İslam birliği Allah'ın “mü’minler kardeştir” (Hucurat, 49:10) fermanı gereği dinin emri ve bir gönül meselesidir. Bir zihniyet ve anlayış meselesidir. Dünya siyasetine bir bakış açısı ve yön vermedir. Politik olmayan genel siyasi bir vizyondur. Öncelikli olarak bir fikir birliğine dönüşmesi gerekir. Müslümanların günübirlik siyasete alet etmeden takip edecekleri genel bir politika ve tüm siyasilerin hedef-i maksadı olan üstün siyasi bir vizyondur.
İslam birliğinin fikrî, ilmî ve dini altyapısı vardır. Dini altyapı “Tevhid-i imânî”dir. “Tevhid-i imânî elbette tevhid-i kulûbü ister. Vahdet-i itikat dahi, vahdet-i içtimâiyeyi iktiza eder.” (Mektubat, 2004, s.444) Tarihi tecrübe ve Müslümanların buna şiddet-i ihtiyacı dahi bu ittihadı ve birliği gerekli kılmaktadır. Ülkede birlik ve dirlik isteniyorsa “İttihad-ı İslam” ideali ihmal edilerek ve görmezden gelinerek mümkün olmayacağı yüz yıllık tecrübe ile görülmüştür.
İslam birliği bir medeniyet projesidir. Medeniyet salt teknoloji demek değildir. Medeniyet insanî ve islâmî değerlerin toplumlara ve hayata hâkim olmasıdır. İmanın, ahlakın, ilmin ve adaletin hayata hâkim olmasıdır medeniyet. İmansız, ahlaksız ve ilimsiz bir medeniyet “mimsiz” medeniyettir; yani deniyyettir. XIX ve XX yüzyıl ihtilaller ve ihtilaflarla, dünya savaşları ve medeniyet çatışmaları ile insanlığa bunu öğretmiştir.
İslam birliği dünyada barışın, hürriyetin ve adaletin yeniden tesis edilmesi demektir. İnsanlık tarih boyunca çeşitli sıçramalar yapmıştır. Bunlardan birincisi Hz. İdris’in (as) yazıyı insanlığa öğretmesi ile başlamıştı, daha sonra Hz. Nuh’un (as) gemiyi inşa etmesi ile ikinci bir sıçrama dönemi yaşamıştır. Hz. Musa’nın (as) insanlığa hediye ettiği Şeriat, yani hukuk sistemi ile üçüncü bir sıçrama dönemi yaşamıştır. Dördüncüsü ise Hz. Davud’un (as) demiri insanlığın hizmetine sunması ile olmuştur. Beşinci dönem ise Hz. Muhammed’in (as) insanlığa getirdiği Kur’ân-ı Kerimin “İman, ilim, ahlak ve fazileti” ile insanlık büyük bir sıçrama, medeniyet ve gelişme kaydetmiştir ki ilk dört sıçrama döneminden daha fazla mesafe almıştır.
İnsanlığın bu gelişmesine en büyük darbeyi vuranlar da peygamberimizin (sav) haber verdiği ve sakınılmasını istediği “Aldatıcı ve yalancı deccalların” medeniyetleri yıkması ve insanlığı felaketten felakete sürüklemesidir. İnsanlık onların medeniyetleri yıkıma uğratmaları ile gerileme dönemlerine girmiştir. Bunlardan birincisi Piyer Lermit’in ateşlediği ve medeniyet dünyasını istila eden 1095-1205 yılları arası “Haçlı Seferleri”dir. Bu seferler İslam dünyasını hedef almakla beraber yolu üzerindeki Hıristiyan ve diğer milletleri de çiğneyerek ve medeniyetlerini yıkarak geldiği için bir yıkım dönemini oluşturur. İkincisi ise, 1200-1300 yılları arası Moğol istilasıdır. Cengiz ve Hülâgû “Moğol İstilaları” ile İslam medeniyetini yerle bir etmiştir. Girdiği yerlerde “taş üstünde taş, gövde üstünde baş bırakmamıştır.”
Endülüs’te büyük bir ilim ve medeniyet kuruldu ve bu medeniyet Avrupa’da “Rönesans ve Reform” hareketlerini ateşleyerek “Avrupa medeniyeti”nin temellerini attı. Ama ne var ki 1490 yılında bu medeniyet İspanyollar tarafından ortadan kaldırıldı. Yavuz Sultan Selim’in İslam birliğini sağlamasından sonra dünya uzun bir dönem “huzur ve güven ortamı” oluştu. Avrupa’da ise 1400-1600’lü yıllar arası din ve mezhep kavgaları ile çalkanıp durdu. Kavgaların din ve mezhep çatışmalarının insanlığa hiçbir faydası olmadığına inanan batılılar ilme tekniğe önem vererek yeni bir medeniyetin oluşumuna katkı sağladılar. Teknik gelişmeler milletlerin enaniyetlerine güç vererek Irkçılığın gelişmesine ve bu da ırkçılığın gereği olan başkasını yutmakla beslenme prensibi gereği I. Dünya savaşı ve II. Dünya Savaşını netice verdi.
19. ve 20. Yüzyıl teknik gelişmelerin şımarttığı ve dinin reddedildiği bir dönem oldu ve bu da savaşları, istilaları ve medeniyetlerin mahvolmasını netice verdi. Bir taraftan Komünizm, öbür taraftan Faşizm zihniyeti dünyayı mahvetti, medeniyetleri yağmaladı ve milletleri perişan etti.
İnsanlık dünyasının bu perişaniyetten kurtulması “İmanın, ilmin, ahlakın ve adaletin yeniden tesis edilmesine” bağlıydı. İnsanlar hayatı kolaylaştırmak için teknik buluşları yapmışlardı; ama iman hayata hâkim olmadığı için ideolojiler ve ırkçılık fikri teknolojiyi insanlığa felaket getiren bir araç haline getirmişti.
İnsanlık Hz. Muhammed’in vahiyle getirdiği Kur’ân-ı Kerimin hayatı anlamlandıran ilmine, imanına, imandan kaynaklanan ahlakına ve adaletine muhtaçtı. İnsanlığın bu ihtiyacına Kur’an cevap veriyordu; ama gerek Avrupa kâfirleri, gerekse Asya münafıklarının çalışmaları ile İslam inancı ve Müslümanların İslam anlayışı da bir derece tahrife uğramıştı.
İşte böyle bir dönemde Bediüzzaman “Risale-i Nur Külliyatı” ile imanı yeniden ihya ederek hayatı anlamlandırdı. 20 asırda ve gelecek asırlarda Kur’ân-ı Kerimin insanlığa mesajını ortaya koydu. Hıristiyanlık dünyasına ve İslam dünyasına yönelik hedefler belirledi. Böylece “İmana, ilme, ahlaka ve adalete” hizmet etti. Yeni bir medeniyetin temellerini attı. Hıristiyanları “tevhide” Müslümanları “İttihad-ı İslama” davet etti.
Medeniyet insanlığın ortak malıdır. “Hıristiyanlığın malı olmayan medeniyetin güzelliklerini ona mal etmek ve İslamiyet’in düşmanı olan tedenniyi ona dost göstermek feleğin ters dönmesine delildir” (Mektubat, 801, HÇ, 53) diyen Bediüzzaman “Nev-i beşere rahmet olan Kur’an, ancak umumun, lâakal ekseriyetin saadetini tazammun eden bir medeniyeti kabul eder” (Mektubat, 802, HÇ, 61) buyurarak gerçek medeniyetin tüm insanlığın saadetine hizmet etmesi gerektiğini belirtir. Bu da ancak tüm insanlığa saadet getiren İslam medeniyeti olabilir.
İslam medeniyeti batı medeniyetinin içinden çıkacaktır. Çünkü “mehasin-i medeniyet denilen emirler, şeriatın başka şekle çevrilmiş meseleleridir. İslam medeniyetinin kuvvet-i hakikiyesi maarif ve medeniyetle mücehhezdir. Zira medeniyeti kirleten safahat ve ahlaksızlık, diyanetsizliğin neticesi olan merhametsizlikten kaynaklanan gelir dağılımındaki müthiş adaletsizlik pek çok sosyal karışıklıklara ve ihtilallere sebep olmaktadır. İnsanlık ister istemez son çare olarak İslamiyet’e sığınacaktır.
İslam ülkelerinde bulunan Müslümanların bu zamanda i’lây-ı kelimetullahın maddeten terakkiye bağlı olduğunu anlamaları, fakirlik ve geri kalmışlığın verdiği ezikliği gidermek için medeniyetin nimetlerinden istifade etmeye olan şiddetli meyilleri, yeniliğe ve gelişime duydukları şiddetli ihtiyaç, ümitsizliğin ortadan kalkması ve haberleşme vasıtalarının çoğalmasından kaynaklanan telahuk-u efkârın da yardım etmesi ile büyük bir gelişim kaydedecektir. (Muhakemat, 2006, s.66-68)
Bediüzzaman’ın çalışmaları ve gayretleri ile Akıl ile kalp, batının tekniği ile İslam medeniyeti birleşecek ve yeni bir medeniyet doğacak, dünya barış ve huzura kavuşacağına olan inancımız tamdır… Bu medeniyetin adı “İslam Medeniyeti” olacaktır. Dinsiz Rusya’da Kremlin meydanında, Amerika’da Kongre Binası önünde binlerce insanın namaz kılması bu medeniyetin ve yeni bir dünyanın başlangıcı sayılmalıdır.
Ama şurası kesin bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır ki, Asyanın bahtını ve İslamiyetin talihini açacak olan yalnız ve yalnız hürriyet ve demokrasidir. İslam ülkeleri kendi içlerinde siyasi olarak demokrasiye geçmedikçe ve kendi vatandaşlarına temel hak ve hürriyetleri sağlamadıkça batı ile yarışmaları, gelişmeleri ve medeniyet kurmaları hayalden ibaret kalmaya mahkûmdur.