Risalehaber.com sitemizin İhlâs Kampanyası son hızıyla devam ederken, bizler de buna okumak suretiyle iştirak ediyoruz.
Bu risaledeki bir kelime üzerinde durmak isterim: İştirâk-i emval.
Emval, malumunuz mallar anlamına gelir. Yaratılmış ve bizlerin de istifadesine Cenab-ı Hakkın sunmuş bulunduğu eşyalardır.
Ehl-i dünyanın, sanki hiç kaybetmeyecekmişcesine sarıldığı; ellerinden gittiğinde kendi dünyasını karartıp, yeniden elde etmek için her şeyiyle sarıldığı; daha fazlasını elde etmek ve hep dahasına ulaşmak için gecesini gündüzüne kattığı ve gerekirse de insanları birbirine katmaktan çekinmediği bu emval kimin acaba?
Ya da şöyle söylemekte fayda var: Kimin malını kimden alıyor bu insanlar?
Ehl-i dünya için bu durum tamamen cehalet ve hiçlikten, zenginlik değil fakirlikten kaynaklanır desek yanlış olmaz. Peki Ehl-i diyanet için bu emval kavgası ne anlama gelir?
Herkes kendine şu soruyu sorsun: Maddeten terakkiye mütevakkıf olan hizmet anlayışını yerleştirdiğimiz mâbeynimizde, Maddeten terakkilik mi yoksa Hizmet mi öncelikli? Ya da öncelikten geçtik de sadece birinci kısımda mı kala kaldık? Yani ikinci kısmı bertaraf(!) edip aslanlar gibi Hizmetimize yol mu açtık?
Tartışılır...
Herkesin bildiği ve ahiret için belki de tek amelî beklentimiz olan iştirâk-i âmâl-i uhrevi düsturumuz vardı ya. Bu ortaklık meselesi sadece ibadet ve duâlarda değildir. Kimseden maddi beklentimiz elbette ki olmayacak. Ancak uhrevi işlerde terakkiyat istiyorsak; kazançlarımızın artarak ahirette binlerce kat fazlasını aynıyla ve fazlasıyla istiyorsak; elde ettiklerimize ehl-i dünya gibi mutlak kazanç nazarıyla bakmıyorsak; bütün samimiyetimle söylüyorum kardeş, canımı al(!) ama paramı asla demiyorsak; maddeten terakkiye mütevakkıf olan hizmetin maddeten terakkiyatının (altını çizeyim) bu meseleleri bilenlerce tedarikinin lüzum ve gerekliliğinin farkındaysak; dersane, talebe ve diğer hizmet mahallerindeki hizmetlerin gökten zembille inmediğini görebiliyorsak; başkalarına bakıp ah o imkanlar bizde olsa demeyip, imkanların Allahın izniyle isteyen kullarına ihsan edildiğinin bilincindeysek; hayvan beslemek adına cebimizde akrep gezdirmiyorsak; her zaman delik cepli pantolonumuzla değil, en yenisini ve en yakışıklısını üzerimize giyinip insanların karşısında çekinmeden Nurları anlatmaya gidiyorsak; her zaman Allahım verdiğin her türlü nimetine binlerce şükür olsun. Bizleri de Risale-i Nurun has talebelerinden eyle. Bizleri de bu hizmette vazifelendirdiklerinden eyle diye dualar ediyorsak; geriye bir şey kalmamıştır ki artık!.. Hizmetin sahibi Allahtır. (C.C.). Biz o hizmet içindeki gayretimizle, kendi ahiretimize hayırlı kapı açmak telaşından geri kalmayalım.
YİRMİBİRİNCİ LEMA
İhlâsı kıran ve riyâya sevk eden pek çok esbabdan iki üçünü muhtasaran beyan edeceğiz.
BİRİNCİSİ: Menfaat-i maddiye cihetinden gelen rekabet, yavaş yavaş ihlâsı kırar. Hem netice-i hizmeti de zedeler. Hem o maddî menfaati de kaçırır.
Evet, hakikat ve âhiret için çalışanlara karşı bu millet bir hürmet ve bir muavenet fikrini daima beslemiş. Ve bilfiil onların hakikat-i ihlâslarına ve sadıkane olan hizmetlerine bir cihette iştirak etmek niyetiyle, onların hâcât-ı maddiyelerinin tedarikiyle meşgul olup vakitlerini zayi etmemek için, sadaka ve hediye gibi maddî menfaatlerle yardım edip hürmet etmişler. Fakat bu muavenet ve menfaat istenilmez, belki verilir. Hem kalben arzu edip muntazır kalmakla, lisan-ı hal ile dahi istenilmez. Belki ummadığı bir halde verilir. Yoksa ihlâsı zedelenir. Hem (Benim âyetlerimi, az bir dünya menfaatiyle değiştirmeyin." Bakara Sûresi, 2:41.1) âyetinin nehyine yanaşır, ameli kısmen yanar.
İşte bu maddî menfaati arzu edip muntazır kalmak, sonra nefs-i emmâre, hodgâmlık cihetiyle, o menfaati başkasına kaptırmamak için, hakikî bir kardeşine ve o hususî hizmette arkadaşına karşı bir rekabet damarı uyandırır. İhlâsı zedelenir, hizmette kudsiyeti kaybeder, ehl-i hakikat nazarında sakîl bir vaziyet alır. Ve maddî menfaati de kaybeder.
Her ne ise, bu hamur çok su götürür. Kısa kesip, yalnız, hakikî kardeşlerimin içinde sırr-ı ihlâsı ve samimî ittifakı kuvvetleştirecek iki misal söyleyeceğim.
Birinci misal: Ehl-i dünya, büyük bir servet ve şiddetli bir kuvvet elde etmek için, hattâ bir kısım ehl-i siyaset ve hayat-ı içtimaiye-i beşeriyenin mühim âmilleri ve komiteleri, iştirak-i emval düsturunu kendilerine rehber etmişler. Bütün sû-i istimâlât ve zararlarıyla beraber, harika bir kuvvet, bir menfaat elde ediyorlar. Halbuki, iştirak-i emvâlin, çok zararlarıyla beraber, iştirakle mahiyeti değişmez. Herbirisi umuma gerçi bir cihette ve nezarette mâlik hükmündedir; fakat istifade edemez.
Her ne ise, bu iştirak-i emval düsturu amâl-i uhreviyeye girse, zararsız azîm menfaate medardır. Çünkü bütün emval, o iştirak eden herbir ferdin eline tamamen geçmesinin sırrını taşıyor. Çünkü, nasıl ki dört beş adamdan, iştirak niyetiyle biri gazyağı, biri fitil, biri lâmba, biri şişe, biri kibrit getirip lâmbayı yaktılar. Herbiri tam bir lâmbaya mâlik oluyor. O iştirak edenlerin herbirinin bir duvarda büyük bir aynası varsa, herbirinin noksansız, parçalanmadan, birer lâmba, oda ile beraber aynasına girer. Aynen öyle de, emvâl-i uhreviyede sırr-ı ihlâs ile iştirak ve sırr-ı uhuvvet ile tesanüd ve sırr-ı ittihad ile teşrikül-mesâi, o iştirak-i amâlden hâsıl olan umum yekûn ve umum nur herbirinin defter-i amâline bitamâmihâ gireceği, ehl-i hakikat mâbeyninde meşhud ve vakidir. Ve vüsat-i rahmet ve kerem-i İlâhînin muktezasıdır.
İşte, ey kardeşlerim! Sizleri inşaallah menfaat-i maddiye rekabete sevk etmeyecek. Fakat menfaat-i uhreviye noktasında bir kısım ehl-i tarikat aldandıkları gibi, sizin de aldanmanız mümkündür. Fakat şahsî, cüzî bir sevap nerede, mezkûr misal hükmündeki iştirak-i amâl noktasında tezahür eden sevap ve nur nerede? (Lemalar, Sayfa:166)