Tunus’da İslami Cemaat’tan başlayarak İslami Yöneliş (el-İtticah el İslami) ile yoluna devam eden ve sonuçta en Nahda’da karar kılan İslami hareketin iki kutbu Gannuşi ve Moro, Nahda aşamasında birbirinden ayrılırlar. Yolların ayrılış noktasına ulaştılar ve ayrı düştüler. İslami Yöneliş Hareketinin Başkanı Gannuşi iken Genel Sekreteri ise Moro idi. Gannuşi, Şam ve Paris’te dil ve felsefe okumuştu. Tunus İslami hareketinin düşünür yönünü temsil ediyordu. Abdulfettah Moro ise hareketin ilmi ve şer’i yönünü temsil ediyordu. Moro, her ne kadar hukukçu ve avukat olsa da Maliki İbni Milad gibi Zeytune alimlerinin dizlerinin dibinde meşk etti. Zeytune hocalarının halkalarına katılmış ve ulemanın dizlerinin dibine çömelmişti.
Gannuşi, Tunus İslami hareketinin dış yüzünü temsil ederken Moro ise iç ve derin yüzünü ve şer’i yüzünü temsil ediyordu. 1988’den itibaren rejimle çatışma noktasına gelindiğinde Abdulfettah Moro umumun selameti adına yüzleşmekten kaçınmış ve bazı arkadaşlarıyla birlikte Nahda üyeliklerini askıya almıştı. Bu çatallaşma anında hareketin bağlısı körpe üniversite gençliği ve Nahda öğrencileri içlerine kapanarak hüngür hüngür ağlamışlar ve göz yaşı dökmüşlerdi. Sonrasında hareketin üyelerinin hayatı 20 yıl ağlamakla geçti.
En son başkent Tunus sokaklarında ‘Tunus’un büyük ve kahraman halkı’ diye sevinç çığlıkları atan bir Tunuslu’nun görüntülerini izlerken Gannuşi de ekranda gözyaşlarına hakim olamadı. O gözyaşlarını 20 yıldan beri içine doğru akıtmıştı. Artık sevinç gözyaşları dışa doğru akıyordu.
Gannuşi, hareketin dış ve temsilci yüzü olarak 20 yılllık çilesini dışarıda doldururken ve çile çıkarırken Moro da 20 yıllık çilesini içeride çekmiş ve her ikisi de koca ve birer olgun ikili olmuşlardı. Gannuşi, vatansız bir biçimde başkalarının verdiği pasaportla ülke ülke dolaşırken ve davasını anlatırken Moro da 20 yıl boyunca pasaporttan ve dış seyahatten mahrum vaziyette fereç gününe kadar çilesini doldurmuştu. Kamusal alana çıkmasına da keza izin verilmemişti. Abdulfettah Moro bu yasaklı yılları pul koleksiyonu ve ibrik koleksiyonu yaparak geçirdi. Kabirde enisi ve munisi olan Kur’an’la yoldaş oldu ve kendini onu anlamaya verdi. Burgiba rejiminin temsilcileri kendisini itidal anıtı (abidesi) olarak görmelerine rağmen yine de onu arkadaşlarından ayırdıkları gibi bu da yetmemiş gibi infirat çilesine mahkum etmişlerdi.
*
Gannuşi ile en son Bin Ali’nin yıkılmasından bir-iki gün evvel Kuveyt’te görüştük. Abdulfettah Moro ile hiç görüşmedim. Lakin son olarak El Cezire ekranlarında gördüm kendisini. 1981 yılından beri Paris’te sürgünde yaşayan eski arkadaşlarının dönüşüne tanıklık için havaalanına gelmişti ve mütebessim çehre ile eski arkadaşlarına hoş amedi yapıyordu. Artık piri fani olmuş ve yüzüne olgunluk düşmüş ve sinmişti. Moro’yu hep uzaktan ama daima şevkle takip ettim. Çatışma istemediği için eski hareketiyle ilişkisini dondurmuş lakin rejime bu bile yetmemişti.
Rejim adeta İslamı kökünden kazımak ve kaynakları kurutmak istiyordu. Rejim ilk gününden itibaren sabıkalıydı. Türkiye kadınlara seçme seçilme hakkını Fransa’dan yıllar önce verirken Kemalist inkilapları kendisine rehber edinen Burgiba da Fransa’dan yıllar önce kürtaj serbestisi getirmişti. Burgiba daha bağımsızlığa kavuşmadan önce -belki de Batılılarla pazarlık sonucu- iktidara geldiğinde Tunus’da dinden bağımsız bir yönetim kuracağını ilan etti.
1957 yılında seküler bir aile hukuku getirdi ve poligamiyi yasakladı.
1958 yılında Mehmet Ali Paşa ve Sultan II. Mahmut’tan bir adım daha öteye giderek İslami eğitimin nefes borusu olan vakıflara son verdi.
1959 yılında dini eğitimi tamamen ortadan kaldırdı.
1960 yılında ise oruca savaş açtı.
1962 yılında hicri takvime son verdi ve miladi takvime geçti.
1965 yılında Tunus’u, ilk çıplaklar kampına sahip İslam ülkesi yaptı.
1968 yılında açıklığı zorunlu hale getirdi ve İslami kıyafetlere karşı amansız bir savaş açtı.
1969 yılında camileri kapattı.
1974 yılından itibaren İslami değerlere karşı savaş açtı ve konferanslar vermeye başladı.
Halefi ve çırağı Bin Ali dönemi de kesintisiz bir yasak dönemi oldu ve belki de başörtüsü düşmanlığı ve cami kısıtlaması yüzünden ilk devrilen rejim oldu. Arap dünyasındaki köhne ve sömürgeciliğin kalıntısı ve devamı olarak ilk yıkılan rejim Bin Ali rejimi olmuştur. Böylece dini ve kültürel anlamda çölleşme ve kuraklık dönemi de sona erdi.
Türkiye'yi gençliğinde birçok kez ziyaret ettiğini söyleyen Moro, Bediüzzaman Said Nursi ve son Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendinin eserlerini incelemek için İstanbul'da bulunduğunu hatırlatıyor. Demek ki bu ülkeyle bir gönül köprüsü var. Said Nursi'nin anlayışının Türkiye'deki Müslümanların sosyal, eğitim ve ekonomik alanda gelişme kat etmesinde rol oynadığını belirten Moro, "Tunus'un da çağını iyi okuyabilen bir İslami anlayışa ihtiyacı var. Geçmişe ve eskiye dair bazı uygulamaların İslam adına geri getirilmesi lüzumsuz bir uğraş olur." diyor.
Halk arasında "Şeyh Latif" olarak anılan Moro, Bin Ali döneminde en büyük mağduriyetleri yaşayan alimlerden birisi olmuştur. 23 yıl boyunca ülkeyi terk etmemesi için pasaportuna el konulan Moro, 10 yıl hapiste ve 10 yıl da ev hapsinde kalmış. 10 yıl boyunca bir polis memuruyla birlikte yaşamak zorunda bırakılan Moro, ailesi de dahil olmak üzere kimseyle görüştürülmemiş. Moro, o dönemi şu sözleriyle anıyor: "Bütün sevdiklerime penceremden sadece bir burun hareketiyle selam verebiliyordum. 14 Ocak günü tam 20 yıl sonra sokağa çıktım ve sevdiklerimle buluştum. İlk cami vaazımda ise yeni bir anayasaya ihtiyacımız olduğunu anlattım."