Her “ama” aslında bir itiraz anlamını içinde saklar. Sıkça kullanılan “ama”lar gizli bir şüphenin de belirtileridir.
Hakikat ortadaysa ve bizler “ama” bağlacını çokça kullanıyorsak eğer, bu durum “hakikate” oldukça “âma” olduğumuzu da gösterir.
Hakikatle aramıza yığdığımız tüm “ama” barikatleri aslında nefsimizin ya da müntesibi olduğumuz sosyal grubun şahs-ı manevisinin bir itirazıdır.
Müslümanların büyük bir çoğunluğu her fırsatta “birlikten, ittihaddan” bahseder etmesine ama, o birlik savunucuları samimiyetle birliğe davet edildiklerinde; “ama”ların, “fakat”ların nefisleri temize çıkarıcı mevzilerine sığınırlar.
Allah ve kullar nezdinde ihlas, sadakat, metanet gibi kavramların üstünlüğü de işte bu sırdan kaynaklanır.
İhlasın ya da sadakatin olduğu yerde “ama” diye bir itiraz olamaz çünkü. İşte Hz. Ebu Bekir’i “Sıddık” mertebesine çıkaran da bu hakikattir.
Çünkü o, Kur’an-ı Kerim’in ve Peygamber Efendimizin bütün buyruklarını “ama”sız, “lakin”siz, tevilsiz kabul etmiş ve tam bir sadakatle uygulamıştır.
Abdülkadir Geylani, İmam Rabbani, İmam Gazali gibi Kur’an şakirdlerinin yaşam heybelerinde “ama”lara, şüphelere, sadakatsizliklere asla rastlamayız.
Hulusi Efendi, Ahmed Hüsrev Efendi, Mehmed Feyzi Efendi gibi bütün o Risale-i Nur erkanlarının, Risale-i Nur’un düsturlarına uyma konusunda gösterdikleri “ama”sız ve tevilsiz sadakat örneklerini sadakatten başka kavramlarla mesela tutuculukla, yeniliğe direnmekle tanımlamak bu nedenle bir iftiradır.
Demek ki ama ve sadakat birbiriyle “ma’kusen mütenasib” kavramlardır. Bu demektir ki, “ama”larımızın çokluğu ölçüsünde ihlasımız ya da sadakatimiz yoktur.
Ama’larımızı azalttığımız derecede ihlasımız, sadakatimiz ve metanetimiz de artar. Bence hem şahsi, hem de cemaatler mabeyninde yapılması gereken “ama”ları azaltma seferberliğidir.
Çünkü ihlasın ve sadakatin arttığı yüreklerde, ittifak, ittihad, uhuvvet gibi birleştirici duygular yeşerir.
Bu birleştirici duygularla yüreği diğer yüreklerle kayaşacak derecede yumuşamış bir Müslüman’ın, kardeşlerinin kimi kusurlarını büyütmek gibi bir derdi olamaz.
Böyle bir Müslüman için hangi cemaate mensup olursa olsun bütün kardeşleri, kendi meşrebindekiler kadar çok değerlidir.
Ama’lardan kurtulup ihlas ve sadakati kazanmış bir Müslüman, ferdî enesini, şahsî ikbal kaygılarını yendiği gibi cemaatinin şahs-ı manevisine müteallik eneyi ve dünyevi kaygıları da yenmeyi başarır.
Bugün hangi cemaate ya da tarikate mensup olursa olsun bütün Müslümanlar, az önce ipuçlarını verdiğim “ihlas, sadakat ve ittihad” testini kendi üzerlerinde uygulamak zorundadırlar.
Aslında bu testin bütün soruları Kur’an’dan yapılan çıkarımlarla asrın başlarında Bediüzzaman Hazretleri tarafından hazırlanmıştır.
Bütün kardeşlerimiz en az 15 günde bir, bu “ihlas, sadakat ve ittihad” testinin sorularını cevaplamak mükellefiyetindedir zaten.
Bu konularda deneyimli okurlarımız, öncelikle 21. Lema olan İhlas Risalesinden bahsettiğimizi hemen anlamışlardır.
Elbette İttihad Testinin soruları İhlas Risalesindekilerden ibaret değildir. 21. Lem’a o testin “ferdi” ve “psikolojik” boyutunu oluşturur sadece.
20. Lem’a ve Uhuvvet Risalelerindeki test sorularının da mutlaka cevaplanması gerekiyor. Bu testler ise daha çok cemaatin şahs-ı manevisindeki ihlas, sadakat ve ittihad sorunlarını keşfetmenin yollarını gösteriyor.
Bu sorulara verdiğimiz cevaplarda sıkça “ama”, “fakat” gibi bağlaçları kullanıyorsak, ittihada hazır olmadığımız ve böyle bir “birliği” hak etmediğimiz sonucu ortaya çıkmış demektir.
Eğer hiçbir ama, şüphe, tevil karıştırmadan o soruları cevaplamışsanız, müjdeler olsun o zaman size! En azından “ittihad” yolunun ihlaslı, sadık bir yolcususunuz demektir.
20. ve 21. Lema’lardan birer örnek vererek meseleyi daha mücessem kılmak istiyorum.
Mesela İhlas Risalesinin Birinci Düsturu; “Amelinizde rıza-yı ilahi olmalı” tavsiyesidir.
Eğer bu düsturla muhatap olduğumuzda “ama paramız da olmalı...”, “ama çokluk da önemli...”, “ama siyasetsiz olmaz...”, “ama başkalarının rızası da önemli...” vb. ama’ları sıralamaya başlamış ya da hayatımızda bu “ama”ların çokça bulunduğunu fark etmişsek, birinci düsturu hayatımıza yerleştirememişiz demektir.
20. Lem’a’daki 9 emri hatırlayalım şimdi de... Eğer bu emirlere rağmen hâla şu aşağıdaki ama’larla boğuşuyorsak, ittihad için kat edecek daha çok yolumuz var demektir:
“Ama sadece benim cemaatim, tarikatim hak, diğerleri batıl...”, “ama ittihad sadece benim şeyhimin ya da ağabeyimin etrafında olabilir”, “ama Allah’ın yardımı, “medyası, ekonomisi güçlü olanlarla üyelerinin sayısı çok olanlara” gelir...”
Bu örneklerdeki gibi savunmalarımız, karşı duruşlarımız ya da bağlamdan oldukça uzak tevillerimiz harekete geçiyorsa “ittihad” yolundan oldukça uzağız demektir.
Acizane ben de bu testleri kendimde defalarca uyguladım ve ne kadar inkar etmek istesem de bazı “ama”larımın hâla var olduğu gerçeğini de fark ettim.
Yanlışın farkına varmak, elbette yanlıştan dönmenin en birinci basamağıdır ve bu nedenle hatalarımı anlayıp onlardan dönmem beni hiçbir zaman değersiz kılmayacak.
Madem “ittihad”, Kur’an-ı Kerim’in önemli ve uygulanması farz bir emridir. Madem bizim de bu emr-i ilahi sebebiyle “ittihad” gibi bir mefkuremiz var.
O halde ittihada engel olan hayatımızdaki bütün “ama”ları, istisnasız yok etmek için mücadele etmek zorundayız.
Neden mi her defasında bu kadar yüksek sesle, pişmanlıkla ve iniltiyle haykırıyorum bu gerçekleri?
İnsanlığın cenneti yeşertecek son baharını “ama”larımızla engellememizin vebali, ahiretimizi çoraklaştıracak “çabuk bir kıyamet” kadar ağır olacak çünkü... (OD)