Kuzu maskesi geçirmiş kurdun ta kendisidir itaat. İmtiyazımız değil ihtirasımızdır. Aklın kovulduğu, mantığın boğulduğu, iradenin teslim olduğu mahkûmiyet zinciridir. Muhakemenin intiharıdır.
Geleneksel yapımızdaki itaat, Doğulu toplumları “uyku ile uyuşukluk arasında raks ettiren’’ morfindir. İtaat, her şeyden önce bir hipnoz halidir. İtaatsizlik bir hipnoz yıkımıdır; hipnozu yıkıp yerine uyanıklığı inşa edecek olan bir yıkım.
Var oluşu sorgulayan tek canlıdır insan. Sokrates "Sorgulanmayan hayat yaşanmaya değmez.” der. Gerçekler ancak sorgulamayla su yüzüne çıkabilir: “Neden? Nasıl? Niçin?’’ sorularıyla… Hakikat, itaatin gölgesinde sisli, puslu ve buğuludur; bulanık, silik ve boğuktur. Sorgulama bir arayıştır, hakikati bulma ve algıların ve olguların künhüne varma çabasıdır.
İtaati yücelten bir topluma mensubuz. ‘‘Hikmet-i hükümetten sual olmaz’’, ‘‘ Söz büyüğün sus küçüğün" telkinleriyle büyütülmüşüz. “Düşünme, kafa yorma, itaat et’’ anlayışıyla yoğrulmuşuz.
Prof. Dr. Nevzat Tarhan’ın sıkça değindiği bir araştırma vardır. Bu araştırmada iki farklı topluma mensup ailelere şu sual yöneltilmiş:
“Çocuğunuz girişimci, sorgulayıcı mı olsun istersiniz yoksa itaatkâr mı?’’ Batılı aileler “girişimci, sorgulayıcı olsun’’ derken Doğulu aileler itaatkâr olmasını tercih etmişlerdir. İtaatkâr yetiştirilen bireyler, soru soramaz, sorgulayamaz; korkak, ürkek ve çekingendir. İtaatkâr kişilerin içinde birer kaplumbağa saklıdır. Kafasını kabuğundan çıkaramayan bir kaplumbağa…
Nobel ödülü alan Batılı bir kimya profesörüne başarısının sırrı sorulduğunda bunu annesine borçlu olduğunu söyler. Annesi daima ‘‘Bugün okulda öğretmeninin sorularını cevaplayabildin mi?’’ yerine ‘‘Bugün öğretmenine yeni bir şey sorabildin mi?’’ sorusuyla karşılarmış onu.
“Bir toplumun peşin hükümlerini ve alışkanlıklarını tartışan herhangi biri, kim olursa olsun, sapkınlıkla suçlanır.” der Sokrates. Doğu toplumlarında bu marazi boyutlardadır. Millet olarak kafa yoran, olayların nedenini araştıran, durumların algoritmasını sorgulayan bireyleri hoş karşılamaz; bunu yontulması gereken bir sivrilik olarak algılarız.
“Haksız müeyyidelere mi maruz kalıyorsunuz? Bela yağmurudur, geçer; düşme peşine.
İşyerinizde mobinge mi uğruyorsunuz? Takma kafana, bak işine, olur böyle şeyler.
Nobel mi veriliyor size? Sorgulamak neyimize; al ödülü, koy cebine”
Hâlbuki aklını kullananlar, analoji, tümdengelim, tümevarım yöntemleriyle kapalı kapılar ardındaki gerçeğe ulaşır; aklını kullanamayanlar itaat eder.
Çobanlık kültürünün mahsulüdür itaat. Birilerinin çoban, ötekilerinin koyun olmayı yeğlemesidir. Her şeyi devlet büyüklere havale etme eğilimidir. Tembellik ve havaleciliktir.
Yıllarca itaati yanlış anlamış ve anlatmışız. “Bana taş atanın güller nisar olsun ayağına’’ Yunus felsefesini yanlış yorumlamışız.
İtaat, adil ve haklı yaptırımlar karşısında vakur ve mütevazı olmaktır, tokadı yiyince öbür yanağı çevirmek değil.
İtaat, intiharımız değil inşirahımız olmalıdır. Sorgulanmadan yapılan itaat sadece Yaratıcıya olandır. Bu teslimiyettir, teslimiyet de imandandır. Evet, ’’Kulluğumuz sultanlığımızdır.’’ Ebu Talib’i iman etmekten, kulluğun sultanlığını yaşamaktan alıkoyan, atalarının dinine körü körüne itaatidir.
Monarşi ile anarşi arasında seyran eden itaat, zehre bulanmış iki uçlu bıçaktır. Diktatör de onun eseridir, terör de. Şiddet de ondan doğar, isyan da
Kaval çalana karanfil uzatan, koyun gibi güdülmeye mahkûmdur. Mazlum olarak kalmaya, zillet altında ezilmeye mecburdur.
Hâlbuki hak arama duygusu, doğuştan getirdiğimiz bir özelliğimizdir. Sorgulama ise aslında bir hak arama yöntemidir. Sağır, dilsiz, kör olmaya tepkidir.
İtaatsizlik, yıllarca çekiç altında dövülen örsün kaderine isyanıdır. Bu isyandır ki burjuvanın çizme darbeleri altında inleyen Fransız halkının kaderini değiştirdi. “Düşünen adam’’lar, sorgulayan yürekler olmasaydı ayyuka çıkan eşitsizliğe başkaldıran Voltaire, Montesquie ve Rousseau ile Aydınlanma Çağı vuku bulur muydu? Otoriteye başkaldırı dünyayı kasıp kavurur muydu?
Aydınlanma Çağı filozofları, Locke gibi İngiliz filozoflardan aldıkları ilhamla giderek eski otoriteye karşı çıkmaya başladılar. Eskiden kalma her türlü görüş ve bilgi karşısında şüphe duymak çok önemliydi bu düşünürler için. Descartes geleneğinden mülhem bir aksiyonla otoriteye başkaldırı, kralı, kiliseyi ve soyluları hedef aldılar. 1789 Fransız İhtilali’nin fikri altyapısını ibda ve inşa ettiler.
“Yurttaşların doğal hakları” dedikleri şey için aktif mücadele verdiler. Sansürü protesto edip basın özgürlüğünü savundular. “Ötekileştirme”nin felsefi temellerini geliştirmeye çalışan Scrooge gibi zihniyetlere mukabil din, ahlak ve politika konularında bireyin özgürce düşünme ve görüşlerini ifade etme hakkını güvenceye almak için mücadele verdiler. Zencilerin köleliğine karşı çıktılar ve suçlulara daha insanca muamelenin savaşını verdiler. Bu itaatsizlik onlara “Bireyin dokunulmazlığı” ilkesini temin ederek İnsan Haklarında önemli bir çığır açtı.
Sorgusuz, sualsiz itaatte; itaat edilen nefis firavunlaşır. Kendini ilah gören, başkalarını hiçe sayan narsist bireyler ortaya çıkar. Kendini ve milletini firavunlaştıran, Alman ırkının arî ırk olduğunu, itaate değer bir toplum olduğunu ileri süren Hitler; ’’Kavgam’’adını verdiği cidalleşmesinde diğer ırkları yok etme sevdasına düşer.
Özne ya isyan eder ya isyankâr olur. Bir Robin Hood, Bir Monte Kristo Kontu çığırı açılır… Ve tarihte şiddet öğretilerine haklı tepkisini koyanlar… Martin Luther, Gandhi, Mandela… İsyankarlar…Doğu ütopyalarını yıkıp adaleti, eşitliği, insan haklarını sahneye çıkaran asiler. Onların asilikleri onulmaz dertleridir. Dermanları ise müsavi olmakta yatar. Onlarla tarihe gömülür düşüncenin çarpık ceninleri… Onlar hazırlarlar, aristokrasi ve burjuvazinin kara tabutunu:
* Yunan tanrılarına ve törelerine başkaldıran Sokrates,
* Siyah ırkın köle olduğu yanılgısını tarihe gömen Malcom-X,
* Hıristiyanlığın dogmalarına başkaldıran Nietzsche ,
* Aristokrat dayatmasına karşı çıkarak bir derviş gibi yaşamı seçen Tolstoy.
* Siyah beyaz ırk ayrımını tarihe gömen Linchol…
Geçmişte aksiyon adamı olabilenler, itaate boyun eğmeyerek geleceğe adalet yüklü mesajlarını göndermişlerdir. Bir İbrahim olup kafalardaki putları kırmışlar; dogmalara karşı gür bir çığlık olmuşlardır.
İtaate itaatsizlik, haksız müeyyidelere farkında olma bilinci oluşturur; toplumları girdaptan kurtarır. İtaati sorgulayanlar, toplumlara yön verirler, farklı ufuklara taşırlar.
Türk toplumunun siyasette, iktisatta, bilimde, sanatta, eğitimde sorgulayan, soru soran, kafa yoran, diğerlerinden farlı düşünen Batılı bir ilim adamının deyimiyle “’Mor İnek’’olmayı başaranlara ihtiyacı vardır.
Yeni halkalar oluşturanlar, zincirleri kırmaya muvaffak olanlardır.
Ve her türlü dogmatiğe karşı Sokratik sorgulama…