İsveç, Norveç, Finlandiya'da Kur’an dersi

Günün Risale-i Nur dersi

Bismillahirrahmanirrahim

İslâmiyetin hakaiki hem mânen, hem maddeten terakki etmeye kabil ve mükemmel bir istidadı var.

Birinci cihet olan mânen terakki ise: Biliniz, hakikî vukuatı kaydeden tarih, hakikate en doğru şahittir. İşte, tarih bize gösteriyor. Hatta, Rus’u mağlûp eden Japon Başkumandanının İslâmiyetin hakkaniyetine şehadeti de şudur ki:

Hakikat-i İslâmiyetin kuvveti nispetinde, Müslümanlar o kuvvete göre hareket etmeleri derecesinde ehl-i İslâm temeddün edip terakki ettiğini tarih gösteriyor. Ve ehl-i İslâmın hakikat-i İslâmiyede zaafiyeti derecesinde tevahhuş ettiklerini, vahşete ve tedennîye düştüklerini ve hercümerc içinde belâlara, mağlûbiyetlere düştüklerini tarih gösteriyor. Sair dinler ise bilâkistir. Yani, salâbet ve taassuplarının zaafiyeti nispetinde temeddün ve terakki ettikleri gibi, dinlerine salâbet ve taassuplarının kuvveti derecesinde de tedennî ve ihtilâllere maruz kaldıklarını tarih gösteriyor. Şimdiye kadar zaman böyle geçmiş.

Hem Asr-ı Saadetten şimdiye kadar hiçbir tarih bize göstermiyor ki, bir Müslümanın muhakeme-i akliye ile ve delil-i yakinî ile ve İslâmiyete tercih etmekle, eski ve yeni ayrı bir dine girdiğini tarih göstermiyor. Avamın delilsiz, taklidî bir sûrette başka dine girmesinin bu meselede ehemmiyeti yok. Dinsiz olmak da başka meseledir. Hâlbuki, bütün dinlerin etbâları ise—hatta en ziyade dinine taassup gösteren İngilizlerin ve eski Rusların—muhakeme-i akliye ile İslâmiyete dahil olduklarını ve günden güne, bazı zaman takım takım, kat’î burhan ile İslâmiyete girdiklerini tarihler bize bildiriyorlar. (HAŞİYE)

Eğer biz ahlâk-ı İslâmiyenin ve hakaik-i imaniyenin kemâlâtını ef’âlimizle izhar etsek, sair dinlerin tâbileri, elbette cemaatlerle İslâmiyete girecekler; belki küre-i arzın bazı kıt’aları ve devletleri de İslâmiyete dehâlet edecekler.

Hem nev-i beşer, hususan medeniyet fenlerinin ikazatıyla uyanmış, intibaha gelmiş, insaniyetin mahiyetini anlamış. Elbette ve elbette dinsiz, başıboş yaşamazlar. Ve olamazlar. En dinsizi de dine iltica etmeye mecburdur. Çünkü, acz-i beşerî ile beraber hadsiz musibetler ve onu inciten hâricî ve dahilî düşmanlara karşı istinat noktası; ve fakrıyla beraber hadsiz ihtiyâcâta müptelâ ve ebede kadar uzanmış arzularına medet ve yardım edecek istimdad noktası, yalnız ve yalnız Sâni-i Âlemi tanımak ve iman etmek ve âhirete inanmak ve tasdik etmekten başka, uyanmış beşerin çaresi yok...

Kalbin sadefinde din-i hakkın cevheri bulunmazsa, beşerin başında maddî, mânevî kıymetler kopacak ve hayvanatın en bedbahtı, en perişanı olacak.

HAŞİYE : İşte, bu mezkûr dâvâya bir delil şudur ki: İki dehşetli harb-i umumînin ve şiddetli bir istibdad-ı mutlakın zuhuruyla beraber, bu dâvâya kırk beş sene sonra şimalin İsveç, Norveç, Finlandiya gibi küçük devletleri Kur’ân’ı mekteplerinde ders vermek ve kabul etmek ve komünistliğe, dinsizliğe karşı set olmak için kabul etmeleri; ve İngilizin mühim hatiplerinin bir kısmı Kur’ân’ı İngilize kabul ettirmeye taraftar çıkmaları; ve küre-i arzın şimdiki en büyük devleti Amerika’nın bütün kuvvetiyle din hakikatlerine taraftar çıkması ve İslâmiyetle Asya ve Afrika’nın saadet ve sükûnet ve musalâha bulacağına karar vermesi ve yeni doğan İslâm devletlerini okşaması ve teşvik etmesi ve onlarla ittifaka çalışması, kırk beş sene evvel olan bu müddeayı ispat ediyor, kuvvetli bir şahit olur. (Hutbe-i Şâmiye)

Bediüzzaman Said Nursi

SÖZLÜK:
Asr-ı Saadet : Peygamber Efendimizin (a.s.m.) yaşadığı dönem, mutluluk asrı
avam : halk tabakası
bilâkis : aksine, tersine
burhan : güçlü delil (bk. d-l-l)
cihet : yön
dâvâ : iddia (bk. d-a-v)
delil-i yakinî : şüphe edilmeyecek derecede kesin olan delil
ecnebî : yabancı (Batılı, Avrupalı)
ehl-i İslâm : Müslümanlar
etbâ : tabi olanlar, bağlananlar
hakaik : gerçek mahiyetler, asıl ve esaslar
hakaik-i Kur'âniye ve imaniye : Kur’ân ve imana ait hakikatler, gerçekler
hakikat : gerçek
hakikat-i İslâmiyet : İslâmın temelini meydana getiren gerçekler
hakikî : asıl, gerçek
hâkim : hükmeden, egemenliği yürüten, egemen
hakkaniyet : doğruluk, gerçekçilik
hercümerc : karmakarışık
ihtilâl : ayaklanma, karışıklık
istidad : yetenek (bk. a-d-d)
istikbâl : gelecek zaman
kabil : kabiliyetli, müsait
kader-i İlâhî : İlâhî kader; Allah’ın meydana gelecek hâdiseleri olmadan önce takdir etmesi, plânlaması
mağlûp eden : yenilgiye uğratan
mânen : mânevî olarak (bk. a-n-y)
mânen : mânevî yönden (bk. a-n-y)
maruz kalma : yüz yüze gelme, karşılaşma
mâzi : geçmiş zaman
muhakeme-i akliye : bir mesele üzerinde akıl yoluyla değerlendirmelerde bulunma, akıl yürütme
mukaddemat : öncüller, hazırlık bölümleri
müşevveş : dağınık, karışık, düzensiz
nisbet : kıyas, oran (bk. n-s-b)
nisbetinde : ölçüsünde, oranında (bk. n-s-b)
sair : başka, diğer
salâbet : katılık; dinin emirlerini korumada ve uygulamada sağlam durma, ciddiyet
sûret : şekil
şehadet : şahidlik, tanıklık (bk. ş-h-d)
taassup : birşeye çok sıkı şekilde sarılma, sorgusuz ve muhakemesiz olarak ona bağlanma
taklidî : araştırmaksızın taklide dayanan
tedennî : alçalma, gerileme
temeddün : medenileşme
terakki : ilerleme, kalkınma, yükselme
tevahhuş etme : ilkelleşme
vahşet : ilkellik
vukuat : olanlar, meydana gelmiş hâdiseler
zaafiyet : zayıflık
zikretme : anma
ziyade : fazla
acz-i beşerî : insanî zayıflık ve güçsüzlük (bk. a-c-z)
âhiret : öldükten sonraki sonsuz hayat
ahlâk-ı İslâmiye : İslâmî ahlâk
bedbaht : mutsuz, talihsiz
beşer : insanlık
burhan : güçlü delil, kanıt (bk. d-l-l)
cemaat : topluluk (bk. c-m-a)
dahil olma : katılma
dahilî : içe ait, içeride olan
dâvâ : iddia (bk. d-a-v)
dehâlet etme : dahil olma, katılma
din-i hakkın cevheri : hak din olan İslâmın en değerli cevheri ve özü; iman
ebed : sonsuzluk (bk. e-b-d)
ef'âl : fiiler, işler (bk. f-a-l; e-l-h)
fakr : fakirlik, ihtiyaç hâli
fenler : ilim dalları
hadsiz : sayısız, sınırsız
hakaik-i imaniye : iman hakikatleri, esasları
hakikat : gerçek
harb-i umumî : dünya savaşı (Birinci ve İkinci Dünya Savaşları)
hâricî : dışa ait, dışta bulunan
haşiye : dipnot, açıklayıcı not
hatip : konuşan, hitap eden
hayvanat : canlılar
hususan : bilhassa, özellikle
ihtiyâcât : ihtiyaçlar
ikazat : ikazlar, uyarılar
iltica etme : sığınma
insaniyet : insanlık
intibaha gelme : uyanma, kendine gelme
istibdad-ı mutlak : sınırsız bir baskı yönetimi, mutlak diktatörlük
istimdad : yardım isteme
istinat : dayanak (bk. s-n-d)
ittifak : anlaşma, uyuşma
izhar etme : gösterme, açığa çıkarma
kat'î : kesin bir şekilde
kemâlât : mükemmel ve üstün özellikler (bk. k-m-l)
kıt’a : dünyanın kara parçalarından her biri
küre-i arz : yerküre, dünya
mahiyet : asıl nitelik, temel özellik
mecbur : zorunlu
medet : yardım
mektep : okul, eğitim verilen kurum
mezkûr : anılan, ifade edilmiş olan
musalâha bulma : barışın tesis edilmesi
musibet : belâ, dert, felâket
müddea : iddia edilen, dâvâ konusu olan şey
müptelâ : bağımlı, düşkün
nev-i beşer : insanlık
saadet : mutluluk
sadef : inci kabuğu; bir inci kabuğunu andıran mânevî kalp
sair : başka, diğer
Sâni-i Âlem : herşeyi mükemmel bir şekilde ve san’atla yaratan Allah
set çekmek : engellemek
sükûnet : durgunluk, dinginlik; savaşların ve çalkantıların dinmesi (bk. s-k-n)
şimal : kuzey (Kuzey yarımküre)
tâbiler : bir inanca ve dine bağlı olanlar
tasdik etme : onaylama, birşeyin doğruluğunu kabul etme
teşvik etme : şevklendirme, cesaretlendirme
zuhur : görünme, ortaya çıkma

Risale-i Nur Haberleri