Yazılarıma yapılan yorumlara dikkat ediyorum birçok konuda hem iltibas var. Hem de yanlış yorumlamadan kaynaklanan ithamlar var.
Mesela Türkleri metheden yazılarıma dikkat ettiğimde görüyorum ki, medih cümlelerimin hemen hepsi nakildir. Ve bu cümleler Üstad Bediüzzaman Said Nursi’ye aittir. Ama bu konuda ben suçlanıyorum. Bunları naklettiğim için suçlama bana yapılıyor. Oysa bu fikirleri yüz sene önce Bediüzzaman Hazretleri savunmuş ve kitaplarına koymuş biz de ona olan sadakat ve bağlılığımızdan alıp kabul edip nakletmişiz. Buna yapılan itiraz aslında zımnen Üstad’a da yapılmış demektir.
İkinci bir yanlış yorumlama ben hiçbir yerde demokratik hakların verilmemesini ve Cumhuriyet tarihinde yapılan uygulamaların doğru olduğunu ima eden en küçük bir ifadem olmadığı halde rejimi savunmakla suçlanıyorum. Demokratik hakların, insani hakların verilmesini savunmuyormuşum gibi bir ithamla karşı karşıya kalıyorum.
Daha öncede naklettim ve ben de bu fikre inanıyorum, böyle de olmalı. “Rejimi reddetmek ne vazifemizdir, ne de kuvvetimiz var. Ve ne de düşünüyoruz ve ne de Risale-i Nur izin veriyor. Fakat biz kabul etmiyoruz, amel etmiyoruz, istemiyoruz. Red başka, kabul etmemek başkadır, amel etmemek daha başkadır.” (Kastamonu L. Sah. 206)
Şimdi bu hal bütün açıklığı ile ortadayken. Değerli okur ne yapıyor. Sanki böyle bir ifadeyi nakletmemişim ve bu ifadeye destek olacak fikirleri söylememişim gibi, beni rejim taraftarlığı ile itham ediyor.
Bir başka iltibas; bundan önceki yazıma yapılan bir yoruma gerçekten çok şaşırdım. Ben, Türk İslam sentezini savunanlara karşı Üstadın verdiği şu şiddetli cevabı yazımda nakletmişim.
Cevap şu; “Ey sarhoş hamiyetfuruşlar! Bir asır evvel milliyet asrı olabilirdi. Şu asır, unsuriyet asrı değil. Bolşevizm, sosyalizm meseleleri istilâ ediyor, unsuriyet fikrini kırıyor, unsuriyet asrı geçiyor. Ebedî ve daimî olan İslâmiyet milliyeti, muvakkat, dağdağalı unsuriyetle bağlanmaz ve aşılanmaz. Ve aşılamak olsa da, İslâm milletini ifsad ettiği gibi, unsuriyet milliyetini dahi ıslah edemez, ibka edemez.”
“Evet, muvakkat aşılamakta bir zevk ve bir muvakkat kuvvet görünüyor; fakat pek muvakkat ve akıbeti hatarlıdır. Hem Türk unsurunda ebedî kabil-i iltiyam olmamak suretinde bir inşikak çıkacak. O vakit milletin kuvveti, bir şık bir şıkkın kuvvetini kırdığı için, hiçe inecek. İki dağ birbirine karşı bir mizanın iki gözünde bulunsa, bir batman kuvvet, o iki kuvvetle oynayabilir, yukarı kaldırır, aşağı indirir.” (Mektubat sh. 425)
Ama o ne yapmış beni Türk İslam sentezini savunmakla suçlamış. Belli ki, şu cümleyi okumamış “Ebedî ve daimî olan İslâmiyet milliyeti, muvakkat, dağdağalı unsuriyetle bağlanmaz ve aşılanmaz.” Ve devamı…
Burada itiraz zımnen Üstad’adır.
Üstadımızdan Allah ebediyen razı olsun ki, bize siyasi meselelerde “muktesit mesleği” öğretmiş. Bizi ifrat ve tefrite düşmekten korumuş. Her konuda olduğu gibi Unsuriyet ve Menfi milliyet hususunda da ifrat ve tefritten uzak durup, vasat yolu tercih etmek yani orta yolu irtikâp etmek mesleğimizdir.
Demokratik haklar, dini haklar, insani haklar en ince detaylarına kadar elbette verilmeli bunu sonuna kadar savunuyoruz ve istiyoruz. Ama bunu isterken ifrat’a gitmek, her yolu meşru saymak, bu mesleğe uygun düşmez.
Bediüzzaman Hazretleri günümüzde en çok tartışılan Ana dilde eğitim meselesini en güzel ve de net bir şekilde ortaya koymuş “Arapça vacip, Kürtçe caiz, Türkçe lazım” demiş.
Bana göre bu cümleyi mesela Kuzey Irak’ta söylemiş olsaydı şöyle derdi. “Arapça vacip, Türkçe caiz, Kürtçe lazım” Pakistan’da söylemiş olsaydı “Arapça vacip, (orada farklı diller varsa) …caiz, Urduca lazım” diyecekti. Mısır için zaten resmi dil Arapça orada ise “Arapça hem vacip hem lazım, ama diğer diller ise caiz.” Misalleri çoğaltabiliriz.
Görüldüğü üzere Arapça ortak dil olması nedeniyle her Müslüman toplumun mutlaka öğrenmesi gerekir. Ki, bu dilin öğrenilmesi dini bir vecibe olmuş. Ana dil elbette olmalı insani bir hak olması açısından bu hak verilmeli. Ki, ona da caiz demiş ve ülke bütünlüğü açısından resmi dilin de öğrenilmesi bir tez olarak gerekli görülmüş. Ki, ona da lazım demiş. Ha bu resmi dil bir değil de iki olabilir. O zaman o ikisinin de öğrenilmesi lüzumlu hale gelir. En azından ilgililerinin öğrenmesi lüzumlu olur.
Bakalım okuyucular bu defa hangi cümleyi yanlış yorumlayarak azarlayacak.