi, özü Rabbin sevgisi, muhabbeti için yaratılmıştır. Sen o beytullaha iyi bak. Sil, süpür, kazurattan temizle. Ta ki Rab kalbine misafir olsun. Masivanın ağırlıkları kalbini, ruhunu eziyor farkında değil misin? Boş ve lüzumsuz işlerle, eşya ile sana hiç şefkat etmeyen, bırakıp giden fani sevgililerle doldurup niye kendi kendine zülmediyorsun?
Yeni bir başlangıç, yeni bir kavuşma, gerçek bir aşk için boşalt gönül evini. Zira yeni bir hayat eskisi kaybolmadan gerçekleşemez. Tamamlanmamışlık bizi Rabbimize çağırır. “Hadi tam olanla bütünleş, fani olanı ebedi olanda erit” der.
Dünyayı, eşyayı, insanları düşledik. Arzuladık, çok, ama çok istedik. Hayal ettik kazanmayı, başarıyı, sahip olmayı. İlle benim olsun o dedik. Sonra fanilik ve ayrılık gerçeğinin duvarına tosladık. Dış dünyanın hakikatinin, içimizin hakikatine denk düşmediğini acıyla fark ettik. Ürperdik, üzüldük, ağladık.
Oysa emellerim ve elemlerime sermayem demişti Bediüzzaman. Gerçeğin çölüne hoş geldiniz. Hepimiz bolluğun ve sahip olduklarımızın ortasında, anlam açlığından kıvranıp duruyoruz. Hayal kırıklıkları her sokak başında göz kırpıyor. Hırslarımız ve enaniyetlerimizin güneşinde eriyip gidiyoruz. Öylesine dolduruyoruz ki aklımızı, ruhumuzu, kalbimizi Misafir’e yer kalmıyor. Sadece hayal kırıklığına uğradığımız konularda değil, hayatın neredeyse her alanında bencilliğimize, gururumuza, cahilliğimize çekilerek kendi küçük, basit iç dünyamıza sığınıyoruz.
O kadar çok lüzumsuz şeylerle dolduruyoruz ki hayatlarımızı, farkında bile olmadan eşyanın, insanların kölesi haline geliveriyoruz. Mc Adams’ın dediği gibi “İstikrarlı ve tutarlı bir otobiyografik hikaye oluşturma ihtiyacı” yüzünden etrafımızda gördüğümüz gibi yaşıyor, insanların zalimce kazanma yarışına katılıyor, herkesin aldıklarını almak zorunda olduğumuzu hissediyor, herkes kadar dindar, herkes kadar dünyevi yaşıyoruz. Hayatın her yaşında ve her safhasında başkaları ne yapıyorsa ve ne yapmak gerekiyorsa biz de aynısını ve tıpkısını yapıyoruz.
İnsanların hikâyesine katılma uğruna kendimiz gibi yaşayamıyor, kendimiz gibi göremiyor ve düşünemiyoruz. Sonra da toplumun empozelerinin oluşturduğu hayal kırıklıklarını anlamlandıramıyor ve kendi içimizde paramparça oluyoruz.
Boşaltmadan olmuyor. Sıkış tıkış evlerimize Sevgili uğramaz dostum. Yeni bir düşünme biçimine, yeni bir yaşama biçimine ihtiyacımız var. Emellerimizi ve elemlerimizi Rabbe çıkan merdivenler yapmaya ihtiyacımız var. Hayatın üzüntülerinden, dertlerinden, sıkıntılarından Misafir’e yol bulup, O’na, hep O’na çıkabiliyorsak hiçbir hayat deneyimi boşuna gitmemiş demektir.
Aniden farkına varmak gibi bir şey tıklım tıklım yaşadığımız. Kalabalıklar, koşuşmalar, kazanmalar, yarışlar, ağırlıklar…
Bir gün artık öylesine dolduracağız ki kalbimizi, evin gerçek sahibi olan Misafir hiç mi hiç uğramaz olacak diyarımıza.
Bir sevinç, bir farkındalık, bir bunalım, bir keder: Hepsi bize evin gerçek sahibini hatırlatır. Hepsi Rabbimizden gönderilen misafirler.
Bu kederler denizinden istifade et dostum!
Aklının, kalbinin, ruhunun, evinin bütün mobilyalarını gözden geçir.
Acıya hoş geldin de…
Ola ki bu misafirler evi gerçek sahibine açmak için, ruhlarımızı, gönüllerimizi boşaltmak için ziyaret etmişlerdir bizleri.
Ola ki yeni bir hayat tarzı, yeni bir bakış, yeni bir düşünme şekli için boşaltmaya çalışırlar evlerimizi.
Kurtul artık mobilyalarından!